Lagünde yüzen ölü balıklar: Baklava Cumhuriyeti

Yazı: Zelal Buldan - Fotoğraf: Salih Üstündağ

Üç yıldır Atina’da sahnelenen ve zaman zaman başka ülkelere de konuk olan Baklava Cumhuriyeti, 27. İstanbul Tiyatro Festivali ile Türkiye’de ilk kez izleyiciler ile buluşmuş oldu. Üç farklı dilin (Yunanca, Türkçe ve İngilizce) konuşulduğu oyunda Cem Yiğit Üzümoğlu, Katerina Mavrogeorgi, Giorgos Katsis ve Gary Salmon oynuyor. Oyunun yazarı ve yönetmeni ise Anestis Azas. 

Oyun Çıkışı söyleşisinde bahsedildiği üzere; Alexandra Kazazou’nun Cem Yiğit Üzümoğlu’nun bir araya gelişi, Salto oyununun yönetmeni Alxandra Kazazou vesilesiyle gerçekleşmiş. Oyun Çıkışı söyleşisinde sürece dair daha fazla detay bulabilirsiniz. İzlemek isteyenler buraya.

Konu nedir?

Yunanistan’dan Sophia ve Türkiye’den Fatih’in yolu eğitim için gittikleri Londra’da kesişir. Birbirine âşık olan çift, Fatih’in mevsimsel depresyonu sebebiyle Londra’da daha fazla kalamaz. Kendilerine bir hayat kurmak isteyen Fatih ve Sophia evlenir, Yunanistan’ın Misolonki kasabasına yerleşir ve baklavacı dükkânı açar. Türkiye ile Yunanistan’ın paylaşılamayan tatlıları bu dükkânda bildiğimizden biraz farklı olarak sağlıklıdır. Avokadolu baklavalar, kinoalı lokumlar…  

Yaratıcı ve kalori düşmanı çiftimizin çocukları Meze’nin ırkçılığa uğraması ile olaylar gelişir. Çift, başlattıkları baklava işini bir ülkeye dönüştürerek bir ada satın alır ve kendi küçük ülkelerini kurar: Baklava Cumhuriyeti! Baklava Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ve yok oluşunun sebeplerini öğrenmek üzere komedi ile harmanlanmış bir zaman yolculuğuna çıkarız.

İlk intiba

Bir grup araştırmacının eşliğinde Baklava Cumhuriyeti’nin tarihini öğrenmek üzere olduğumuz bilgisiyle beraber Fatih ve Sophia’nın ilk röportajını izliyoruz. Baklava Cumhuriyeti’nin sonunun iyi bitmediğinin bilgisini hafızamızın bir köşesine iterek bol bol kahkaha atıyoruz. Fatih ve Sophia’nın tanışma hikâyesini, ilişkilerinin ilerleyişini, çocukları Meze’yi tanıyoruz önce. Evet Meze. Her iki dilde de olan ve dinle ilgisi olmayan bir isim arayışının sonucunda çocuklarına Meze ismi koyan çifti dinlerken, araya bir reklam arası giriyor. Kahkahalarımızı canlı tutan reklam boyunca bir cümle kulaklarımızda çınlıyor: 

“Her durumu bir trajediye dönüştürmemeliyiz!” 

Röportaj, reklam, Fatih’in TEDx konuşması derken tempolu ve bol eğlence soslu ilerleyen Baklava Cumhuriyeti’nin hikâyesi, Meze’nin okulda ırkçılığa uğramasıyla başlıyor. Daha fazla Misolonki’de kalmak istemeyen çift, yedi adımda kendi ülkelerini kurmayı başarıyor. Fatih ve Sophia bize ayrımcılığın olmadığı bir ülke sözü veriyor. Fatih ve Sophia’nın sözüne güvenerek, hafızamızının bir köşesine ittiğimiz kötü sonu yaşamak üzere takipte kalıyoruz. 

Ambiyans/ ortam/ mekan/ kurgu/ dekor için neler söylebilirsin?

Gerçek dünyadan rüya âlemine, röportajdan reklama, festivalden kaosa, kahkahadan hüzne geçerken; ışığın, sesin, oyuncuların rolden hızlı çıkıp girişlerinin, dekorun ufak tefek fakat yerinde değişiminin etkisiyle olayların takibinde kalmak için seyirci olarak çok çaba sarf etmeye gerek kalmıyor. Onca geçişe rağmen Baklava Cumhuriyeti’nde hiçbir zaman kaybolmuyoruz.

En çok hangi âna yükseldin?

Ortalığın una bulandığı, baklavaların açıldığı ve muhtemelen hepimizin çıkışta baklava yemeye karar verdiği o an. Açık avokadolu baklavacı var mıdır? Hmm neyse, benimki avokadosuz olsun… Bol fıstıklı.

Nasıl hissettirdi?

Sona yaklaştıkça basamak basamak artan ve tuğlaların etrafa saçılıp Baklava Cumhuriyeti’nin yıkılışıyla en yüksek noktaya çıkan rahatsızlık hissi etrafımı sarsa da başta bol bol atılan kahkahanın tebessümü de bir yerde duruyor. 

Ayrımcılık üzerine bütün sözleri söyleyen oyundan aklımda kalan son cümle ise şu oluyor:
“Ertesi gün, ölü balıklar lagünün üzerinde yüzüyordu.”

Baklava Cumhuriyeti, farklı yerlere gömülen âşıkların hikâyesi. Aynı zamanda hayal kuranların ve umut etmekten vazgeçmeyenlerin de hikâyesi… Ve ölü balıkların…