“ALLES IN ALLEM”: Yıkım devam ederken Einstürzende Neubauten enkazın etrafında süzülüyor

2020 öyle bir yıl oluyor ki, artık çok çabuk sıfırlanan toplum hafızamızın dahi kolay kolay unutamayacağı travmatik günlerden geçiyoruz. Kapitalizm fiyaskosu gözler önünde, modern dünyanın, köklü demokrasilerin, ulus devletlerin çöküşünü izliyoruz. Bu gördüklerimiz, kısa vadede değişimin tetikleyicisi olmayacak belki ama en azından artık kral, görmek istemeyenler için bile çıplak. Birey ve toplumlar sadece değirmene su taşıdıkları kadar varlar, büyüme rakamları her birimizden daha değerli. Bu dünyanın merkezinde biz yokuz. Üstelik sistem bir yana, yuva bildiğimiz, aidiyet hissettiğimiz her bir yapı da tek tek başımıza çöküyor resmen.

Yazı: Berk Sayan – İllüstrasyon: Sadi Güran

Aslında bu hisse pek yabancı değiliz. Acı ve umut insanlık tarihi boyunca hep birbirinin içinde gizliydiler, bir neden sonuç ilişkisiyle bağlı oldular birbirlerine. 80’lerde, soğuk savaş yıllarında, duvarın yıkılışına doğru adım adım ilerlerken, yeni ve daha modern bir dünya mı inşa ediliyor yoksa dünya aslında başımıza mı yıkılıyor; insanlık bu iki duygu arasında hapsolup sıkışmıştı. Eskisinden daha iyi olacağı iddia edilen bu “yeni” düzen pazarlanırken, bir inşa değil yıkım yaşandığının inancında olan bir grup müzisyen Einstürzende Neubauten (yeni binaların yıkımı) adıyla müzik yapmaya başladı. Tam da endüstriyelleşmenin merkezinde, makineleşmenin en derinden hissedildiği Berlin’de. İsimleri, İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’da mantar gibi çoğalan ve daha ucuza mal edilen binalar için kullanılan terimden (“neubauten”) geliyordu. Grup kurulduktan çok kısa bir süre sonra Berlin Kongre Salonu çatısı yıkıldı ve isimleri daha da metaforik bir hal aldı. Tam da bağlam ve metaforu müziğin kendisinden daha değerli bulduğunu söyleyenlere yakışır nitelikte.

Eski moderne de yeni moderne de karşı olan bu ekibin başında Blixa Bargeld vardı. İngiliz nihilist punkların paralel şeridinde dadaist ve yapı-bozumcu bir bakış açısıyla müzik yapıyorlardı. Var olan her şeyi reddediyorlardı, çünkü bugün gördüğümüz gerçeklerin farkındaydılar: Ortada var olduğu iddia edilen şeylerin hiçbiri yoktu. Her şey, tüm gerçeklik bir yanılsamadan ibaretti. Sosyal devletlerin, insan ve toplum sağlığına öncelik vermesi gereken kurumların aslında var olmadığını gördüğümüz gibi. Bargeld ve okul arkadaşı N.U. Unruh 1980’de kurdular grubu, tüm sanatsal etiketler ve ezberleri reddettikleri için yaptıkları şey daha önce yapılmış hiçbir şeye benzemiyordu. Unruh, kendi perküsyonlarını tasarlayıp yaratıyor, grubun müziğine en karakteristik özelliklerinden birini katıyordu. Blixa Bargeld’in akıp giden kelimeleri, bir bütünün tekrar bir araya getirilemeyecek parçaları gibi oldular her zaman, paramparça ve dağılmış. Tarihin Bilinçdışı kitabında şöyle diyor Bülent Somay: “Dekonstrüktivistler, her biri bir kurma olan hikâyeleri parçalarlar. Böylece sapla saman birbirinden ayrılmış olur. Ancak bu kez de saman dağınık kalır; anlaşılabilecek, bilgiye dönüşebilecek bir bütün kalmaz ortada.” Bu metinde dekonstrüktivistler yerine “Blixa’nın sözleri” ya da “Neubauten’ın müziği” yazarak yaptıkları şeyi çok iyi şekilde özetleyebiliriz. Zaman içerisinde tabii ki hem sözler açısından hem müzikal anlamda değişiklikler yaşadı grup, yerinde saymadı, ancak özünü her zaman korudu. Jochen Arbeit, Rudolf Moser ve Alexander Hacke’nin de gruba dahil olmasıyla deneysel ve endüstriyel stilleri netleşti. Ekibin tüm üyeleri farklı farklı enstrümanlar çalarak, prodüksiyonun ve yaratım sürecinin birçok başka aşamasında yer alarak ürettiler. Stüdyoda yarattıkları kaotik atmosferi ve reddedişi sahneye de çok iyi taşıdılar. 1984’te yanlarına Genesis P-Orridge ve Fad Gadget gibi azılı itaatsizleri de alarak Londra’da Institute of Contemporary Arts’ta sahneye çıktıktan kısa bir süre sonra salonun zeminini matkap ve hiltiyle delmeye başladılar. Salon yetkilileri çareyi elektrikleri kesmekte buldu. Concerto for Voice and Machinery adını verdikleri bu konser iş makineleri ile bir kakafoni yaratmayı amaçlıyordu, kakafoniden fazlasına sebep oldu. Seyircinin de dahil olmasıyla ICA bir savaş alanına döndü.

(2007’de Jo Mitchell tarafından bir replikası sahneye taşınan Concerto for Voice and Machinery’den görüntüler.)

Uzun bir süre Nick Cave and the Bad Seeds’e eşlik eden, Birthday Party’nin de bir üyesi olan Blixa Bargeld, 2003 yılında Einstürzende Neubauten’a odaklanmak için Nick Cave ile yolları ayırdı. Cave, bu sürecin ona ve üretimine çok kan kaybettirdiğini açıkça söylüyor 20.000 Days on Earth belgeselinde. Blixa, Neubauten’a zaman ayırmak için ayrılmıştı fakat işlerin pek öyle gittiği söylenemez. Biri 2004 ve biri 2007’de olmak üzere hepi topu iki albüm yayımlayabildiler. Ardından 7 senelik bir molanın üstüne Mute etiketiyle yayınlanan Lament geldi; Birinci Dünya Savaşı üzerine hazırlanmış başarılı bir konsept albümdü bu. Einstürzende Neubauten diskografisinde başka bir yere koymak gerekiyor onu, bir soundtrack albümü gibi değerlendirilebilir mesela.

Ve 6 yıllık ikinci uzun aranın ardından, 2020’de nihayet yeni bir albümle karşımızdalar. Şu kabulle dinlememiz lazım grubun son albümü ALLES IN ALLEM’i: Karşımızda genç ve dinamik bir ekip yok artık. Gücünü karşı çıkışından alan Einstürzende Neubauten üyeleri artık hayatın “kabulleniş” çağında. Onlardan aynı gürültüyü ve sahnede yarattıkları kaosu beklemek yersiz olur. Ancak yine de ayaktalar ve enkazın arasında süzülmeye devam ediyor, gördüklerini anlatıyorlar. Bu kabulleniş müziğe de yansıyor doğal olarak, dinlemesi eski dönemlerine nazaran daha kolay şarkılar var bu albümde, ama bunu yaratıcılıktan uzaklaşma anlamında tanımlamak doğru olmaz. Doyurucu bir albüm olan ALLES IN ALLEM’e haksızlık olur bu. Açılış şarkısı “Ten Grand Goldie”yi bir kenara koyarsak oldukça dokunaklı, koyu ve ağır bir albüm. Berlin’den dramatik bir tanıklık tasvir eden “Grazer Damm”, dağıttığı parçaları toparlamak ve yeni bir “ben” ya da yeni bir alfabe yaratmak isteyen “Seven Screws”, artık medeniyetin son kullanma tarihinin geçtiğini salık veren “Zivilisatorisches Missgeschick” ve tabii ki albüme adını veren “Alles in Allem” koyu ve ağır sıfatlarının karşılığını veren şarkılar. Aynı etkiye sahip “Tauschen”de ise bir başkasının hayalleri arasında ne aradığını soruyor Blixa Bargeld ve cevabı veriyor: “Hiçbir şey aramıyor, sadece bekliyoruz, bekleyecek bir yere ihtiyacımız var.” Tıpkı kapandığımız evlerde bir süredir yaptığımız gibi. Parlak bir gelecek hayalinin arayışındayız güya ama tek yaptığımız sadece beklemek. Üstelik bu “parlak” gelecek hayalini bize çizilen sınırlar içinde kalarak ve gerçekçi olmak adına doğru ve adaletli olandan çok uzak bir noktada kuruyoruz. Hayaller bile abluka altında. Tek arzumuz eskiye dönmek. Ev hapsinden kurtulmak, sokağa çıkabilme özgürlüğümüzü yeniden kazanmak için çürüdüğünü çok yakından deneyim ettiğimiz bu sistemin parçası olarak hayata devam etmeye razıyız. Bu hayal bize ait değil, burada aslında hiçbir işimizin olmadığını biliyoruz. Buradayız, yalnızca bir yerde sonumuzu beklememiz gerektiği için.