Álex Pina ve Esther Martínez Lobato ile Berlin üzerine

Röportaj: Burcu Teker

İki sezon sürmesi planlanırken küresel çapta kazandığı sansasyonel ivmeyle beş sezona yayılan hit suç draması La Casa de Papel’in arkasındaki zihin Álex Pina ile dizinin yazarlarından Esther Martínez Lobato; tesiri yüksek, empatiden yoksun, sofistike maço Berlin spin-off’u ile geri döndü. Pedro Alonso tarafından hayat verilen Andrés de Fonollosa karakterinin derinliklerini gözlemleme gayesi taşıyan taze projenin; aynı anda hem zalim hem kahraman olabilen egosantrik dehanın servetten öte açlığını çektiği diğer kavramla ilgilendiğini söylemek mümkün: Tutku.

Orijinal dizinin özünü yakalarken romantik komediye de göz kırpan sekiz bölümlük Berlin; bir gecede 44 milyon euro değerinde mücevher çalmak için birbirinden farklı karakterlerden oluşturduğu beş kişilik usta çetesiyle Paris’te bir araya gelen şeytan tüylü hedonist hırsızın, incelikli soygunu üzerindeyken beklenmedik bir gönül meselesi inşa etmesi etrafında dönüyor. Seri boyunca; “sırf bitecek diye şehvet dolu bir aşktan vazgeçme” fikrini, “ölüneceği için yaşamamaya” benzetiyor Andrés. Henüz amansız hastalık teşhisinin konmadığı, İspanya Kraliyet Darphanesi soygunu öncesi altın çağında; hayatı yaşamaya değer kılan şeyleri irdeliyor gerek kendi içinde gerekse ekibindeki farklı öykülere sahip beş karakter ile.

29 Aralık itibarıyla Netflix kütüphanesinde yerini alan Berlin dizisini, yaratıcıları Esther Martínez Lobato ve Álex Pina’dan dinlemek üzere bir Zoom seansında buluştuk ve Andrés de Fonollosa’nın taviz vermediği ölçüsüz keyif düşkünlüğü etrafında olup bitene dair çeşitli ipuçları aldık.


“İnsanların bir süreliğine kafalarını dağıtmalarını sağlayacak yeni, romantik, hafif bir iş çıkarmanın peşindeydik ve bunu Berlin’den daha iyi kimse yapamazdı doğrusu.” -Álex Pina

La Casa de Papel her şeyden öte mutlak iyi / mutlak kötü kavramlarını tartışıyordu. Türlü enteresan karakteri mercek altına aldık ve gizli dünyalarını keşfe çıktık. Favori gösterilen karakterler arasında sizi bir Berlin spin-off’una yönelten unsurlar nelerdi?

Álex Pina: Berlin’e odaklanmamızın altında yatan sebep tam olarak karakterin belirsizliği, ne zaman ne yapacağının belli olmayışı. İzleyiciyi şaşırtma yetisi oldukça güçlü. Bir bakmışsınız şimdiye dek tanıdığınız en iyi insan, bir bakmışsınız görebileceklerinizin en kötüsü… Dolayısıyla onu oraya, etrafındakilere liderlik ve tesir etmesi misyonuyla yerleştirdik. O da kendini en olmayacak aşk hikâyesinin orta yerinde buldu. Berlin ne yapacağı kestirilemez, kesinlikle öngörülemez bir karakter. Sarılırken her an bir bıçak da saplayabilir; kucaklayıp, bağrına da basabilir. Yani olabildiğine vahşi, benmerkezci iken aynı zamanda iyi nitelikleri kuşanmış. Güzelliği sever, takdir eder; hayattan zevk almayı bilir… Tüm bu keşmekeş onu epey ilginç, ilginç olduğu kadar da eğlenceli bir karakter kılıyor.

Narsist kişilik bozukluğundan muzdarip biri Berlin; aynı zamanda son derece de manipülatif. Böyle bir karakterin zihninde bu kadar çok zaman geçirmek üzerinizde nasıl bir etki bıraktı?

Esther Martínez Lobato: Doğrusu oldukça eğlenceli bir serüvendi. Zira tasarlarken çok eğlendiğimizi söyleyebilirim. Berlin’in o denli uç bir kişiliği var ki size dilediğinizce gezinebilmek ve politik doğruculuğun peşinde koşmayan, farklı şeyler yapabilmek için hayli geniş bir hareket alanı sağlıyor. Bu da bir suç dizisini eğlenceyle katmanlama fırsatı veriyor. Böylesine karanlık ve bahsettiğiniz gibi sinirsel zayıflıkları olan birini alıp bir aşk hikâyesinin göbeğine yerleştirmek son derece enteresan ve fakat keyifliydi açıkçası. Hem de La Casa de Papel’in aksine ölümün eşiğinde olmadığı, tüm güzelliklerin tadını çıkarabileceği; ya da bencil ve kalbini yeniden attırıp yaşadığını hissettiren kadın uğruna hilelere başvuran şekilde âşık olabileceği zamanlarında…

Karakter özelinde güzelliğe, heyecana ve tutkuya karşı güçlü bir açlık hissi var. Yoğun hedonizm tadı alıyoruz. Bunun, gerektiğinde gerçekliği kenara itmekte sakınca görmeyip haz peşinde koşan yeni dünya düzenine bir gönderme olduğunu söylemek doğru olur mu?

Álex Pina: Evet, Berlin iflah olmaz bir romantik; gerçeklerden kaçmakta bir sakınca görmüyor, sürekli olarak haz ve doyum peşinde. Kendini diğerlerinden ayrıştırma çabasında. Gerekli gördüğü her noktada hakikatten kaçmayı tercih ediyor. Onun karakterini tasarlarken toplumsal portre çizmek gibi bir niyet beslemedik. Bu, giderek haz odaklı hâle gelen günümüz toplumunun gerçekleri nasıl bir kenara bırakmaya yöneldiğine dair bir eleştiri de değil. Senaryoyu yazmaya başladığımızda Ukrayna Savaşı patlak vermişti. Jeopolitik gerçeklik o kadar sertti ki izleyicinin gerçek dünyadan uzaklaşmasına, yaşananları biraz olsun zihninden çıkarıp salt hoş vakit geçirmesine yardımcı olacak bir yapım ortaya koymak istedik. İnsanların bir süreliğine kafalarını dağıtmalarını sağlayacak yeni, romantik, hafif bir iş çıkarmanın peşindeydik ve bunu Berlin’den daha iyi kimse yapamazdı doğrusu.

La Casa Papel’den başkaca tanıdık yüzleri görmeye devam edecek miyiz?

Álex Pina: Gerçek şu ki Berlin’i La Casa De Papel‘den ayrı tutmak istiyoruz. Bu sebeple eski çeteden kimseyi dâhil etmedik. En azından bu sezon için!