Arşivden: Steve Gullick, çektiği fotoğrafların hikâyelerini John Robb’a anlatıyor

1-15 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Red Bull Music Festival Istanbul kapsamında, şehirde heyecan verici bir müzik sergisi kuruluyor. Radyo istasyonuna, özel performanslara ve sanatçı konuşmalarına ev sahipliği yaparak festivalin merkezi olacak Red Bull House of Music’te açılacak FRAMED sergisi, müzik fotoğrafçılığında iz bırakan işlere imza atmış Steve Gullick, Ebru Yıldız ve Aylin Güngör’ün özel seçkilerini bir araya getirecek. 1 Ekim’de Beşiktaş Akaretler’deki Red Bull House of Music’de açılacak sergi öncesinde Bant Mag. arşivine dalarak 2013 tarihli Steve Gullick röportajını hatırlıyoruz.

Nirvana’dan Björk’e, Jeff Buckley’den The Cure’a, özellikle 90’lar müziklerine ait çok sayıda ikonik karenin sorumlusu olan fotoğrafçı Steve Gullick’i Milk Gallery & Design Store’da açtığı EMERGENCE sergisi vesilesiyle 2013 Mayıs’ında İstanbul’da ağırlamıştık. Bant Mag. ile Vodafone Istanbul Calling iş birliğiyle gerçekleşen sergi esnasında Gullick, onun gibi müzik dünyasının baş köşesine adını yazdırmış müzisyen ve yazar arkadaşı John Robb’un samimi ve eğlenceli sorularını yanıtlamıştı. Şimdi bu söyleşiden yaptığımız alıntılarla Steve Gullick’in kamerasını eline aldığında aklından geçenlere yanaşacağız.

Screaming Trees
Hole

PROFESYONEL MÜZİK FOTOĞRAFÇILIĞINA NASIL BAŞLADI?
“Rock fotoğrafçılığı, küçüklüğümden beri yapmak istediğim tek şeydi. Her neredeysem orayı karanlık odaya çevirirdim, kaldığım otel odalarını bile. Konserlere gitmeye, grupların fotoğraflarını çekmeye devam ettim; bu şekilde gruplarla da tanışıyorsun tabii ki… Sonra the Levellers grubunun menajeri [müzik gazetesi] Sounds için birkaç fotoğraf çekmemi istedi. Onlar için Screaming Trees’in bir fotoğrafını çekecektim. Konsere gittim, gece uyumayıp fotoğrafları bastım ve ertesi sabah dergiye götürdüm. Ve bana £21 verdiler. […] Sounds için farklı janrlardan bir sürü grubun fotoğraflarını çektim, ama beni gerçek anlamda etkileyen ve müzikal anlamda dikkatimi çeken o ilk yaptığım Screaming Trees işi oldu. Beni o kadar çok şeyden haberdar etti ki. O Screaming Trees konseriyle ilgili muhteşem bir anımı anlatayım. Nasıl bir şey olduğunu duymak için Screaming Trees’in bir albümünü satın aldım çünkü hiçbir fikrim yoktu ve böyle teknomsu bir şey çıktı! Meğer The Screaming Trees adında bir İngiliz grubuymuş! Dolayısıyla konserin belki de umduğum kadar iyi olmayacağını düşündüm, ama tabii hayal edebileceğimden 10 kat daha güzel çıktı çünkü The Screaming Trees değil de Screaming Trees konseriydi!”

İLK BÜYÜK İŞİ
“My Bloody Valentine ile 1990’da yaptığım çekim ilk büyük işimdi. Bir müzik gazetesi için çalışırken, genellikle oldukça kısa bir vaktin oluyor ve genellikle de grubun hemen olduğu yerde veya oldukları yerin 100 metre ötesinde çekim yapıyorsun. Örneğin My Bloody Valentine’ın prova odasına gittim ve oradaki koltukta otururlarken ve koridorda fotoğraflarını çektim… Dışarıda fotoğraflarını çekmeyi çok istiyordum çünkü çok güzel ve güneşli bir gündü, ama bu konuda çok isteksizlerdi. Hatta… Sen onların hiç dışarıda oldukları bir fotoğraf gördün mü? [John Robb’a soruyor.]”

MÜZİĞİ SEVMEK ŞART MI?
“Bence performans fotoğrafçılığı, müzisyenle ortak bir çalışma anlamını taşımıyor. Yani grup çalıyor ve sen onun resmini çekiyorsun. Bir portre çekimi yaptığında ise onlarla iletişimdesin, ortak bir çalışma yapıyorsun ve beraber ne kadar çok şeye ilgi kurabilirseniz resimler de o kadar iyi oluyor. Ben hükmen grubun müziğini seviyorsan, onlardan daha iyi resimler çıkarabileceğini düşünürdüm. Ama azıcık bile olsa yağcı bir tavırla yanlarına gidersen, bu tam tersine de çalışabilir bence. Çünkü bu işi yaparken profesyonel olmak lazım ve resmini çektiğin insana hayranlık duyamazsın. Duysan bile kendini o duygulardan uzaklaştırman lazım. Çünkü o duyguları o odaya taşıyabileceğini sanmıyorum. Bence pop starlarının resmini çekerken bile, pop starlar insanlarla eş bir seviyede daha iyi iletişim kurabiliyorlar, öyle değil mi?”

Soundgarden
Mudhoney

GRUNGE GÜNLERİ VE AKSİYON
“O günlerde [konserlerde] en öndeydim. Gruplara ne kadar yakın olabilirsem, aksiyona ne kadar yakın olabilirsem –üzerime atlayanlar, üzerime düşenler, sırtımda tepinenler, kırılan şeyler…– işine o kadar devam edebiliyorsun. Bu grupların da çok hoşuna gidiyor. Aksiyonun içine giren bir fotoğrafçıysan, “Aa sen de bizdensin!” diyorlar. Aslında daha önceki soruya dönecek olursak, eğer aksiyonun bir parçasıysan –ki bence olman lazım ve ben öyleydim– belki de bu canlı performans çekimlerinin de bir ortak çalışma yönü olduğunu söyleyebiliriz.”

İNSANLARI RAHATLATMAK
“Poz verilen çekimlerin temelinde insanları rahat hissettirmeye çalışmak var. En önemlisi bu. Fotoğraf makinesini çıkardığın anda bu insanların çoğu, mesela Nick Cave gibi milyonlarca defa fotoğrafı çekilmiş birisi, bundan nefret ediyor. Mesela Elliott Smith’i düşünebiliyor musunuz? O kadar hassas bir karakterdi ki! Bir kameranın yakınında bile olmak istemezdi. O yüzden insanları rahatlatmaya çalışmalısın. Bu her zaman benim için en önemli şey olmuştur.”

Nick Cave
Björk

NICK CAVE’İ ÇEKMEK
“Nick Cave’le çekimi olabildiğince çabuk tamamlıyorsun. Dalga geçmiyorsun. Kamera veya film aramıyorsun. Yanında bir iki makine oluyor, hemen fotoğrafları çekiyorsun, bitiriyorsun ve ‘Teşekkürler, Nick!’ diyorsun. Bu bağ kurulmadığı anlamına gelmiyor. Çünkü bir iki seferden sonra seni böyle hatırlıyor.”

“ÇOĞU PROFESYONEL MÜZİSYEN ZORLUK ÇIKARMAZ”
“Mesela Björk ve Beck, çok profesyonal iki sanatçı. Onların her biriyle birer saatim vardı ve her ikisi de üç dört kostüm değişikliği yaptı. Onlara pek bir şey söylemem gerekmiyordu. Kıyafeti giyip bir poz verirlerdi ve ben de bunu yakalamayı becerecek kadar profesyoneldim. Onlarla yaptığım çekimler, deneyimsiz bir sanatçıyla yapacağım sekiz, dokuz saatlik bir çekime eş değerdi. Ne yapmaları gerektiğini biliyorlar. Çoğu profesyonel ve iyi müzisyen zorluk çıkarmaz. Çünkü bunu yapmaya başlarsan çekimi yalnızca uzatırsın. Çoğu kişi oyunu isteksizce oynuyor ama bunu yapmaları gerektiğini de biliyorlar. İnsanlardan hiç kötü tavır almadım çünkü genellikle sadece bitmesini istiyor oluyorlar.”

“BENİM FOTOĞRAFÇILIĞIM SORUN ÇÖZMEYE BENZİYOR”
“Çekime bir gündemle girmek o kadar verimsiz bir şeydir ki… Benim fotoğrafçılığım sorun çözmeye benziyor. Genellikle çevren dolayısıyla oldukça sınırlısın, ama ben her koşulda, her yerde, her ışıkta iyi bir fotoğraf yakalanabileceğini düşünmek isterim. İyi bir fotoğrafçıysan bunu yapabilmen lazım.”

EFSANEVİ JEFF BUCKLEY ÇEKİMİ
“Bugüne kadar yaptığım en zorlu çekim Jeff Buckley’leydi. Çok uzun süredir Grace‘in promosyonunu yapıyordu ve bundan çok bezmişti. O fotoğraf, albümün tanıtım kampanyasının sonuna doğru çekildi. New York’taydık ve kesinlikle orada olmak istemiyordu. Sony’nin New York ofisindeydik ki bu düşünebileceğin en can sıkıcı mekân, berbattı. İçeride pencere bile yoktu ve dışarıda deli gibi yağmur yağıyordu. Başta fotoğrafları evinde çekebilir miyiz, diye sormuştum. Bunun çok iyi olabileceğini düşünüyordum. Ev her zaman insanları çekmek için iyi bir yer, öyle değil mi? Onları kendi ortamlarında çekmek… Mekânda doğrudan bir rahatlık öğesi oluyor… Bir fotoğraf için harika. Neyse. Jeff fotoğrafını çektirmek istemiyordu, tüm bu işlerden bezmişti ve yakışıklı biri olarak tanınıyordu, insanlar hep bundan bahsediyordu. Benim de o aralar kafam dazlaktı ve tipimi beğenmediğini, orada olmak istemediğini hissettim. Ben de ona şakalar anlatmaya başladım ve bu pek de işe yaramadı. Ama sonradan ‘Pekala, o zaman çirkin çekimi yapalım. Eminim tüm bu güzel adam saçmalıklarından bıkmışsındır, haydi çirkin çekimi yapalım’ dedim ve buna bayağı istek duydu. Bu yüzden de dünyadaki en kullanılamayacak Jeff Buckley fotoğraflarına sahibim.”

NIRVANA ÇEKİMLERİ
“Nirvana’yla yedi, belki sekiz çekim yaptım. Fotoğraflarını çekmeden önce onlarla tanışmıştım. Nirvana müziğe çok önem verirdi. Belli müzik yayınlarını okur, belli müzik habercilerine ve dergilerine saygı duyarlardı. O yüzden onlara yanlış bir tavırla yanaştın mı iyi fotoğraf alma şansın yoktu. Ben saygılı bir şekilde yaklaştım. Harika olduklarını düşünüyordum; fotoğraflarını çekebildiğim için çok mutluydum. Anında anlaştık ve bu onlarla yaptığım çekimler boyunca devam etti. Kurt çok büyük bir müzik hayranıydı ve büyük bir müzik hayranı olmak demek, birçok müzik fotoğrafına bakmak demek. Onlar da insanı tabii ki etkiliyor. Ve o bir rock star olmak istiyordu. Rock star’ların neye benzediğini biliyordu ve fotoğraflarda ne yaptıklarını biliyordu. O yüzden hiçbir zaman onunla konuşmaya gerek olmadı. Çünkü nasıl görünmek istediğini zaten biliyordu. […] Bana güveniyorlardı. Bildiğiniz gibi dünyadaki o sayılı gruplardan biri oldular ve ben de onların imajını hiçbir zaman sömürmedim. Resimlerini her tarafa, her dergiye yollamadım. Sanırım 1992’de biri gayrıresmi bir Nirvana kitabı hazırlıyordu ve onları geri çevirdim. Kurt de bunu biliyordu ve bunu takdir ediyordu. Bunun gibi şeyler yani. Karşılıklı saygımız vardı. […] Kurt kendini öldürdüğü zaman ciddi bir şekilde negatifleri yakmayı düşündüm. Çünkü 65 yaşımda bir zamanlar fotoğrafını çektiğim o harika şarkıcının resimleriyle geçinmek durumuna düşmek istemiyordum. Ama sonunda bunu yapmadım. Bir sürü insan bana bunu yaparsam ona tarihte hakkı olan yeri vermeyeceğimi, imajını muhafaza etmemiş olacağımı söyledi. Ama sanırım eninde sonunda yapmak istemediğim şeyi yapmak zorunda kalacağım.”