Bant Mag. No:33'ten // Sanatın cinsiyet ekonomisi: Vivian Maier’ı Bulmak

Finding Vivian Maier belgeseli, John Maloof’un 2009’da tesadüfen satın aldığı bir sandık dolusu sokak fotoğrafı üzerine çıktığı bir keşif hikâyesi. Ancak film, sanatçıyı ölümünden sonra keşfetme derdinin ötesinde bir dizi sorunlu başlık açıyor. Sanat ve yeni yaşam biçimleri üretebilmenin olasılığı ve sanatın cinsiyet ekonomisi üzerine…

Yazı: Gözde Naiboğlu

1950’lerden 1990’lı yıllara kadar Chicago ve New York’ta çocuk bakıcılığı yaparak hayatını kazanan Vivian Maier, bu yıllarda boynuna astığı Rolleiflex fotoğraf makinesi ile çektiği yüz binlerce sokak fotoğrafının ancak ölümünün ardından 2009 yılında bulunmasından sonra keşfedilen bir amatör fotoğrafçı ve bağımlılık derecesinde ıvır zıvır ve gazete toplamış bir koleksiyoncu. Maier’ın çektiği bir koli dolusu banyo edilmemiş negatifi tesadüfen bir açık artırmada satın alan John Maloof, şu an dünyanın çeşitli yerlerinde gösterimde olan Finding Vivian Maierisimli filmin hem anlatıcılığını hem de yönetmenliğini (Benim Cici Silahım’ın yapımcısı olan Charlie Siskel ile birlikte) üstleniyor. Film, bir yandan Maloof’un fotoğrafları bulması ile başlayan arşivleme ve araştırma yolculuğunu izlerken bir yandan da Maier’ı az da olsa tanıyan, çoğunluğu işverenlerinden oluşan bir grup orta sınıf bireyin anıları ve hikâyeleri üzerinden Maier’ın eksantrik kişiliğinin gizemini çözmeye çalışıyor.

Film işte bu birbiriyle çelişen iki kulvarda dönüşümlü bir diyalektik izliyor: Bir yandan röportaj yapılan kişilerin kolektif bir biçimde Maier’ın hayatından dramatik bir hikâye çıkarma çabasını bir o kadar dramatik ve duygu yönlendirici müzikler eşliğinde sunarken öte yandan Maloof’un üstlendiği görevin maddi koşullarını nicel detaylar vermeye özen göstererek ele alıyor. (Maier’e ait eşyalar ve negatiflerle dolu ilk kolinin 380 dolara satılmasından, müzelerin yeterli fona sahip olmadıkları gerekçesiyle Maier’ın negatiflerini arşivlemeyi reddetmelerine kadar Maloof’un karşılaştığı güçlükleri de hikâyenin beraberinde dinliyoruz.) Öncelikle Maloof’un emeğine dair bu detaylar, belgesel türünün kendi gerçeklik ve temsil taahhütlerini sorgulamasından kaynaklı anlatı arayışları gibi görünse de, filmin sonunda Maloof’un kendini haklı çıkaran gururlu kapanış mesajına bağlanıyor: “Tüm bu zorluklara rağmen 20. yüzyılın en yetenekli sanatçılarından birinin eserlerini gün ışığına çıkardığım için çok mutluyum.”

vivian_14

Bu kapanış mesajı, elbette filmin başından beri sorunsallaştırdığı, eserlerin sanatçının ölümünden sonra sahiplenilmesi ve sergilenmesi meselesini gerekçelendirme kaygısıyla doğrudan ilişkilendirilebilir. Maloof böylelikle, Maier’ın hayattayken kendisi dâhil hiçkimseye göstermemeyi tercih ettiği fotoğraflarının olağanüstü estetik ve tarihsel değerinden edindiği kârı, doğrudan sanata ve insanlığa aktarmakla, bu etik sorunun içinden çıkıyor gibi görünüyor. 2009’da sessiz sedasız bir başına ölen Vivian Maier’ı “bulmak” için başlatılan bu kolektif çaba da, hayatta olduğu dönemde uymamayı seçtiği birçok kalıp ve norma “bana bakmayın” dercesine direnen bir kadının, ölümünden sonra kâr getiren kült bir sanatçı olarak yeniden keşfedilmesinin rahatsız edici hikâyesine dönüşüyor.

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:33’e ulaşabilirsiniz.