A Yüzü B Yüzü: Jim Carrey
Tartışmalı bir isme, filme ya da olaya iki farklı bakış açısından yaklaşan iki ayrı yazının sıralanacağı A Yüzü B Yüzü köşesinin ilk konuğu Jim Carrey. Geçtiğimiz aylarda Jim & Andy – The Great Beyond ile adından söz ettiren komedyen hakkında Melikşah Altuntaş açık, güneşli, Binnaz Saktanber ise sağanak yağışlı bir köşeden bildiriyor.
Yazı: Binnaz Saktanber, Melikşah Altuntaş – İllüstrasyon: Gizem Winter
Öv Beni Zen Şov: Jim Carrey Arıyor Meşgule Al
Yazı: Binnaz Saktanber
Doksanların ‘the’ film yıldızı Jim Carrey’di. Ace Ventura, The Mask, The Cable Guy, Dumb and Dumber… Adına bile gerek kalmadan “Yeni Jim Carrey filmi gelmiş” denir, neyle karşılaşılacağı bilinir, mısırlar kolalar large alınırdı. Jim Carrey komedileri, sevenlerini Tempur yataklar gibi sardı sarmaladı uzunca bir süre. Bir önceki filmin bıraktığı hafıza çukuru bir sonrakini muştuladı. Bol bağırmalı, bol vücutlu, oyun hamuruvari suratını şekilden şekle sokan, büyük harflerle neon yazılan bu manik şaka şovlara çok büyük gönül bağım olmadı hiçbir zaman. Carrey bende hep misafirliğe geldiğinde odanızı karıştıran, zorla güreş falan tutmak isteyen terli bir teyzemin oğlu hissiyatı bıraktı. Böğrüne çöker de kalkmam, vallahi güldürmeden bırakmam hallerine çok da bayılmazdım, ama ne yalan söyleyeyim son zamanlarda olduğum kadar da gıcık olmazdım kendisine. Şimdilerde kalbime yayılan bu “Jim Carrey arıyor meşgule al” hissiyse yeni ve çok bilimsel ve çok aşırı haklı sebeplere dayanmakta. Buyurun inceleyelim.
Jim Carrey de tüm star komedyenlerin yürüdüğü yoldan yürüdü aslında. Stand up’tan televizyona, televizyondan sinemaya, filmlerde oynayan bir adamlıktan, filmlerin etrafında döndüğü yıldıza. Öyle ki film başına yirmi milyon dolar alan ilk aktör olmaya kadar vardırdı işi. Ama nedense o son virajı alamadı Carrey. Tüm çabasına rağmen bir türlü Şener Şen’leyemedi. The Truman Show’a; Eternal Sunshine of the Spotless Mind’a rağmen o saygın dramatik oyuncular ligine geçemedi. Man on The Moon’da metot oyunculuğunu denedi, yine olmadı. Kimse Vay be ne deli adam, resmen dâhi! demedi, kimse Oscar’a aday bile yapmadı Carrey’i, yalandan bir Altın Küre verip evine yolladılar. O ayakta alkışı, o en önden Jack Nicholson’ın göz kırpışını göremedi bir türlü. Şöyle bir rahatlayıp ufak bağımsız filmlere veya canının istediği komedilere yelken açamadı. Arka arkaya tutmayan filmler zirveyi Dumb and Dumber To ile görünce, eli böğründe, E ama beni hiç övmediniz ki! diye kalakaldı Jimmy boy.
Sonra da bir sanatçıya olabilecek en kötü şey oldu Carrey’e: Sazı eline alıp kendi kendini övmeye başladı. Önce, I Needed Color adında bir videoyla çıktı ortaya. Altı senedir resim ve heykel yaptığını, evlerinden birini devasa bir stüdyoya dönüştürdüğünü böylece öğrendik. Fonda semavi bir müzik, Carrey büyük bir ciddiyetle ağır ağır yaratımdan, anda kalmaktan, çocukluğundan bahseder ve Ben resim yapmaya karar vermedim, resim benim onu yapmama karar verdi gibi cümleler kurarken kamera da eserlerin üzerine zoom’luyordu videoda. Eserler de özetle şöyle: üzerinde neonla “no vacancy” yazan bir özgürlük heykeli, bir Bruce Lee resmi, bir uçuşan kalp, bir Çiko’dan hallice bebek resmi ve bir de başyapıt İsa resmi. Voleyi vurduktan sonra ikinci şubesini açan gereksiz pahalı ve eti hep çok pişiren bir steakhouse’un duvarları diyeyim, anlayın.
Jim Carrey’nin Jim Carrey hayranlığı bu kısacık videoyla sınırlı kalsa iyiydi, kalmadı. Bu sefer de oyunculuğunu övdüğü bir belgeselle çıktı karşımıza. Jim and Andy: The Great Beyond, Carrey’nin Andy Kaufman’ı canlandırdığı ve pek de iyi bir film olmayan The Man on the Moon’un kamera arkasını anlatıyor. Carrey, derviş baba sakalı ve zen sesiyle Kaufman’la nasıl telepatiyle iletişim kurduğunu ve Kaufman’ın bedeninde vuku bulup onu nasıl ele geçirdiğini anlatıyor. Carrey’e büyülü gelen bu süreç, yönetmen ve oyuncuların acı dolu surat ifadeleri ve göz devirmelerine bakarsak bir kâbus. Tabii bunu duyamıyoruz çünkü belgeselde sadece Jim Carrey konuşuyor ve herkesin ona ne kadar hayran olduğunu ve ne kadar dahi bulduğunu ve ne kadar hari krişna anlar yaşadıklarını anlatıyor. Bir yandan da hayat hikâyesini, Kaufman’la aralarındaki paralellikleri ve bugünkü “farkında” noktaya nasıl geldiğini dinliyoruz. Carrey kendini Kaufman’la eşit görüyor. Ki bu mesela Demet Akalın’ın kendisini Björk’le eş görmesi gibi bir şey. Carrey alanının kompetanı olabilir ama maalesef o alanı bambaşkalaştıran, şeklini değiştiren, sınırlarını parçalayan bir Kaufman değil. Öyle görülmek için duyduğu açlık öyle bariz ki, başka şartlar altında Vay be! denilebilecek bir tecrübeyi acınası bir Beni de övün! yakarışından öteye taşıyamıyor. Carrey’nin Kaufman’ın abisi, kız kardeşi ve babasıyla bir araya geldiği anlarsa işini iyi bilen bir medyumun çaresiz bir aileyi katakulliye getirmesi gibi hazin bir tat bırakıyor ağızda.
Carrey’nin festivallerde, talk şovlarda girdiği hallerin tadı da aynı ekşilikte. Ne yapımcı (koskoca) Spike Jonze’u konuşturuyor, ne gariban yönetmeni. Mesela Başka bir role de böyle kendinizi verir misiniz? diye masum bir soruya BEN veremem, çünkü Ben diye bir şey yok çakmalar, bir seyirci kendini Merhaba ben Tracy diye tanıtınca Demek öyle, emin misin Tracy? falan diye kadını zıplatmalar, talk şovlarda dakikalarca kendini alkışlatmalar… Hem robdöşambr mavi saten ceketinle New York Fashion Week partisine gideceksin, hem de kırmızı halıda soru sorulunca Ben yokum, aslında sen de yoksun havası atacaksın. Koşa koşa geçmeseydin o zaman mikrofonun karşısına, git evinde er demezler mi adama? Ha, bir de Carrey’nin kız arkadaşı Cathriona White’ın intihar etme hikâyesi var. Biraz internet karıştırıp mesajlara, mektuplara ve iddialara bakmanızı isterim. Sen artık çok fazla drama oldun, Daha fazla dert dinlemek istemiyorum, Büyü biraz, Git Plan B hapı al… Carrey Kaufman’ı oynamaya karar verdiğinde ne olmuştu? Bir anda otuz yunus su yüzüne çıkmıştı değil mi? Valla kalbim sıcacık oldu.
Jim Carrey’nin cümlelerindeki gizli özne hep kendisi. Senaryo yönetmen kurgu da o. The Truman Show da bu aydınlanma anlatısına öyle harika bir arka plan teşkil ediyor ki, hani aydınlanmasa ayıp olacak. Eyvallah, hepimiz delik deşiğiz ve kabul görmekten başka bir derdimiz yok. Ama Carrey yaralı egosunun patlamasını spiritüel bir aydınlanma yaşayan dâhi aktör rolüyle gözümüze gözümüze sokunca maalesef Scientology anlatan Tom Cruise’dan veya Instagram’da karısıyla şakacıklı Öv beni videosu çeken Şahan Gökbakar’dan bir farkı kalmıyor. Carrey çok yakında kendi tanımıyla Çok edebi ve orijinal bir roman çıkaracakmış. Resimlerinden oluşan Sunshower sergisi ise Las Vegas’ta Venetian Otel’de sergilenecek. Yapımcılığını yaptığı (ve muhtemelen hiç duymadığınız) dizi I’m Dying Up Here ikinci sezonunu çekiyor. Ve seneye Michel Gondry’in yönettiği Kidding ile ilk TV başrolünü oynayacak (işte bundan ümitliyiz). Hollywood’un önde gelenlerine sesleniyorum: lütfen kendisine kayda değer bir ödül verin, övün, dâhi deyin, aşmış deyin, hiç olmadı namaste deyin. Yoksa daha çok çekeceğimiz var.
Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:61’e ulaşabilirsiniz.