79. Venedik Film Festivali izlenimleri: White Noise

79. Venedik Film Festivali, Julianne Moore’un başkanlığını yaptığı nefis yarışma jürisinin de katılımıyla, Catherine Deneuve’ün onur ödülü aldığı şık bir açılış töreniyle başladı ve törenin ardından festivalin açılış filmi ve aynı zamanda da Ana Yarışma’nın ilk filmi olan Noah Baumbach imzalı White Noise prömiyer yaptı.

Sabah 08.30 seansı öncesinde bir salon manzarası.
Romanın kendine özgü garipliği eksiksiz bir şekilde perdede

Romanlarından uyarlama yapabilmenin neredeyse imkânsız olduğu, son derece özel bir yazar olan Don DeLillo’nun belki de en ünlü başyapıtı White Noise’un (Beyaz Gürültü adıyla bizde de Siren Yayınları’ndan basılmış durumda) beyaz perde adaptasyonu için Noah Baumbach bir süre önce kolları sıvamıştı. David Cronenberg imzalı bir diğer DeLillo uyarlaması Cosmopolis’in üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, kendine has üslubuyla Amerikan bağımsız sinemasının en sevilen yazar yönetmenlerinden biri olan Baumbach’ın bu zorlu işe soyunmuş olması bir hayli şaşırtıcıydı. Hem romanın hem de Baumbach’ın hayranlarının şaşkınlık ve merakla beklediği bu buluşmadan çıkan film, festivalin ilk günü nihayet izleyici karşısına çıktı. 

1980’li yılların başlarında ABD’li profesör Jack Gladney ile nevi şahsına münhasır ailesinin kendi hâlinde akıp giden yaşamlarından bir kesitle başlayan film, aile üyelerinin evinin yakınlarındaki bir toksik patlama sonucu gelişen gergin bir hayatta kalma savaşıyla devam ediyor. Romanda da henüz ilk sayfalardan itibaren sizi tuhaf özellikleriyle ele geçiren aile üyelerinin dünyasına girme sürecinde, Baumbach marifetli sinemasının bütün hünerlerini sergiliyor; henüz 15. dakikada filmin tüm evrenine aşina bir seyir tecrübesi yaşamaya başlıyoruz. Bu noktadan sonra birbirini izleyen absürt olaylar ve garip karşılaşmalar da bu aşina olma hissinden dolayı kolayca özümsenip içinde kaybolduğumuz bir maceraya dönüşüyor. 

Romanın beyaz perdeye uyarlanmasının zorluklarının başında, DeLillo’nun çok katmanlı ve son derece sarkastik bir anlatım diline sahip olması ve daldan dala atlayan hikâyesinin sinemasal bir düzleme aktarımında seyircilerin ellerindeki eksik parçalarla yönünü şaşırma ihtimali yatıyor bana göre. Romanı da okumuş bir izleyici olarak Baumbach’ın en iyi kıvırdığı işin, tuhaf bir şekilde, romanın bu kendine özgü garipliğini beyaz perdeye birebir taşıması olduğunu düşünüyorum. 

Baumbach’ın tüm görsel ve işitsel seçimleriyle, sanki hikâyenin geçtiği 80’ler başında çekilmiş bir aile filmi izliyormuşuz hissine kapılıyoruz filmin hemen başlarında. Danny Elfman’a teslim edilmiş olan müziklerin kulağımıza bu kadar aşina gelmesi, esprili kurgu dili, renk ve ışık tercihleri de bu nedenle hiç de tesadüfen bir araya gelmiş değil. Baumbach, DeLillo’nun farklı bir kurgusal gerçeklikle yansıttığı 80’leri, o günlerin sinemasal alışkanlıklarıyla oynayarak yorumlamış ve kendine özgü mizahını da yazarın deliliğine bulamış. Bilinçli seçilmiş tüm absürtlüklerin keyfini çıkaran oyuncu kadrosunun da etkisiyle, Netflix logosundan sonra başlayan neredeyse hiçbir kurmacada görmediğimiz kadar “Ben az önce ne izledim?” özgünlüğünde bir iş ortaya çıkmış böylece.

Adam Driver ve Noah Baumbach filmin basın toplantısında.

Baumbach’ın önceki minimal hikâyelerine, özellikle Marriage Story ile arşa çıkan duygusal ve sarsak ilişki filmlerine benzer bir seyir tecrübesi beklentisi içinde olanların memnun kalmama olasılığı yüksek bir film White Noise. Çünkü baştan sona yozlaşmış dünya düzeni ve kutsal aile klişeleriyle dalgasını geçen, siyaset – din – toplum üçgeninde ironisi bol bir anlatıya girişmeyi tercih eden bir Baumbach var bu kez karşımızda. Uyarlamaya girişme fikrinin bile son derece cesaret gerektirdiği kült mertebesine erişmiş bir modern klasiği, kendi sinemasına birebir bağlı kalarak da yapabilmesi mümkün olmayacaktı zaten. Fakat sürekli yerinde sayan ve birbirinin aynısı filmleriyle heyecan yaratmaktan yoksun pek çok yönetmenin yeni filmlerini izlemektense, Baumbach gibi risk alan ve bu riskin altından da başarıyla kalkan yönetmenlerin çabasını tercih ederim. En azından bu delilik özelinde.

Detaylara girip potansiyel bir seyir zevkinin bozulmasına yol açmak istemediğimden, iştahınızı filmin bu yılın sonlarına doğru Netflix’teki gösterimine kadar kaçırmamayı tercih ettim. Fakat kapanış jeneriğine eşlik eden LCD Soundsystem’ın enfes şarkısının White Noise’a çok yakışmış olduğunu ve filmin önemli kategorilerin neredeyse tümünde Oscar adayı olma ihtimalinin yüksek olduğunu söylemeden de geçemeyeceğim. Şimdilik Adam Driver, Greta Gerwig ve Don Cheadle’ın nefis performansları ve özellikle filmin kurgusunun ödül sezonunda gözlerden kaçmamasını umacağım. Driver ile Gerwig’in yatak odasındaki yüzleşme sahnesini yeniden izlemek için de sabırsızlanacağım. 

Yazı: Melikşah Altuntaş