Beyaz yakalılar ve “freelance” çalışanlar da örgütlenir: Yeni dayanışma platformları

Dünyada Mekân, Galatasaray Meydanı’ndaki Hazzopulo (Danışman) Pasajı No:1 Kat:1 adresinde beyaz yakalı ve freelance çalışanlar için bir dayanışma mekânı olarak geçtiğimiz sonbaharda kuruldu. Dünyada Mekân’ın kuruluş öyküsünü ve hedeflerini Müştereklerimiz’den Zeyno Pekünlü’yle, beyaz yakalıların ve freelance çalışanların iş yaşamında karşılaştığı sorunları ve örgütlenme çabalarını ise Kaç Bize Gel’den Hikmet Topal ve Plaza Eylem Platformu’yla konuştuk.

Röp: 13melek, Neyir Özdemir – İllüstrasyon: Sadi Güran

dynyadanbiryer_web

DÜNYADA MEKÂN

Dünyada Mekân’ın kurulması ön hazırlıkları 2014’te başlayan ve ilki 2015 başında düzenlenen bir forum süreciyle birlikte ilerledi. Bize o süreçten bahsedebilir misin?

Mekân fikri Müştereklerimiz’in 2012’den beri tartıştığı bir şey olarak soyut bir düzeyde hep vardı. Kendimize “Sadece ortak alan savunusuyla yetinmeyip ortak bir alan da kurabilir miyiz, insanları yan yana getirebilir miyiz” sorularını sormaktaydık. Ama bu mekânın karakterinin ve yapacağı siyasetin ne olacağı sorusu biraz ortadaydı. Zamanla kişisel siyasi bağlantılarımız üzerinden beyaz yakalı ve freelance örgütlenmeleriyle konuşurken onlarda da böyle bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca mekânı bu konu üzerinden kurup kuramayacağımızı tartışmak için bir forum çağrısı yapıldı. Forumlarda beyaz yakalıların 9-6 çalışma saatleri yüzünden mekânı çok rahat kullanamayacakları ortaya çıktı ve böyle bir dayanışma mekânına ihtiyaçları olmakla birlikte mekânın çatısını asıl kurabileceğimiz alanın freelance çalışanlar olacağı fikri şekillendi. Forumların içinde de ayrı bir inisiyatif oluştu ve mekâna dair tüm kararlar bu inisiyatifin çağrısını yaptığı toplantılarda verildi.

Bu konunun dışında forumlarda en çok dile getirilen problem beyaz yakalılar için yalnızlaşma, bulunduğu yerde siyaset tartışamama, performans üzerinden değerlendirilme, arkadaş değil rakip olma meseleleri; freelance çalışanlar içinse yalnızlaşma, eve kapanma, kafelerde çalışmak zorunda kalıp çok para harcama gibi konulardı. Aslında bu bir çeşit sosyalizasyon üzerinden örgütlenme meselesi. Eğer sistem seni eve kapatıyorsa senin gibi sorunları olanlarla yan yana gelemiyorsun ve kendi durumunu sana özel zannediyorsun. Mekân biraz da bu insanları yan yana getirme amacıyla kurulmuş oldu. Etkinlik yapma ihtiyacı, kendine benzeyen insanlarla film izleme, spor yapma, yürüyüşe çıkma gibi konular dile getirildi. Hepsinin gelip dayandığı nokta sosyalizasyon meselesi. Elbette forumlarda güvencesizlik gibi iş koşulları meseleleri de konuşuldu. Mekân doğrudan bunları çözmeyi amaçlamıyor ama bunları çözmeyi amaçlayan Plaza Eylem Platformu, Kaç Bize Gel, Yayınevi Emekçileri Kolektifi ve dolaylı ilişkimiz olan Umut-Sen gibi gruplarla insanları yan yana getirmeyi hedefliyor.

Hatırladığımız kadarıyla mekân tartışmasının yanı sıra bir de kooperatif tartışması yürütüldü.

Kooperatif tartışması mekân tartışmasından da önce başladığımız ve mekânla birlikte düşündüğümüz bir şeydi. Benzer meslek gruplarında olan insanların bir çeşit üretim kooperatifi kurup kuramayacağı sorusunu kendimize sorduk. Bahsettiğimiz kooperatif meselesi, özellikle İspanya’da çok fazla örneğini gördüğümüz, gelecekte iş güvencesini de sağlamak amacıyla kullanılabilecek bir vasıta olarak konuşuldu. Türkiye’de şu anda çok fazla kooperatif var, bunların çoğu tüketim kooperatifi. Az sayıdaki üretim kooperatifi büyük ticari şirketlere de dönüşebiliyor. Üretim kooperatifi çok daha karmaşık bir şey olduğu için şu anda tüketim ağı diyebileceğimiz bir çalışmayla başlandı, direnen üreticilerden birtakım sebzeleri alan ve alışveriş grubuna dağıtan bir ağ olarak tasarlandı. Ama hâlâ tartışılan uzun vadeli amaç, örneğin 10 tane çevirmenin bir araya geldiği, iş paylaştığı, kazandığı paranın bir miktarını kenara ayırabildiği, bir çeşit sandık kurup geleceğini güvence altına alabildiği bir model. Bizim açımızdan bununla uğraşmak şu an bürokratik açıdan zahmetli. Resmi bir kooperatiften önce onun bir fikriyle yola çıkılabilir.

Freelance çalışanların para karşılığı kullandığı ofisler çevrede git gide yaygınlaşmakta. Oralarda mekânın kendisi bir amaçken, Dünyada Mekân’da mekân bir araç. Peki Dünyada Mekân’ın politik amacı ne?

Ortak çalışma mekânlarına dair bir sürü girişim var, bazıları maddi sebeplerle, bazıları ise yaratıcı insanların bir arada çalışması gibi duygusal güdülerle kuruluyor. Biz sadece Türkiye’de değil, başka yerlerde de böyle mekânların ortaya çıkmasını bir semptom olarak gördük ve bunun ticari olmayan versiyonunu dayanışma mekânı olarak nasıl düşünebiliriz diye sorduk. Dünyada Mekân’a gelen insanların herhangi bir maddi katkıda bulunması gerekmiyor, kimseye bir yer ayrılmıyor ve gelen katılımcıların kendi emeğini oraya vermesi gerekiyor. Bu anlamda basitçe “Evden çıkamıyorum, dışarıda ofisim olsa ve paylaşsam ne kadar güzel olur” duygusundan yola çıkıyor ama bunun yanına bu duyguya sebep olan iş hayatı örgütlenmesine karşı birbirimizle nasıl dayanışılabileceği gibi daha politik bir soru getiriyor. Asıl farkı burada, yoksa sistem olarak yine benzeyen bir sistem; size sağladığı imkânlar çay, kahve, masa, çalışılabilecek bir alan ve internet. Bu başlığın altında tekrar sosyalizasyon olgusu vurgulanmalı. Kendine benzer insanları bulmak ve idealizm sömürüsünün pek çok sektörde olduğunu görebilmek, güvencesizliğin işverenin elini güçlendirip özellikle freelance çalışanları fiyat kırıp birbirinden daha ucuza iş yapmaya götürdüğünü, beyaz yakalıları bir performans yarışına soktuğunu ve bu rekabetin seninle aynı sorunları yaşayan insanlarla dayanışamamaya sebep olduğunun altını çizmek önemli. Hem içinde yaşadığımız kentlerin, hem de iş hayatının dönüşümü bizi sürekli birbirimizden ayırmak üzerine kurulu, onun karşısında yan yana gelme ihtiyacını vurguluyoruz.

Mekânın iç işleyişinden bahsedebilir misin? Maddi sürdürülebilirliği nasıl sağlanıyor, kararlar nasıl alınıyor, ne tip faaliyetler yapılıyor?

Forumdan çıkmış olan inisiyatif en azından ilk sene için maddi yükü kendi üzerine aldı. Aylık masrafları kendi aramızda paylaşıyoruz. Ama dayanışmak isteyenler hem malzeme katkısı yapabiliyor, hem de bozuk paralarını kutuya atabiliyor. Kararlar mail grubunda ve bu gruptan çağrısı yapılan toplantılarda konsensüsle alınıyor. İşleyiş için de bir nöbet sistemi var, dönüşümlü olarak bir kişi her gün mekânı açıp kapamak, temizliğini yapmak ve gelen insanların sorularını cevaplandırmakla sorumlu. Şu anda etkinlik programını kurma aşamasındayız. Her tip etkinlik yapılabilir ama bir şekilde çalışma koşullarıyla, beyaz yakalılıkla, freelance çalışmakla bir ilişkisi olsun istiyoruz. Dışarıdan insanlar da konular bir şekilde örtüşüyorsa etkinlik yapmayı önerebilir ve mekân uygunsa kullanabilir. İnsanların yan yana gelmesi, birlikte olduğunu hissetmesi için film gösterimi gibi daha sosyal etkinlikler de düzenleniyor. Bunun dışında çalışma koşulları etrafında düşünebileceğimiz konularda sohbet etkinlikleri yapılıyor. Bunların bir uzmanın sunum yaptığı etkinliklerden ziyade herkesin bir tecrübesini paylaştığı ve o konuda çalışmış bir kişinin yönlendirdiği sohbetler olmasına gayret ediyoruz. Örneğin geçtiğimiz ay ekonomist Ümit Akçay’ı davet edip borçluluk ve güvencesizlik meselesini konuştuk, daha sonra Yeni İnsan Yayınevi’nin bize önerdiği bir etkinlikte iktisadi küçülme meselesi tartışıldı. Bu tür etkinlikler devam edecek.

facebook.com/dunyadamekan

@mekandunyada

dunyadamekan.wordpress.com

beyazyakalar_web

KAÇ BİZE GEL

Kaç Bize Gel ne zaman, nasıl ve hangi ihtiyaçlardan yola çıkarak örgütlendi?

Kaç Bize Gel, 2012 yılında bir araya geldi ve Ocak 2013’te resmi kuruluşunu duyurdu. Kaç Bize Gel, işçi sınıfı içinde büyük kesimi oluşturan büro işçilerinin örgütsüz ve güvencesiz çalışma koşularıyla mücadele etmesi arzusuyla inşa edilmeye başlandı. Güvencesiz ve esnek çalışmaya karşı mücadele etmenin tek yolunun da grevli toplu sözleşme hakkı yani sendikalaşma olduğu tespiti ilk adımımız oldu. Bu tespitle beraber aslında büro işçileriyle sendikalar arasında ciddi bir uçurum olduğunu gördük. Uçurumun üç ana nedeni olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, büro işçilerinin işçi olduklarından bile haberdar olmamalarıydı. Bu noktada sevinerek söyleyebiliriz ki bizim ve diğer beyaz yakalı dayanışma örgütlerinin yoğun çalışmaları sayesinde bu durumda ilerleme kaydedilmiştir. İkinci olarak sendikaların ve emek örgütlerinin büro işçilerini örgütlemek için gerekli dil, program ve metotlarının bulunmamasını söyleyebiliriz. Üçüncü neden ise işyerlerinde sendikalaşmanın uzun bir yol olmasından dolayı, sendikalaşma tamamlanıncaya kadar işyeri çalışmalarının mümkün olduğu kadar gizlenmesi, bu süreçte dağınık ve tekil duran işyeri çalışmalarının koordinasyonunun sağlanması, kolektif bir emekle örgütlenmesi gerektiğidir. İşyeri örgütlenmesi çok zor ve uzun bir süreçtir, genellikle de sendikalaşma tamamlanmadan süreç kaybedilir, kaybedilen her örgütlenme zaten yetersiz olan özgüvenin daha zayıflamasına sebep olur. Ayrıca beyaz yakalı işçiler gibi çok değişik, esnek ve bir örgütlenme deneyimine sahip olmayan bir alanda birkaç kişinin veya bir yapının tekil olarak sendikalaşma sürecini başarıya ulaştırmasının fiilen çok zor olduğunu gördük. Bu sıkıntıyı aşabilmek içinde işyeri çalışmaları sendikalaşma sürecini kolektif olarak örgütleyebilecek bir ara yapıya ihtiyaç olduğunu tespit ettik. Kaç Bize Gel’in asıl amacı işyerlerinde bu kolektif örgütlenmeyi kuracak koordinasyonu sağlamak.

Beyaz yakalı kavramı yerine büro işçisi kavramını kullanıyorsunuz. Bunun sebebi nedir?

Aslında beyaz yakalı kavramı tüm dünyada kullanılan bir kavram; İngilizcesi “white collar worker”. Ancak bizde nedense kavramın sonundaki işçi kelimesi atılmış ve beyaz yakalı olarak dile yerleşmiş ve bizce bu sadece kavramın dile yerleşirken kısaltılmasından ibaret pratik bir değişiklik değil. Kavramın sonundaki işçi kelimesinin atılması aynı zamanda bir zihniyetin göstergesi. Çünkü hizmet sektörünün çoğunluğunu oluşturan bahsettiğimiz bu topluluk, yani bizler, yıllar boyu süren eğitimlerin sonunda sistem tarafından gösterilen belirli kariyer hayalleriyle ve ileride geleceğimizi garanti altına alacağımız düşüncesiyle yetiştirildik ve bu hayallerin içinde işçi olmak ve işçi kalmak, işçi olduğumuz gerçeğiyle yüzleşmek söz konusu değil. Sistem bütün vaatleriyle, sürekli olarak yükselme ve kariyer olanaklarının reklamını yapmak suretiyle bize “Sizler işçi değilsiniz, bu yaşadığınız süreç kariyerinizin sadece bir basamağı” diyor. Oysa bizler, her ne kadar konforlu(!) ve şık plazalarda çalışsak, altımıza şirket arabaları da verilse, en güzel restoran ve kafelerde yemek de yesek, bu görünen resmin bir de arka planı var.

Arka planı ise şöyle anlatabiliriz. Kredi kartı borçlarımız gün geçtikçe artıyor, iki haftalık iznimizde gittiğimiz ve selfilerini paylaştığımız tatillerin borcunu bütün yıl ödüyoruz, plazada şık görünebilmek ve çalışan kadın prototipine uyum sağlamak için maaşımızı kıyafetlere yatırıyoruz, çoğumuz kirada oturuyor ya da sitede aldığımız evin kredi borcunu kapatmaya çalışıyoruz. Çalışma ortamlarımızda ise bazılarımız kendine yer bulabilmek için Gülbağ’da otururken Levent’te oturduğunu söylemek zorunda hissediyor, sürekli bir rekabetin ve performans değerlendirmesi kırbacının altında mobbingle ve artık hafta sonlarıyla gecelerimizi de kapsayan ve çekildikçe uzayan esneklikte bir fazla mesaiyle baş başayız ve yalnızız. İşçi olduğumuz gerçeğine aslında her geçen gün istemesek de çarpıyoruz. Bu nedenlerle biz beyaz yakalı yerine büro işçisi demeyi tercih ediyoruz.

Kaç Bize Gel’in ön plana koyduğu hedef büro işçileri için grevli toplu sözleşme hakkı. Büro işçilerinin iş güvencesi hakkından ne anlamalıyız? Bu konudaki mevcut pratik ve hukuksal engeller neler?

Aslında grevli toplu sözleşme hakkı az önce bahsettiğimiz büro işçilerinin yalnızlık mevzusuyla yakından ilgili. Çünkü sistem bize “Hepiniz bireysiniz ve farklısınız” derken, bir yandan da bütün iş süreçlerinde o masanın diğer ucunda bizi tek başımıza bırakmaya çalışıyor. İş hayatında karşılaştığımız bütün rekabet yöntemleriyle de psikolojik olarak bu durum destekleniyor. Dolayısıyla nasıl her işçi işe başlarken tekil görüşmelerle işe alınıp sonrasında performans değerlendirmeleriyle sürekli sınavdaysa, işten çıkarılırken de tek başına ve güçsüz bir halde. Yani aslında her an işten çıkarılabileceğimiz korkusuyla çalışıyoruz. İşten çıkarılmaya ve çalışma koşullarının kötülüğüne karşı hiçbir güvencemiz yok. Bu noktada iş güvencesinden kastımız keyfi işten çıkarılma korkusu yaşamadan, bütün ekonomik ve sosyal haklarımızı kullanabildiğimiz bir çalışma düzenidir. Büro işçileri için çok önemli olan ve birlikte hareket edebilmemizi sağlayacak Grevli Toplu Sözleşme Hakkı’nın önünde ise tabii ki engeller var. Bu engeller aslında genel olarak işçi sınıfının mücadelesindeki engellerden farklı değil. Durumu sendikalaşma mücadelesinin önündeki yasal barajlar, bazı iş kollarındaki grev yasakları ve genel olarak toplumun örgütlenmesinin önündeki anti-demokratik yasalar olarak özetleyebiliriz.

Güvencesizlik dışında büro işçilerinin belli başlı sorunları neler? Diğer bir deyişle Kaç Bize Gel başka neler için mücadele ediyor?

Aslında güvencesizliğin ortadan kalkması ve grevli toplu sözleşme hakkı nihai bir hedeftir. Bu nihai hedefin gerçekleşebilmesi için büro işçilerinin öncelikle bir araya gelmesi ve işyerinde yaşanan bütün sorunlara birlikte çözüm yolları geliştirmesi gerekiyor. Hayatta Kalma Rehberi I ve II isimli broşürlerimizde bu sorunları kısaca anlattık. Özetleyecek olursak bunlar, çalışan anne ve babaların kreş ihtiyacının görmezden gelinmesinden tutun da, büro işçilerinin çoğunluğunun sigortalarının asgari ücret üzerinden yatırılması, işyerlerinde uygulanan her türlü ayrımcılık, baskı ve mobbing, işçi sağlığı ve güvenliğiyle ilgili sorunlar, performans değerlendirmelerinin işten çıkarma aracı haline gelmesi, taşeronlaşma gibi bütün çalışma sürecimizi kapsayan meseleler.

Sonuç olarak bu talepleri ve hakları elde edebilmek için biz Kaç Bize Gel olarak birleşik bir beyaz yakalı işçi mücadelesinin kurulmasını önemsiyoruz. Özellikle de önümüzdeki dönemde karşılaşacağımız kıdem tazminatı yasa tasarısına karşı yürütülecek mücadelede, büro işçilerinin birleşik mücadelesinin tarihsel bir rol üstleneceğine inanıyoruz. Bu nedenle de bugünden itibaren işyerlerinden inşa edilecek ve kıdem tazminatı hakkına sahip çıkacak bir birleşik beyaz yakalı işçi mücadelesinin çok önemli olduğunu belirtmek isteriz. Bu noktada bütün büro işçilerini işçilerin en önemli kazanılmış haklarından biri olan kıdem tazminatı hakkına sahip çıkmaya ve birleşmeye davet ediyoruz.

facebook.com/kacbizegel

@kacbizegel

kacbizegel.com

Dosyanın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:46’ya ulaşabilirsiniz.