Arşivden: Ebru Yıldız ve görülebilir ruh hâlleri

Ebru Yıldız’ın fotoğraflarında karşınızdaki müzisyenin nasıl bir ruh hali içinde olduğunu, o sırada aklından neler geçtiğini kavramanız çok kısa bir bakışla mümkün. 2014’te Ebru Yıldız’la Babylon Dergi için yaptığımız röportajda kullandığımız “Görülebilir ruh hâlleri” başlığı beş yıl sonra da çok doğru hissettiriyor. NPR’dan Pitchfork’a birçok prestijli yayınla çalışan, bir yandan kendi serilerini ve kitaplarını hazırlayan, konser fotoğrafçılığından portrelere uzanan skalasında duyguyu her daim belirgin kılan New York’ta yerleşik fotoğrafçı Ebru Yıldız, Steve Gullick ve Aylin Güngör ile birlikte Red Bull Music Festival Istanbul’un FRAMED sergisinin konuklarından.

1-15 Ekim tarihleri arasında Akaretler’de Red Bull House of Music’te görülebilecek sergide Yıldız’ın portre ve konser fotoğraflarından karışık bir seçki bizleri bekliyor. Sergiye günler kala, 2014’te Babylon Dergi No: 23 ve 2016’da Bant Mag. No: 51 için Ebru Yıldız’la yaptığımız röportajlardan kimi alıntılar derledik.

Lightning Bolt

KONSER FOTOĞRAFÇILIĞINA NASIL BAŞLADI?

“Ankara’da doğdum, büyüdüm. Üniversiteden hemen sonra da New York’a taşındım. New York’ta yaşamak ortaokuldan beri hayalini kurduğum bir şeydi. Fotoğrafa ilgim çok organik olarak gelişti. Zaten her zaman konserlerdeydim, konser fotoğrafı çekmek o hayat tarzının bir uzantısı olarak geldi. Konserler sırasında inanılmaz yoğun hissettiğim anları alıp eve götürebileceğimi ve istediğim zaman tekrar tekrar bakıp aynı hisler içerisine girebileceğimi keşfettiğim an, bütün olaya bakış açım değişti. Biliyorum biraz klişe geliyor kulağa, ama yapabileceğim bir şey yok çünkü doğrusu o.”

Marissa Nadler
Sharon Jones

MÜZİSYEN PORTRELERİ HAKKINDA

“Portre fotoğraflar çekmek ve onlar için hazırlanmak kadar çok sevdiğim başka bir şey daha yok galiba. Aynı zamanda hem çok kişisel hem de değil. Yaptığım ilk şey müziklerini dinlemek ve beni nasıl hissettireceğine bakmak ve onların nasıl hissediyor olduğunu hayal etmek. Tam olarak oradan başlıyorum: müzik ve sözlerin hissettirdiğini görselleştirmekten. Genellikle her çekim için bir veya iki spesifik fikir buluyorum. Neredeyse her zaman aradığım şey bir ruh hâli oluyor. Ve bu ruh hâlini, o müzisyen ya da müzikle ilgili ilginç bulduğum bir şeye dayanarak o insanlardan çıkarmaya çalışıyorum. Modelin suratındaki ifade ve ışık önemsediğim iki şey. Bazen nerede ve ne zaman çekim olacağına dair hiçbir kontrolüm olmuyor çünkü bir son dakika editöryel iş çıkabiliyor. Hiç görmediğim birinin fotoğrafını, hiç bulunmadığım bir yerde, menajerinin verdiği beş dakikalık süre içerisinde çekmek durumunda kaldığım zamanlar oluyor. Bu tür durumlarda olduğunuz yere adapte olabilmek ve sınırlı zamanda iyi bir iş çıkarabilmek çok kritik hale geliyor.”

KENDİNE ÖZGÜN BİR TARZ GELİŞTİREBİLMEK

“Bunun bir fotoğrafçı için bir kırılma ânı olduğunu düşünüyorum. Rolling Stone için ilk işimi yaparken, kendimi işimi onların zevkine göre biçimlendirirken buldum. Sonra insanların kendime has tarzım sebebiyle benimle çalışmak istediğini fark ettim. Ve bu da öyle olmalıydı. Tabii müşterinin istekleri önemsizmiş gibi algılamayın, demek istediğim sadece yayınlanacağı için, yapmış olmaktan gurur duymayacağınız işlerle vakit harcamayın. Birlikte çalışmak için seçtikleri fotoğrafçıların yanı sıra bu müzik medyalarının farklı sesleri, onlara yolladığım fotoğrafların arasından editörün seçtikleriyle de ortaya çıkıyor. Bunu görmeyi de çok seviyorum. Hepsi birbirinden farklı.

Tabii ayrıca her medya için görmezden gelemeyeceğiniz bazı detaylar da mevcut. Örneğin geçtiğimiz günlerde Noisey için Fat White Family’nin fotoğraflarını çektim. Solist sahnede tamamen soyundu ve bence Noisey böyle bir şeyi yayınlayabilecek tek mecraydı. NPR, Tori Amos’u bir oturma odasında 200 hayranıyla bir araya getirebilecek tek mecra olduğu gibi Pitchfork da sizi bir DIY konser mekânına, gelip gelmeyeceği belli olmayan bir müzisyenin fotoğrafını çekmeye gönderebilecek tek mecra.”

Mac DeMarco

FOTOĞRAFLADIĞI MÜZİĞİ BİLMEK / SEVMEK ÜZERİNE

Eskiden müziğini bildiğim grupları daha iyi fotoğrafladığım doğru, çünkü onların müziğiyle daha fazla uyum içinde hissediyordum. Yani yakaladığım anlar benim hissettiğim şeyle onların sahnede hissettiği şeyin kesişmesi gibi oluyordu. İlk başladığımda yalnızca sevdiğim grupların fotoğraflarını çekiyordum. Defalarca! Ama bu işi profesyonel olarak yapmak için, müziği hissetseniz de hissetmeseniz de iyi fotoğraflar çekebiliyor olmanız gerekiyor. Pitchfork’taki ilk editörümün hiç hip hop fotoğrafı çekmediğimi duyduğunda şaka yollu olarak ufkumu genişletmemi söylediği zamanı hatırlıyorum. Haklıydı. Tıpkı sadece belli bir tür müzik dinleyerek bir müzik eleştirmeni olamayacağınız gibi, ‘’sadece punk gruplarının fotoğraflarını çekiyorum’’ diyerek de bir müzik fotoğrafçısı olamazsınız.

Les Savy Fav
Death By Audio

DEATH BY AUDIO PROJESİNİN ÇIKIŞ NOKTASI

Bu projeyi yapmak için bir sürü sebebim vardı ama en önemlisi, bu tür birçok mekânın haklarında kapsamlı bir belgeleme olmadan kapanıyor olmasıydı. Max’s Kansas City’den daha fazla fotoğraf olmasını ya da yıllar önce Williamsburg’de açık olan Kokie’s isimli barın fotoğraflarını görmek isterdim. Sadece mekânın fotoğrafları değil ama orada olmanın nasıl bir şey olduğunu bilebilmek için görsel bir deneyime ihtiyacın var. Kahramanlarımdan biri olan Godlis’e CBGB civarındaki insanlar hakkında harika bir fotoğraf kitabı yayınladığı için minnettarım. Ayrıca Peters Andersson’ın Cafe Lehmitz’i için başka türlü deneyimleyemeyeceğim bir şeyi bana sunduğu için de minnettarım. Beni yanlış anlamayın, kitabımı bu anıtsal kitaplarla kıyaslamıyorum. Demek istediğim şey Death By Audio benim CBGB’m ya da benim Cafe Lehmitz’im. Sadece insanların orada olmanın nasıl bir şey olduğunun tadına varmasını istiyorum. Yani aklımda olan şey buydu. Çok duygusal olmamaya çalıştım ve kendimi iş moduna soktum. Parti moduna kaptırmadan, sadece çalıştım. Ama tabii ki bu inanılmaz derecede duygusaldı.

DEATH BY AUDIO FOTOĞRAFLARINDA DİNLEYİCİNİN OYNADIĞI ROL ÜZERİNE

Dinleyiciler kesinlikle bir konserin en önemli parçası. Dürüst olmak gerekirse, Death By Audio projesine dek sahnede müzik yapanlara olan hayranlığım yüzünden işin en önemli kısımlarından birini görmezden geldiğimi fark etmemişim. Tam olarak görmezden gelmek değil tabii ki ama her şeyden çok sahnedekinin bir hayranı olduğum için kameramı parçası olduğum gruba çevirmek hiç aklıma gelmemişti. Dinleyiciler fotoğraf çalışmalarımda hep farklı bir fonksiyona sahip olmuştur. Onlarla birlikte olup onların enerjisinin içinde kayboluyordum, ama asla benim ana odağım haline gelmemişlerdi.