Ahmet Kenan Bilgiç ve karakterlere, kurguya yapışan Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? müzikleri

Röportaj: Cem Kayıran - Fotoğraf: Şebnem Hassanisoughi

Perihan Mağden’in aynı isimli romanından uyarlanan Netflix yapımı Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?, başroldeki Melisa Sözen’in performansıyla olduğu kadar dizinin inişli-çıkışlı akışına doğrudan etki gösteren orijinal müzikleriyle de dikkat çekiyor. Bazen yoğun synthesizer katmanlarıyla karakterlerin deneyimlediği boğucu atmosferin içine çekerken; yeri gelince kalabalık bir kurguyla takibi keyifli bir melodik diyalog yaratan müzikler, Ahmet Kenan Bilgiç imzalı.

Sarmaşık (2015) ve Kelebekler (2018) gibi Tolga Karaçelik filmlerinin yanı sıra çeşitli diziler ve prodüksiyonlar için de besteler yapmaya devam eden Ahmet Kenan Bilgiç, şu sıralar Londra-İstanbul hattında mekik dokuyor. Macbook Pro M1 ile kayıt ve prodüksiyon alışkanlıklarını, kullandığı sistemleri yenilemesi açısından kendisi için de bir dönüm noktası olan Biz Kimden Kaçıyorduk Anne?’nin işitsel dünyasını Bilgiç’ten dinledik; yeni heyecanı Comfortnoise ve yakında dinleyeceğimiz teklisi hakkında da birtakım havadisler aldık.

Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? maceran nasıl gelişti, senin dâhiliyetin nasıl oldu? Konuştuğumuz kadarıyla “Ben sahnelerin üstüne eklemlendim.” dediğin için biraz daha sonraki aşamalar mı, diye bir düşündürdü beni. Senin açından bu dünya nasıl açıldı, nasıl başladı?

Projenin yönetmeni Umut Aral ile bir önceki Netflix projem olan Yakamoz S245 dizisinde tanışıp çalışmıştık. Hızlıca birbirimize ısınıp kendi aramızda keyifli bir çalışma akışı yakalamıştık. Bundan ötürü Umut Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? için aradığında keyifle kabul ettim. Daha önceki birçok projede de yanımda olan; şahane insan, partnerim Can Saka ile dizinin müzikal dünyası için kolları sıvadık. 

Proje geldiğinde birkaç bölümün kabaca montajı yapılmıştı. Yani projeye bir hayli geç dâhil oldum. Bu yüzden doğrudan resim üzerine çalışmaya başladık. Hikâye sürekli bir kaçış üzerine kurulduğu için hem bu gerilime ve takibe eşlik etmek hem de anne-kız ilişkisinin romantik/karanlık dünyasını oluşturmak  gerekiyordu. Bunu yaparken, bir yandan ikisi arasındaki dengeyi kollamak diğer yandan da bölümler arasındaki tansiyonun dozunu tutturmak projenin en kilit konusuydu. Resim üzerinde birçok deneme yaparak yavaş yavaş oyun alanımızı belirledik ve ana kompozisyonlara başladık. Dizide her bölümde farklı bir tansiyon seviyesi var. Aksiyon sahnelerinde genellikle synthesizer ağırlıklı kompozisyonlar hâkim. Anne-kız arasındaki romantik, saf dünyanın müziklerini tasarlarken de yine var olan synth dünyasına piyano ve yaylı partisyonlar ekledim. kurguda tasarlanan tansiyonun bu kadar yüksek olması, yoğun bir müzik kullanımını gerektirdi. Bu noktada seyirciyi yormamak adına çoğu zaman resmin arkasına saklanarak sahnelerle beraber akmayı seçtimiğiz de çok oldu.

Bu dizinin akışındaki çeşitlilik ve değişiklikler; belli ki seni de heyecanlandırmış, burada keyif alacağın bir oyun alanı yaratabileceğini hissetmişsin gibi düşünüyorum. Nitekim ilk bölümün ilk 15-20 dakikasında birbirinden çok ayrıksı müzik dokunuşları duyuyoruz. İşitsel olarak da çok geniş bir alana yayılmış, kendi içinde de sürekli dönüşen bir müzik dünyası var.  Bu anlamda rotayı belirlerken nasıl referanslar, nasıl ilhamlar vardı? 

Film müziği yapmaktan keyif almamın bir sebebi, her projede farklı ses-müzik dünyaları yaratma şansımın olması. Bu beni hep heyecanlandırmıştır. Stüdyoda birbirinden farklı müzisyenlerle çalışma fırsatın da oluyor böylece. Kompozisyonlara başlamadan önce hazırladığım birçok playlist üzerinden Umut ile konuştuk, tartıştık. Bazen referans tonlar üzerinden konuşmak, diyalogu daha sağlıklı hâle getiriyor. Bir süre sonra resimle neyin çalışıp neyin çalışmayacağına dair fikirlerimiz oluşmaya başladı. Dizi boyunca gerilim ve karanlık/romantik anne-kız ilişkisini, bazen çok iç içe geçirerek bazen de tamamen kontrast yaratacak şekilde kullanarak bir müzikal dünya tasarladık. Bahsettiğin kırılmalar bu kontrastlar aslında.

Doğrudan sahnelerin üzerine çalıştığını da biliyorum. İlk bölümdeki kumsal sahnesinde örneğin, oradaki vurma sesleri duyduğumuz parçanın ritmine evriliyor. Bu tür, dizinin normal akışıyla paslaşıyor olmak nasıl bir deneyimdi besteci olarak senin için? 

Projenin aynı zamanda müzik süpervizörlüğü de üstlendim. Bahsettiğin sahnedeki parça Peyk’e ait. Dizinin bazı sahnelerinde bilinen, daha önce kaydedilmiş eserler kullanarak dizinin duysal dünyasını zenginleştirmek istedi Umut. Ona listeler yolladım ve oradan seçkiler yaptık, tercihimi her zamanki gibi daha çok lokal sahne isimlerinden yana kullandım. Bir başka sahnede de Nova Norda var mesela. 

Soruna döneyim, senkron çalışmakla ile ilgili olarak; çalıştığın proje dizi formatında olduğu zaman -özellikle aksiyon- senkron en önemli silahın oluyor. Doğru yerlerde tansiyonu vermek, kesmek, sahnenin akışına gizlice eşlik etmek, kurgu ile paralel hareket etmek işin en can alıcı noktası. Kurgunun kesmeleri ile ne kadar senkron akarsanız, o kadar tansiyonu yukarı çekiyorsunuz. Aksiyon janrı için konusuyorum tabi. Bazen kurguda yapılan küçük bir değişiklik sizin bütün yapınızı altüst edebiliyor ve yapıyı tekrar oluşturmanız gerekiyor. Bu noktada kompozisyonu yeniden yapılandırıyoruz revize edilen sahneye göre. Projenin kurgu süreci devam ederken yaptığımız bazı demo trackleri kurgu ile paylaştık, onlar da bazı sahnelerde bu trackler ile çalıştı. Karşılıklı birbirimizi güncelledik. 

Mekânları da aslında bir yerden bir sesler ve müzikler olan ortamlar çoğunlukla. Asansörde bir şeyler duyuluyor, lobiye geliyorsun orada bir şeyler duyuluyor. Senin bestelediğin müzikler bu tür ortama ait sesleri de kapsıyor muydu?

Ortamlarda çalınan müziklerin hiçbiri için kompozisyon yapılmadı. Onların hepsi pre-recorded kayıtlar. Dizide mekân çok değişiyor; otelden otele gidiyorlar, otellerin bahçesi oluyor, kulüp sahneleri var, kızın yalnız başına kendini dinlediği sahneler var… Orada başka müziklere yöneliyoruz çünkü bizim score’da asıl hedeflediğimiz şey; karakterlere, kurguya yapışan müzik. Umut kaba kurguya girdiğinde, hatta bazen çok daha öncesinde, nerede ve nasıl ortam müziklerine ihtiyaç duyacağını zaten biliyordu. Bu noktada yine ona alternatifler önerdim ve oradan seçkiler yapıldı. Dizinin girişindeki “Bohemian Waltz” mesela, en önemlilerinden biri. Umut en başta o sahnede bir klasik eser kullanma fikriyle gelmişti ve harika çalıştı. 

Bir film müziği bestecisi olarak senin “yoğun müzik kullanımı”yla ilgili yaklaşımını, tutumunu merak ediyordum. Girişte biraz bahsettin ama bunu da açmanı rica edeceğim. Çünkü gerçekten sürekli takip edebileceğin müzikal bir dünya var dizi boyunca. 

Dizi formatında, özellikle bu tip kaçma-kovalama ve tansiyonun olduğu projelerde müzik kullanımı oldukça yoğun olabiliyor. Seyirciyi sahneden hiç ayırmamak ve motivasyonunu bozmamak adına. Ama buradaki denge çok önemli, dozu kaçırdığınızda ya da fazla kenara çekildiğinizde seyircinin dikkatini dağıtabilirsiniz. Aradaki dengeyi tutturmak için final sound mix aşamasına kadar takipte oluyoruz: “Acaba burada müzik fazla mı öne çıktı, acaba müziği biraz geri mi alsak, biraz fazla mı bağırıyor?” Bana bölüm geldiği zaman sahneler üzerine konuştuğumuzda Umut’un da müziğin kullanım yoğunluğunun ne olacağıyla ilgili bir öngörüsü oluyor. Ama hiçbir şey resimle müziğin buluştuğu zaman söylediği kadar net bir şey söylemiyor. Bu noktada revizyonlarla son hâline getiriyoruz. 

Ne kadarlık bir zaman dilimiydi?

Bu proje yaklaşık sekiz ayımı aldı. 

Bizim önümüze yeni düştü ama çok uzun, incelikli bir çalışma olduğu aşikâr. Bu projede çalışmak önceki film müziği, dizi müziği deneyimlerinden hangi açılardan ayrışıyor, onu da merak ediyorum.

Bu projenin çalışma sürecini diğerlerinden ayıran en büyük fark teknik açıdan oldu. İlk kez kendimce bir reform gerçekleştirerek çalışacağım platformu değiştirdim. PC ve masaüstü çalışıyordum. Çok uzun süredir bu şekilde çalışıyordum. Bu projede her şeyi Macbook Pro M1 dizüstü makinalarına taşıdık Can ile beraber. Bu büyük bir değişim oldu. Eskiden şey vardı çünkü, “Laptop bir yerde beni kısıtlayacak, masaüstündeki gibi rahat olmayacağım” diye bir tedirginlik oluyordu. O yüzden hiç cesaret edememiştim. Malum birçok insanın hayalidir çantaya laptop’ı atıp, seyahat edip rahatça çalışabilmek. O yüzden bu sistem değişikliği inanılmaz büyük bir farklılıktı benim için ve şu an keyfim çok yerinde. 

Zorunda kaldığın bir şey miydi, yaratıcı anlamda aradığın bir yenilik miydi? 

Devamlı seyahat hâlinde olduğum için artık daha portatif, mobil tarafa geçmem gerekiyordu; orası netti. Zorunluluk hâline gelmişti aslında. Ama bir süredir, mobil setupların audio’da sağlıklı çalışıp çalışmadığı bütün dünyada tartışılan bir şeydi. Son gelinen teknolojide özellikle M1 ile hiçbir tedirginlik kalmayınca bu yeniliğe karar verdim. Masaüstündekinden çok daha yüksek bir performansı sırt çantamda taşıyabiliyorum, kafam rahat seyahat ediyorum. 

Aslında bahsettiğin şey yeni bir dil öğrenmeye de benziyor. Arayüzler değişiyor, kullandığın kısayollara kadar her şey değişiyor sistemini değiştirdiğin zaman. Adapte olman ne kadar sürdü? Seni en çok neler etkiledi bu mobilitenin yanı sıra?

Cubase ve Ableton ana gemim, bazen miks için Logic de açtığım oluyor. Ama alıştığım birçok pratik yolları da yenilemek durumunda kaldım tabi. Çok zamanımı almadı bu. Mobil setup ile ilgili önceden hep şu endişeler vardı: “Acaba bir plugin daha açarsam sistem kitlenir mi, makineyi zorlar mıyım, fan sesi ve ısınma problemi ile nasıl başa çıkarım?” vs.. Çünkü film müziği yaparken yüzlerce kanal, onlarca plugin kullanıyorsunuz. M1’de bu kaygılarımın hiçbiri kalmadı ve sesleri proses ediş süresinin bu kadar hızlı olması işimizi çok kolaylaştırdı ekip olarak. Film müziği prodüksiyon sürecinde yüzlerce “export” alıyorsunuz; sahne sahne. Herhangi bir revizyon geldiğinde tekrar proses ediyorsunuz her şeyi. Yani makinenin hızı ister istemez çok önemli bir hâle geliyor zaman kazanmanız açısından. Aynı zamanda video ile beraber senkron çalışıyoruz, yüksek boyutlu ve farklı codeclere sahip video dosyalarında ekran kartının performansı da bizim için önemli, bu konuda da Mac’in dâhili ekran kartı her şeyi rahatça çözümledi. Öncesinde hakkında çokça teknik makale-yazı okumama rağmen, açıkcası böyle bir performansı hiç beklemiyordum.  

Son yıllarda Türkiye’deki film ve dizi müziği alanında çok fazla işe imza attın. Bunları bir albüm olarak yayımladığın bir külliyatın da oluşmakta. Bu dizi için de aynısını beklemeli miyiz? Bu müzikler bir gün diziden bağımsız olarak da karşımızda olacaklar mı?

Soundtrack’le ilgili son kararı ana yapımcı verdiği için henüz görüşmedik ama dizi yayımlandığı andan itibaren çok fazla mesaj aldım bununla ilgili. Soundtrack’te gerçekten çok çeşitli malzeme var. Soundtrack hazırlık aşamasında o kadar çok malzeme arasından o seçkiyi yaratmak uzun bir süreç. Yakamoz’da da hatırlamıyorum şu an ama parça sayısını 20 küsüre indirmek çok zor olmuştu. Soundtrack albüm için seçilen tracklerin projelerine geri dönüp tekrar edit yapıyorsun. Miks için hazır hâle getiriyorsun, tekrar albüm formatı için miksleniyor ve mastering e gidiyor.  

Bu kayıtların albümleştirilmeleri, albüm lafını çok konuştuğumuz zamanlarda olmamamıza rağmen bana çok anlamlı geliyor. Umarım bu müzikler de bir gün albüme dönüşür.

Ben de albümcüyüm. Özellikle film müziği dediğimiz zaten bir hikâye, bir strüktürü olan bir şeyden bahsediyoruz. Çünkü soundtrack albümünü hazırlarken filme dair bir hikâye de oluşturuyorsun aslında. Belki bu, filmle beraber kronolojik olarak ilerlemeyebilir ama karakterler arası seyahat, hikâyenin içerisine girmesi, hikâyenin ana temasının nerede girip çıktığıyla ilgili aslında o albüm sıralaması ve albüm hazırlanması başka bir hikâye.  

Şu sıralar Londra’dasın. Gündeminde başka neler var, bunlardan da ipuçları alalım. 

Burada da birkaç pre-production aşamasında olan proje var. Daha netleşmediği için şimdi isimlendirmeyeyim. Istanbul-Londra arasında git gel yapıyorum sıkça, zaten mobil setup’a geçmem deki en büyük etken de bu. Ekibimi de bir şirket adı altında toplamak istedim, o yüzden Comfortnoise isimli bir şirket kurdum Londra’da. Anlamı da şu; Telefonda konuşurken bazen arada bir sessizlik oluyor, kesildi zannediyorsun, bekliyorsun hat gelecek diye… “Burdayım abi” falan diye o aradaki sessizlikte tribe giriyorsun ya karşılıklı; bağlantı koptu mu diye. Bunu engellemek için telefon sistemleri araya bir noise sokuyor, buna Comfortnoise deniyor. Comfortnoise Generator iki tarafın konuşması esnasında arkadaki gürültülerin ortalamasını alıyor. O noise’un ortalamasını iki taraf da sustuğu zaman hemen devreye sokuyor sistem otomatik olarak, böylece hattın kesilmediğini farkediyorsun ve konuşmaya devam ediyorsun. Ses yapıştırıcısı gibi bir şey yani. Film müziği tam da bir comfortnoise aslında: Hikâyeler-karakterler arasındaki akışı devam ettirerek uygun ses yazıyorsun. 

Sanırım bir single da yaklaşıyor. Belki ondan da bazı havadislerin vardır. 

Önümdeki single, yine diğerlerinden biraz farklı bir sound’a sahip. Parça uzun zamandır önümdeydi ama kendime beğendiremediğim için tamamlayamadım. “Acaba kendimi tekrar mı ediyorum, burada yeni bir şey yapabildim mi, burada beni heyecanlandırmayan bir şey var, acaba ne var?” diye aslında v.1, v.2, v.3, v.17’ye kadar giden versiyonlarla dolmaya başladı. Bir yerde bıraktım.

Her müzisyen soruyordur umarım bu soruları.

Bu noktada zaten senelerdir dostum olan, sonrasında da komşum olan Barlas (Tan Özemek) ile bir gün akşam yemeğinde parçaya beraber girmeye karar verdik ve teklinin prodüktörlüğünü üstlendi. Tamamen teslim oldum Barlas’a. Parça hazır, çok içimize sindi, şimdi görselleri ile ilgili çalışıyorum. Yakın zamanda, görseller de içime sindiği vakit alacağım yayına.