Kâğıtların mistik dünyasında bir öz keşif yolculuğu: Aafi

Röportaj: Cem Kayıran

Geçtiğimiz yıllarda mini pop-up hikâyeler anlattığı Kısa Korku serisiyle gündemimize gelen Korgün Akgün, uzun zamandır hazırlıklarını sürdürdüğü bir tutku projesiyle karşımızda bu sefer. Beş bölümlük bir animasyon seri olarak kurgulanan Aafi, anlattığı hikâyenin yanı sıra uygulamadaki tercihleriyle de epey merak uyandırıyor. Sanatçının hâlihazırda aşina olduğu üretim pratikleri ve kâğıt tekniklerini bu kez devasa bir ölçeğe taşıdığı Aafi için şu sıralar Kickstarter üzerinden bir kitlesel fonlama kampanyası yürütülmekte. Detaylarına buradan ulaşabilirsiniz. 

Baş karakteri Aafi’nin hem geçmişi hem de kendisi için bir süper güç mü yoksa lanet mi olduğu belli olmayan meziyetleriyle hesaplaşma serüvenini takip edeceğimiz fantastik seri, Sungak isimli kurgusal gezegene davet ediyor. Issız ve tavizsiz Sungak topraklarını, mistik güçler ve varoluşsal sorular eşliğinde arşınlayacağız. 

Korgün Akgün ile Aafi evreninin nasıl hayat bulduğunu, yenilikçi prodüksiyon yaklaşımlarını ve ilham kaynaklarını konuştuk. 

*Bu röportaj Bant Mag. Kasım-Aralık 2024 sayısında yayımlanmıştır.


“Duygularımı, düşüncelerimi, içimdeki pisliği ve az kalan umudu ete kemiğe büründürüp birbirleriyle çatıştırdım. Yani kendimi bildim bileli bu karakterlerle yaşıyorum; sadece isimleri yoktu.”

Aafi ve Sungak’ın diğer sakinleri ne kadardır seninle birlikte? Kendilerini nasıl var ettiler zihninde?

Aslında yaklaşık altı yıldır zihnimde bir “isimsiz dünya” vardı. Animasyon fikri oluşmadan önce hikâyeyi kurgulamıştım; sadece nihai bir sona doğru ilerleyen belirsiz, karanlık bir yol. Baş karakter Aafi dışında, diğer tüm detaylar yavaş yavaş şekillendi. Hikâyeyi derinlemesine yazmaya başladıkça, karakterler kendi ağırlıklarıyla yüzeye çıkmaya başladı (her birinin tepki verdiği anlar, mekânlar, yolculuğun kendisi)… Artık buralar iyice karanlık bir yola dönüşünce, yapı malzemelerinden giysilere, iklimden bitki örtüsüne kadar her şey ortaya döküldü ve sonunda tam anlamıyla yaşayan, nefes alan bir dünya yaratılmış oldu. Bu noktada her şey daha net bir şekilde akmaya başladı.

Kâğıtla ve elle üretilmiş figürlerle uzun zamandır çalışıyorsun. Ama Aafi için geçirdiğiniz yaratıcı süreç, animasyon teknikleri açısından alışılmışın dışında bir metoda dayanıyor. Biraz detaylandırabilir misin bu serinin ardındaki işçiliği?

Kendimi bildim bileli kalem ve kâğıtlarla haşır neşirim. Çocukken elime bir şekilde ulaşan pop-up kart aklımı kaçırmama sebep oldu. Bir kâğıt nasıl böyle hareket edebilir diye kafayı yedim; yapışkanından ayırıp baktığımı hatırlıyorum. (Sanırım sonra çöp oldu, buralar biraz silik hafızamda haha!) Hatırlarsan bir de Yeni Yüzyıl gazetesi kâğıttan maketler verirdi; ev, köprü, kilise falan. Bir de kâğıttan bebeklere kâğıttan kıyafetler kesip yerleştirirdin. Bunlar hep Aafi‘nin temelini hazırlayan şeyler oldu. Hâlâ daha yapmak isitiyorum buna benzer bir şey.

Üniversite zamanı Mimar Sinan’da kafam biraz çalışmaya başlayınca eski animasyonları, yapım tekniklerini, çizerleri ve yaratıcılarını inceledim bolca. Ama her zaman bir pop-up kitap yapmak aklımdaydı. Tez konusu olarak; Park Chan-Wook’un Oldboy‘unu bir pop-up kitap hâlinde yorumladım ve çizimden çok daha farklı bir haz geldi vücuduma, bi’ titredim.

Pop-up kitaplarda kinetik enerjiden yararlanıyorsun; bir sayfayı açma hareketi içine kâğıttan parçaları uygun şekilde ve teknikle yerleştiriyorsun. Tam olarak buradan yola çıktım. Sayfayı açmak yerine enerjiyi kendim verip hareket ettirsem ve bunları yaparken de bir kukla gibi mekâna oturtsam nasıl olur diye düşündüm.

Evde masaüstüne kâğıtları kamera karşısına koyup derinlik, ışık ve gölgeleriyle küçük küçük denemeler yapıyordum, belli bir amacım olmadan. Aafi’nin ilk zamanlarında kafamdaki şey aslında daha amatördü. Tepeye yerleştirdiğim bir kamerayla masaüstünde küçük ölçeklerle bitirebileceğim bir fikirdi. Bu şekilde de demosunu çektim; Alican Öyke de müziğini yaptı. Baya farklı bir sonuç elde edince bunu bir yapımcıya gösterme kararı aldık belki ilgilenirler diye.

Bir yapımcı (furkanfurkan) bizimle ilgilendi ve Aafi’yi masaüstünde değil daha büyük ölçekli bir şekilde stüdyoda çekme fikrine ikna etti beni. Böylece bambaşka bir mekanik ortaya çıktı. Masaüstüne kendi başıma ve iki elimle çektiğim kâğıt parçaları artık 20 kişilik bir ekiple yapılan gösteri gibi bi şeye dönüştü. Her sahnede kaç parça kâğıt var, kaç tanesi hareket edecek, hangi parça için kaç kişi lazım, kamera uzaklığı ne olmalı, hangi lens kullanılmaz gibi bir ton soru çıktı karşımıza. Uzun bir süre bunları düşündüm ve fragmanımızı alnımızın akıyla ve ekipçe şaşırarak, garip bir teknikle çekmiş olduk.

Karakterleri tasarlamak, son hâllerine getirmek ne kadar zaman aldı? Bu karakterle uzun süre haşır neşir olmak nasıl bir deneyimdi senin için?

Genel olarak birkaç senedir kendimi iyi hissetmiyorum (çünkü coğrafyamız). Bu hissiyatı bir şekilde dışarı vurmam lazımdı. Aafi de içimdeki bu karamsarlığın bir ürünü. Kötü bir olay karşısında verdiğim tepki, umutsuz hissettiğim anlar, hayal kırıklıkları, yediğim kazıklar, şahit olduğum kötülüklerin toplamı Aafi’nin benliğini oluşturuyor.

Normal hayatta karşılaştığım bazı durumlara verdiğim tepkiler bazen Aafi gibi oluyor. İyice dibe doğru inen bir düşünce akışı bu. Kendimi bu kuyudan çıkarmak için tam tersi şekilde biraz umut beslemeye çalışıyorum; Aafi’nin annesi gibi. Bir çakallık mi düşünmem gerekiyor? Aafi’nin amcası tam da aradığım kişi. Peki koruma içgüdüsü ile yapılan bunaltıcı baskılar? Babası da böyle…

Duygularımı, düşüncelerimi, içimdeki pisliği ve az kalan umudu ete kemiğe büründürüp birbirleriyle çatıştırdım. Yani kendimi bildim bileli bu karakterlerle yaşıyorum; sadece isimleri yoktu.

Tarihten, politikadan, fantastik edebiyattan izler sürebildiğin bir anlatısı var Aafi’nin. Bu hikâye özelinde nasıl bir mesain oldu? İlham kaynakların nasıl çeşitlendi?

Türkiye depresif hikâyelerin, korku öğelerinin ve çıkmaz düşüncelerin ülkesi. Kendimi bildim bileli bir mücadele var burada. Ben de aynı şekilde büyük bir yaşam mücadelesi içindeyim. Örnekler vererek daha da karanlığa boğmak istemiyorum bu güzel söyleşiyi.

Aafi’nin hikâyesi, karakterlerin içsel çatışmalarına, duygusal karmaşalarına ve yaşamın anlamını sorgulamalarına odaklanıyor. Kafka’nın Dönüşüm veya Dostoyevski’nin Suç ve Ceza gibi eserlerinde de görülen bir tema aslında; karakterler, toplumdan yabancılaşma ve içsel huzursuzluk yaşıyor.

Aafi’de karamsar ve melankolik bir atmosfer yarattığımı düşünüyorum. Poe’nun eserlerinde görülen yoğun duygusal tonlarla paralellik gösterebilir. Tekrar Dostoyevski’nin eserlerinde sıkça karşımıza çıkan insan doğasının karmaşık ve karanlık yönleri gibi insanın içsel çatışmalarını ve karanlığını mümkün olduğunca sergilemek istedim.

Ayrıca Neil Gaiman’ın yarattığı evrene olan bağı beni hep çok etkilemiştir. Eserlerinde sıkça yer alan karanlık ve fantastik temalar, Aafi’nin hikâyesindeki gibi yaşamın fantastik unsurlarla iç içe geçtiği karanlık atmosferler bulunur.

Son olarak bir de One Piece demek istiyorum. Eichiro Oda kendisinin bile şaşırdığı büyüklükte bir dünya yarattı. Böylesine katmanlı bir hikâye ve karakter gelişimini hayatımda ne gördüm ne de böyle bir şeye şahit oldum. Aafi de One Piece gibi kendi dünyasında, çeşitli karakterlerin yolculukları ve mücadeleleriyle dolu bir hikâye sunuyor. Her karakterin arka plan hikâyesi ve motivasyonları derinlemesine işlenip karakterlerin içsel çatışmaları ve gelişim süreçleri ön planda oluyor.

Yaratıcı ekipte aslında yıllardır birlikte üretimler yaptığın kişiler de var. Ekibi tanıtır mısın? Nasıl bir dinamikle çalıştınız? 

Ben çalışmalarımda çok fazla renk kullanan biri değilim. Genelde siyah beyazla işimi bitiririm. Her yaptığım çizimi, animasyonu da ilk önce Gülce Kuter’e gösteririm. Dışarıdan bir göz gibi bakmayı çok iyi becerebiliyor (bazen sert şekilde de olsa haha!). Gülce renk konusunda expert. Atmosfer yaratmada inanılmaz bir gözü var. Aafi‘nin demo hâlinden itibaren renklendirmeyi ve sanat yönetimini o devraldı. Ben hikâye ve genel akışı çiziyorum, yapıyorum. Gülce de renklere, dokuya, dekora karar veriyor; atmosferi sağlıyor.

Müzikleri eski arkadaşım, senin de tanıdığın bir isim olan Alican Öyke yapıyor. Kendisini Balina grubundan hatırlayanlar olacaktır. Alican’la ilk konuşmamızda, Aafi daha fikir aşamasındayken, kafasında bir şeylerin belirdiğini söylemişti. O an anladım delirtici bir şey yapacağını. İlk demoyu çektikten sonra Alican’a gönderdim. Üzerine müzik yapıp geri attı. Zaten müzik bilgisini ve tarzını çok seviyorum; ne yaparsa olacaktı. Ama fragman için gerçekten muazzam bir şey yaptı. Bu arada çorbada tuzu olan Batu Divrik’e (Düz Mantık) de sevgilerimi gönderiyorum.

Çekirdek ekip bu kadar diye düşünürken fragman için büyük bir mekâna geçtiğimizde, o zamanlar yapımcımız olan Furkan Çelik (furkanfurkan) beraber çalışmamız için beni bir sinematograf ile tanıştırdı; işler tam anlamıyla bambaşka bir hâl aldı. Arınç Arısoy‘un manyak bir gözü var, sanki gözü kamera olmuş, öyle bir şey. Furkan’ın evinde buluşup nasıl çekmek istediğimi Arınç’a anlattığımda bana kamera ve lensler hakkında sorular sordu. Az çok kamera önünde ne göreceğimi tahmin ediyordum ancak ışıklar ve lensler konusundaki cahiliyetimi anlamış oldum. Amacımı ve neye ulaşmak istediğimi anlattıktan sonra Arınç’ın seçtiği kamera, ışık ve lenslerle çekime başladık. İnanılmaz bir şey çıktı sonunda.

Hem teknik hem içerik anlamında sana yol gösterici olduğunu düşündüğün başka animasyon yapımlar ya da farklı formatlarda çizgi anlatılar neler?

Genel olarak çok anime ve çizgi film izliyorum, çizgi roman okuyorum. Hikâye anlatıcılığı açısından birçok örnek var; One Piece, HunterXHunter, AOT, Parasyte gibi animeler beni ciddi anlamda hem kişilik hem düşünce bağlamında çok değiştirdi. Jean Giraud “Moebius”, Enki Bilal, Matthias Schultheiss ve Türkiyeden de Galip Tekin çizgi ve hikâye anlatımı konusunda tartışılmaz en iyi çizgi romancılar. Kompozisyon kurma, çizgi kalitesi, ışık gölge oyunları ve detay gösterme konusunda dünya yıldızları; haklarını ödeyemem. Bir de kişisel tanıdığım olarak Emrah Ablak demek istiyorum. Bana seneler önce, daha Aafi fikir aşamasında bile değilken, Kelebekler Vadisi’nde çizdiğim bir hikâyeye bakıp kareleri yorumlamıştı ve şunu söylemişti: “Çizdiğin her paneli öyle çizmelisin ki büyütüp duvarına asabilesin.” Sonra genel olarak çizdiklerime baktım; yakacaktım az kaldı (Gülce durdurdu). Bu söz hayatım boyunca aklımdan çıkmayacak; her çizim yaptığımda Emrah Abi’nin sesi hâlâ kafamda yankılanıyor.

Teknik olarak da mümkün olduğunca origami ve pop-up kitap sanatçılarını takip ediyorum. Matthew Reinhart çılgın bir pop-up sanatçısı. İki boyutlu bir kâğıtla neler yapabildiğine hâlâ inanamıyorum. Basit bir sayfa içinden beş katlı bir bina çıkarabiliyor, Pop-up içinde pop-up yapıyor. YouTube’da bulunan her videosunu izledim; çok büyük nimet benim için.

Her gün yeni bir şey öğreniyorum kâğıtlar hakkında. Sürekli yeni şeyler deniyorum, eskilere ek yapmaya çalışıyorum.

An itibarıyla Aafi için bir kitlesel fonlama kampanyası yürütüyorsunuz. Bu çağrınızı buradan da tekrarlayalım. Ne kadar sürecek? Hedeflenen destek miktarı ne için değerlendirilecek? 

Kickstarter, Aafi icin hem finansal destek sağlamak hem de geniş bir kitleye ulaşmak adına önemli bir platform. Aafi’nin üretim süreci, ekip ve ekipman masrafları için gerekli bütçeyi toparlayarak başından sonuna kadar kaliteden ödün vermeden hayata getirmeyi amaçlıyorum.

Ayrıca Kickstarter aracılığı ile animasyon severler, projeye erken aşamada destek verip gelişimini takip edebilir, projede dâhil olma fırsatını yakalayabilirler. Toplanan destek miktarının hemen hemen yüzde 15’i Kickstarter ve bağışçıların ödüllerine gidecek. Kamera, ışık, stüdyo kirası, ekip, kâğıt-kalem gibi kırtasiye ürünleri, sanat ekibinin aylık masrafları gibi önünü tam olarak göremediğim masraflar da kalan yüzde 85’lik destek ile karşılanacak.

Türkiye’de biliyorsunuz ki bugün yarından daha ucuz. Umarım Aafi’nin kampanyası bitene kadar major bir değişiklik olmaz hayatımızda (dedi Aafi).

Şu an için beş bölümlük bir animasyon seri olarak kurgulanıyor Aafi ama uzun vadede bu evrende geçecek başka anlatılar ya da başka formlar hayal ediyor musun? Mesela fiziksel, basılı bir Aafi?

Aafi’nin beş bölümü dışında henüz kurgu aşamasında olan iki adet gizli bölüm var. Biri Aafi’nin çocukluğu ve aile dramasını; diğeri ise yalnızlığını paylaştığı bir komünitenin parçası olduğunu anlatıyor.

Ayrıca her şey yolunda gider ve yüksek meblağda bir yatırım söz konusu olursa, Aafi beyazperdede gerçek kostüm ve oyuncularla karşımıza çıkacak.