Evde müzik dinlemenin tarihçesi: Audio Erotica

Yazı: İlayda Güler

Efsane o ki Sony’nin kurucusu Masaru Ibuka walkman’i, günlerden bir gün Tokyo İstasyonu’nda, elinde kulaklık takılı bir ghetto blaster’la (kulpla taşınabilir, kocaman kaset çalar) yürüyen bir adam gördüğü anda icat etti. Çünkü dışarıdayken daha hafif ve daha az yer kaplayan bir cihazla müzik dinleyebilmek herkese iyi gelirdi. Hâliyle, ilk kez kullanıma sunulduğu 1979 itibarıyla müzik dinleme alışkanlıklarında radikal bir dönüşümün önünü açtı Sony Walkman. Öyle ki yarattığı heyecan, kimi tehlikelere de zemin hazırlayabiliyordu.

1981’de, İngiltere’nin Aldershot kentindeki bir Hi-Fi mağazasının önünden karşıya geçmeye yeltenen Jonny Trunk’a âniden bir motosiklet çarptı. Kendisi, birkaç gün önce edindiği Sony Walkman II’yu kulağına bağlamış, onun ücretsiz eklentisi olarak gelen demo kasetinin A yüzünde yer alan, Japon caz füzyon grubu The Square imzalı “Jungle Strut” parçasında kaybolmuşken, dikkatsizce yola atlayıverdi. 

Loş aydınlatmasıyla içerideki tüm Hi-Fi cihazlarının ön pano ışıklarına baştan çıkarıcı bir parlaklık kazandırdığını hatırladığı Tru-Fi adlı dükkânda arkadaşlarıyla geçirdiği zamanın ve oradan, biriktirdiği parayla satın aldığı ilk ses teknolojisi ürünü olan Walkman II’nun Jonny Trunk üzerindeki etkisi büyüye eşdeğerdi. Tabii bu ilginin arkası geldi; yıllar ilerledikçe, walkman’le başlayan koleksiyona başka çeşit çeşit müzik çalar, plak, amplifikatör ve hoparlör eklendi. 

Birleşik Krallık’ın en büyük ikinci el Hi-Fi etkinliği olan Tonbridge merkezli Audio Jumble’a giderek veya eBay üzerinden tuhaf, yaratıcı, başarısız fark etmeden Hi-Fi dünyasının rengârenk figürlerini incelemek; Jonny Trunk için bir tutkuya dönüşmekle kalmayıp, nefis bir arşiv kitabının da fişeğini ateşledi. Geçtiğimiz ay Londralı grafik tasarım ve yayıncılık kuruluşu FUEL etiketiyle yayımlanan Audio Erotica, savaş sonrası Avrupa’dan milenyum öncesi Japonya’ya kadar uzanan bir rotada Hi-Fi broşürlerinin izini sürüyor.

Southwest – 1973

AIWA, Braun, JVC, Nakamichi, Sony, Zenith ve aralarına giren daha onlarcası… Marka adına göre alfabetik olarak sıralanan broşürlere kısa formatlı bilgi metinlerinin eşlik ettiği kitap, henüz dijital platformlar yokken üretilmiş ses ekipmanlarının plaktan makaradan makaraya banta, kasetten CD’ye varan teknolojik gelişiminin yanı sıra pazarlanma biçimi üzerinden Hi-Fi kültürünün sosyal etkisine ve evde müzik dinlemenin tarihine de ışık tutuyor. Audio Erotica’nın geniş arşivinden seçmelerle ses teknolojisinin savaş gölgesinde ABD ve Avrupa’da yaşanan gündelik hayatın dönüşümü üzerindeki etkilerine, dönemin en ilginç icatlarından bazılarına, Hi-Fi nesnelerinin reklamlar ve popüler kültürdeki karşılıklarına baktık.

Savaş bitti, müzik evlere girdi

II. Dünya Savaşı’nın ardından, yalıtılmış evleri dışarıdaki dünyaya geçirgen hâle getiren yüksek kaliteli ses teknolojileri; sunduğu yeni, güvenli ve olanakları bol yaşam senaryosuyla topluma ilaç gibi geldi. Zira gündelik sorumluluklardan eğlenceye, yemek yemekten sekse kadar evde yapılabilecek her şeye eşlik edebilecek müzik, o zamana dek neyin dinleneceğini programcının inisiyatifine bırakan radyo ve düşük kalitesiyle keyif kaçıran fonografın imkânlarından çok daha fazlasını sunarak kulağa gelebiliyordu artık. Hi-Fi cihazlarının orta sınıf için hızlıca arzu nesnesine dönüşmesi kaçınılmazdı.

Herkesin kendi zevkine uygun müziği yuvasında muhafaza edebiliyor olması, ev içi sosyalleşmeler esnasında dinlenilen kayıtlara dair yapılan paylaşımlarla müzik kültürünün olgunlaşmasını çokça destekledi; sonraları evden sokağa taşınabilen kişisel deneyimlerin de tohumunu ekti. Tüm bunları sağlayan teknolojiyi üretmekte olan şirketlerin tarihçesinde savaşın bıraktığı derin izler var elbette. Bünyesine katıldığı Radio Corporation of America’dan (RCA) 1943’te, dönemin şiddetli atmosferi dolayısıyla ayrılan JVC, memleketi Japonya’daki kolları üzerinden serüvenine devam ederek çığır açan kimi aygıtlar geliştirdi: İlk ayrık dört kanallı ses sistemi, Videosphere adlı uzay kaskı biçimindeki televizyon, VHS formatı gibi.

1925’te Peter Bang ve arkadaşı Svend Olufsen tarafından kurulan Danimarkalı Bang & Olufsen, savaş sırasında Almanya için üretmeyi reddedince, fabrikaları Nazi yanlısı sabotajcılar tarafından yakıldı. Ancak durmadılar, küllerinden doğdular. Ib Fabiansen ve Jacob Jensen gibi öncü tasarımcılarla çalışarak bir dizi şahane müzik sistemi yarattılar. Psikoakustik araştırmalar, o döneme denk gelen Bang & Olufsen ürünlerinin bugün hâlâ mükemmel ses verdiğini söylüyor.

Bang & Olufsen – 1971

Sidney Harman ve Bernard Kardon tarafından 1953’te New York’ta kurulan Harman/Kardon’un öyküsü ise bir Yahudi göçmen olarak Rusya’dan Teksas’a ulaşıp savaş zamanında ABD’ye iletişim teknolojisi sağlamış elektrik mühendisi David Bogen’in şirketinde su altı akustik ekipmanları üreten Kardon’un; deneyimlerini, Bogen’in o sıralar görmezden geldiği yerel ses pazarına aktarma arzusuyla başladı; Bernard Kardon 1959’da ayrılmış olsa da marka hâlâ aktif.

Alman savaş zamanı teknolojisiyle oluşmuş bir ses kayıt devriminde sıra. Ampex 200, haftalık radyo programında kullanılan transkripsiyon disklerinin kalitesinden memnun olmayan Bing Crosby’nin gecikmeli canlı yayını için 1948’de Rus mühendis Alexander M. Poniatoff ve ekibi tarafından geliştirilen makaradan makaraya bant sistemi. Bir de trivia: Bing Crosby, prototiplerini pazara sunma konusunda finansal zorluk yaşayan Ampex’i 50 bin dolar değerinde bir çekle desteklemiş.

Savaş sonrasına gelince; bir elektronik mağazası olarak başlayan hayatını, dönemin kısıtlamalarını aşmak için önce radyolar, 1951’den itibaren de televizyon setleri ve taşınabilir kayıt cihazları imâl ederek sürdüren Grundig için işler, 1960’ta Belfast’ta bir fabrika açmasıyla tekinsizleşti. Kuzey İrlanda’da yaşanan The Troubles döneminde fabrika genel müdürü Thomas Niedermayer’ın kaybıyla sarsılıp, yıllar sonra da iflas eden şirket, 2007’de Türkiyeli Koç Holding tarafından satın alındı.

Wall of Sound konseri – 1973. Fotoğraf: Richard Pechner
Makineler neden bu kadar zeki?: Daha iyi duyabilmemiz için

Peki bunca hengâmenin gölgesinde vücuda gelebilmiş yaratıcı teknolojiler arasında hangileri göze çarpıyor? Taşınabilir plak çaların, gençliğin, partilerin, rock ve popun yaygınlaşmasının simgesi hâline gelen 1952 çıkışlı Dansette, bunlardan yalnızca biri. Otomobil içindeki müzik seti sisteminde otomatik olarak bir sonraki radyo istasyonunu arayan sihirli düğmeyi bildiniz mi? O da 1953’te Alman şirket Becker tarafından bulundu. 

Modern müzik tarihine dikkate değer bir katkı vermiş olan EMI bantları öyle kaliteliydi ki The Beatles’ın tüm stüdyo kayıtları ona teslim edildi. The Beatles demişken; 1957’de Abbey Road’a dört tanesi yerleştirilen, çelik ve keçeden yapılmış yankı ayarlayıcı 140 Reverberation Unit, savaş döneminde Berlin’de kurulan rakipsiz pikapların üreticisi Elektromesstechnik’in (EMT) eseri. Audio Erotica’nın yazarı Jonny Trunk’a göre “Saf ses amplifikasyonu açısından McIntosh’tan daha iyisi olamaz.” Öyle ki 1969 Woodstock’u gücünü ondan aldı; Grateful Dead, 1973’e tarihlenen efsanevi Wall of Sound şovunda onu kullandı; hip hop kahramanı DJ Kool Herc, ikonik sisteminde iki Technics pikabının arasına onu yerleştirdi. 

Evet, Tokyo’daki küçük bir elektronik mağazası, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinden birine dönüşebildi. Anlayacağınız, konumuz Sony. İcatları saymakla bitmiyor ama gelin önce, Jonny Trunk’ın aklını başından alan Walkman II’ya giden yola bir bakalım. 1968’de yüzünü gösteren walkman öncüsü TC-50 kompakt kaset kaydedici / oynatıcı, Apollo 7’den itibaren görevlerini kayıt altına almaları için tüm NASA astronotlarına verildi. Onu takip eden Betamax hüsranla sonuçlansa da walkman ve discman, birer nostalji nesnesi olarak hepimizin hafızasına kazındı.

Jürg Jecklin Float namıdiğer JJ Float, adını taşıyan İsviçreli ses mühendisi tarafından 1971’de tasarlanmış bir elektroakustik kulaklık. Yine de kulaklık deyip geçmemek lazım çünkü her yönüyle tuhaf ve şaşırtıcı. Ayarlanabilme özelliği yok, kutu gibi ancak hantal görüntüsüne rağmen oldukça dinamik. Hakkında, “Başınıza oturuyorsa ve aptal gibi görünmenin sizin için sakıncası yoksa buyrun.” diyor Jonny Trunk. Öte yandan, New York Modern Sanat Müzesi’nin (MoMA) endüstriyel tasarım koleksiyonunda yerini almış.

SABA – 1983

Bir üzücü hikâye. Kuzey İrlanda 1973’te, hükümet tarafından finanse edilen bir Hi-Fi şirketi kurmaya karar verdi fakat üzerinde çalışılan ilk cihaz olan plak çaların prototipinde kullanılan motorlar çocuk oyuncaklarından alındığı için işler sarpa sardı. Peşinden gelen üretim hatalarıyla Strathearn, milyonlarca borçlanarak kapatıldı. Norveçli Scandinavian Electro Acoustic Systems’ın (Seas) alametifarikası ise 1977’de patentini aldığı dinamik sönümleme konseptinin birer parçası olan DD Tower ve Disco Tower adlı iki kule hoparlör. Havalı değil mi? Bu temaya dair arşiv, Nova’nın renk çarklı müzik çaları ve Amstrad’ın üst kapak içinden neon ışıklar saçan pikabıyla genişliyor; ilgililerin bilgisine.

Mikrofonları, transformatörleri ve manyetik kulaklıkları Soğuk Savaş boyunca casuslar tarafından kullanılan Alman şirket Sennheiser’in 1980’lerde uçakları fethettiğini biliyor muydunuz? Lufthansa ve BA Concorde yolcularının kulaklarını rahat ettirmiş Sennheiser. Takvimler 1990’lara vardığında ise metal limon sıkacağı, şeffaf hayalet sandalye gibi ikonik nesnelerde parmağı olan Fransız tasarımcı Philippe Starck’la bir atkı veya sütyen olarak yorumlanabilecek Boa adlı hoparlör üzerinde ortaklaşan SABA markası dikkat çekiyor.

Dual – 1970
Hayat tasarımla güzel

Audio Erotica’nın belgelediği teknolojik dönüşüm üzerinden mekân kurgularının da -özellikle de evlerin- tekrar düşünüldüğü rahatça okunabiliyor. Savaş sonrasında yaygınlaşan yeni “evde dinleme” alışkanlıkları; bir konseri alışılmadık biçimde deneyimlemenin, tek başına duyulan müziğin yarattığı meditatif hissin ya da küçük gruplarla eğlenmenin zevkini yaşatmaktan biraz daha fazlasını yaptı. Çocukların eğitimi veya dini ritüeller için kullanılan başka türde kayıtlara da alan açmak gibi. Böylesi bir yaşantının vadettiği konfora ve sosyal statüye ulaşabilmek için gelişmiş ses teknolojisi sunan nesnelerin hem akustik hem de estetik olarak bulunduğu odayla uyumunun gözetilmesi elzem oldu; bu, bireysel kimlikleri de yeniden biçimlendirdi.

Üst sınıf için işler her zamanki gibi daha kolaydı zira yetenekli mimarlarla çalışarak gerekli düzenlemeleri gerçekleştirebildiler. Hatta kültür yaygınlaştıkça, Hi-Fi sistemleri doğrudan, konutların planlarına dâhil edildi; en baştan tasarlanmak üzere. Çoğunlukla daha düşük gelirli toplulukların yaşadığı evlerde ise uyum kriterlerini bozma ihtimali yüksek bir problem olarak alan darlığı ve onun uzantısı olan ses geçirgenliğiyle diğer odalardaki mahremiyeti bozmama kaygısı baş gösterdi. Tüm bunları çözebilmek için iki seçenek vardı: Ayrı bileşenlerden kişiselleşmiş sistemler oluşturmak ya da birçok ihtiyacı karşılayacak biçimde tasarlanmış kullanışlı Hi-Fi mobilyalarına mekânda iyi bir yer bulmak.

Braun – 1957

Şaşırtıcı ve zarif formlarıyla misafirlerin gözünü alan Hi-Fi dolapları, hem varlığını ima edip hem de erişimini sınırlayarak bir arzu nesnesinin üstüne düşeni fazlasıyla yapıyordu. Ne olursa olsun, her şeyi içine sığdırabilen bir mobilya ya da aynı koşulları sağlayacak bir duvar düzenlemesiyle kablo yığınını ortadan kaldırmak şarttı. Kullanıcılar ayrıca, ideal ses kalitesine ulaşabilmek için minimalist, hafif yapılarıyla özgünleşen Kuzeyli tasarımlara ve kalın perdelerden uzaklaşmaya yönlendirildi. Bir diğer görüş de biricik olmayan, kopya edilmiş müziği sergilemektense, psikolojik manipülasyon yoluyla ses kaynaklarını mümkün olabildiğince görünmez kılmanın, hoparlörleri sahte bir cepheye gizlemenin doğru olacağını söylüyordu fakat bu pek kalıcı olmadı.

1970’lerde kurulan Fransız şirket Art & Acoustique Appliquée yani 3A’nın mobilya formunda ürettiği ses teknolojilerinden biri, aktif subwoofer’ın bir sehpanın içine gizlendiği ve uydu hoparlörlerin odanın etrafına yerleştirildiği trifonik sistemi. İngiliz menşeli Brinkman ise sesin her yere akmasına izin veren açık ünitelerini, seramik vazoya benzer bir aksesuar görünümünde tasarladı. 

Braun – 1963

1921’den itibaren nitelikli modern teknoloji üreten Braun, 1950’lerde “nesnelerin ahlakına ve iyi tasarımın daha iyi bir yaşama yol açabileceğine” derinden inanan HfG Ulm okuluyla yakın temaslar kurmaya, öğrencilere markanın tasarım, prototipleme ve geliştirme süreçlerinde sorumluluklar vermeye başladı; ne harika ama! Ürün tasarımcısı Hans Gugelot ve grafik tasarımcı Otl Aicher’in yürütücülüğünde ilerleyen HfG Ulm ortaklığının katkılarının, Braun bünyesine şef olarak katılan bir başka ürün tasarımcısı Dieter Rams’ın vizyonuyla birleşimi, ürünlerin kullanıldığı mekânla ilişkilenme biçimini de sunan tasarım yaklaşımını ve pek tabii bugünün ikonikleşmiş kimi parçalarını doğurdu. Hem radyo hem de plak çalar olarak kullanılan, Pamuk Prenses’in Tabutu olarak da anılan SK4; broşürünün fonuna İstanbul vapurları ve camilerini yerleştiren, kapaklı ve kulplu radyo T1000 gibi.

BASF
Sesi nasıl sunarız?: Gözlerimizdeki müzik

Teknolojiyle birlikte dönüşen özel mekânlarda en çok vakit geçiren kadınların, salonlarının ortasına yerleşecek yeni cihazları seçebilecekleri pek düşünülmemiş gibi görünüyor. Öyle ki ev = kadın denkleminin hüküm sürdüğü savaş sonrası dönemde gelişen Hi-Fi nesnelerinin birincil alıcılarının erkekler olması ne yazık ki pek şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olmayan bir bilgi daha: Ürünler daima kadın figürlerin yer aldığı reklam materyalleriyle pazarlanmış. Audio Erotica’daki yüzlerce broşürde çoğunlukla yalnız başına kadınları görüyoruz. Erkek temsili büyük oranda aile ortamında ya da kalabalık parti atmosferinde çıkıyor karşımıza; o da yanında mutlaka bir kadınla. 

Murphy – 1960’ların ikinci yarısı

Yazar Jonny Trunk, kitabın adının her şeyin en başında, yalnızca Hi-Fi’ın özünde olduğunu düşündüğü seksapele atıfla koyulduğunu, broşürleri taradıkça görülen kadınlar üzerinden bir erotik ima yapma niyetinin olmadığını söylüyor. Aralarında öyle tuhaf örnekler var ki… II. Dünya Savaşı’nda İngiliz Silahlı Kuvvetleri için setler, daha sonra da televizyonlar üreten Murphy şirketinin 1960’ların sonuna rastlayan broşüründe sizce ne oluyor mesela? “Murphy. İçinizi ısıtan televizyon.” ifadesini slogan edinmiş bir marka neden katıldığı partiden keyif almıyora benzeyen, gözlerini kapalı televizyon ekranına kilitlemiş bir kadın ve ona pek de hoş gözlerle bakmayan bir adama odaklanmamızı istiyor olabilir? 

Genellikle gösterişli fotoğraflar, cool mekânlar, düşünceli kadınlarla bezenmiş broşürlerin yanında, tanıdık simaların bir parçası olduğu reklam filmleri de teknoloji markalarının pazarlama stratejisinde önemli bir yer kaplıyor elbette. İsmini memory (bellek) ve excellence (mükemmellik) sözcüklerinin birleşiminden alan Silikon Vadili Memorex’in 1970’lere rastlayan Ella Fitzgerald’lı reklam filmi serisi, sloganının hakkını verenlerden. Scat yaparken tiz notalara çıkan Fitzgerald’ın sesinin yüksek frakansına dayanamayıp çatlayan cam kadeh, canlı performansı kaydeden kaset çalınırken de kırılıyor; vadedilen öyle bir kalite yani. Hâliyle marka şunu soruyor: “Bu canlı mı yoksa Memorex mi?”

Ses sistemlerinin yanı sıra mikrodalga fırından dizüstü bilgisayara kadar pek çok teknoloji üreten Japon devi Toshiba’nın FST model televizyonları için hazırlanan kampanya klibi de klasikler arasında. Senaryosu Dave Trott’a ait olan filmde çizgi animasyonla canlı aksiyonu birleştiren görüntülere, Ian Dury’nin robotik sesinden dinlediğimiz “Hello, Tosh Got a Toshiba” şarkısı eşlik ediyor. Hikâyesi, görseli, müziği; her unsuruyla izleyiciyi ânında yakalıyor. 

Popüler kültüre temas etmişken; kitabın da es geçemediği, sinema anlarında görünmüş kimi Hi-Fi nesnelerinden bahsetmek eğlenceli olabilir. J.A. Michell Engineering markasının Hydraulic Reference plak çaları bunların en ikoniği muhtemelen; görünce tanırsınız. Kendisi, Kubrick’in 1971 yapımı A Clockwork Orange’ındaki Alex’in odasında tüm muhteşemliğiyle Beethoven sesleri yükseltiyordu. 1964’te Transcriptors markası için üretilen bu eşsiz plak çalar, tasarımcısı David Gammon’ın aklında dönüp duran “Neden mühendislik zarafetine sahip bir şeyi siyah bir kasanın içine, daha da kötüsü, sanki birisinin bahçe kulübesinde yapılmış gibi görünen ahşap bir kasanın içine koyalım ki?” sorusuna bulduğu cevap aslında. 1971’de London Design Center’dan ödül kazanmış. Filme girmesi Kubrick’in, pikabın üretildiği fabrikayı ziyaret edip David Gammon’dan bizzat izin almasıyla olmuş. J.A. Mitchell Engineering bağlantısı kafa karıştırmadan açıklığa kavuşturalım: Bu, fabrikasında makine atölyesi bulunmayan Gamon’ın hâlihazırda çalıştığı mühendislik şirketlerinden biri olan J.A. Mitchell Engineering’e 1973-1977 aralığında Hydraulic Reference Turntable’ı yeniden üretme lisansı vermiş olmasının sonucu.

Marty McFly’ın Back to The Future’da (1985) beline taktığı walkman, 1950’lerde mikrofonla başlayıp, ses ekipmanlarından elektrikli diş fırçasına uzanacak şekilde ürün gamını genişleten Japon markası AIWA’nın HS-P02 Mark II modeliydi. “Audio erotica” tanımına cuk oturan bir başka Hi-Fi güzeli ise Adrian Lyne’ın başrollerinde Kim Basinger ve Mickey Rourke’u buluşturan 1986 çıkışlı filmi 9½ Weeks’teki cinsel gerilimi körükleyen Nakamichi RX-505 kaset çaları. 

Buraya kadar okuduysanız gördüğünüz gibi Hi-Fi konusu bir derya deniz. Ona Jonny Trunk eşliğinde dalış yapmaksa kesinlikle çok zevkli. Kendisinin Audio Erotica’dan önce yine FUEL’den yayımlanmış The Music Library; Dressing for Pleasure In Rubber, Vinyl and Leather; Own Label: Sainsbury Design Studio 1962-1977, Wrapper’s Delight, Auto Erotica ve AZ Record Shop Bags adlı kitaplarına da tam buradan göz atabilirsiniz. Kapanışı onun giriş metninin finaline atıfla yapmak tatlı olur bizce: “Dinlediğiniz için teşekkürler.”