Bir ilham, umut ve güç kaynağı olarak rap müzik: Nisan Dağ, “Bir Nefes Daha”yı anlatıyor

Yönetmenleri arasında yer aldığı ilk uzun metrajı Deniz Seviyesi’nden tanıdığımız Nisan Dağ, Tallinn Black Nights Film Festivali ve Seattle Uluslararası Film Festivali’nin ardından, 40. İstanbul Film Festivali Ulusal Yarışması seçkisinde de yer alan son projesi ile bir süredir gündemimizde. Bir Nefes Daha; İstanbul’un çetin mahallesi Karaçınar’da yaşayan genç ve yetenekli rapçi Fehmi’nin hayalleri, onu iniş çıkışlı bir yola sokan bonzai bağımlılığı, farklı bir sosyoekonomik statüden olan Devrin’e karşı duyguları hakkında.

Nisan Dağ şu sıralar, yönetmen kadrosunda bulunduğu, Emre Şahin’in showrunnerlığını yaptığı yeni Netflix dizisi Pera Palas’ta Gece Yarısı’nın çekimlerine devam ediyor. Dizi, genç bir gazeteci olan Esra’nın, otel odalarından birinin geçmişe açılan kapısı sayesinde, kendini 1919 senesinde bulmasını işleyecek. Proje hakkında çok heyecanlı olduğunu söyleyen yazar/yönetmen, set trafiği arasında Bir Nefes Daha’ya dair merak ettiklerimizi yanıtladı.

Bir Nefes Daha, farklı sınıflardan gelseler de yaşama tutunma çabaları ve müzik etrafında bağ kuran Fehmi ile Devin’in yollarının yoksul Karaçınar mahallesinde kesişmesinin hikâyesi. Bu öyküyle ilk olarak MTV için 2014’te hazırlanan müşterek bir belgesel projesi kapsamında, Sulukule’de karşılaşmışsın. Seni bu mahalleye ve orada yaşayan insanların hayatlarına çeken ne oldu?

2014’te İstanbul’da belgesel çekimlerini yaptığım sıralarda, rap müzik Türkiye’de bugünkü kadar popüler değildi. Ben ise New York’tan İstanbul’a yeni yerleşmiştim ve bir Ankaralı olarak şehirle bağ kurmakta zorlanıyordum. Amerika’dan aşina olduğum hip-hop kültürünün hiç beklemediğim ara sokaklarda karşıma çıkması ilk etapta ilgimi çeken şey olmuştu. Mahalledeki koşulların tüm sertliğine ve adaletsizliğine rağmen oradaki gençlerin pozitif ve güçlü duruşları ise beni oraya esas çeken şeydi. O yıllarda, çok daha konforlu koşullar içinde olmalarına rağmen kendilerini aşağı çekmek için nedenler bulan bir çevre içindeydim. Etrafımdakilerin üretimleri ile ilişkilerini daha egosal yerlerden kurmaları bana samimiyetsiz geliyordu. Böyle bir ortamdan çıkıp, mahallede zaman geçirdikçe, hip-hop kültürünün oradaki gençlere nasıl ilham ve güç verdiğini görmek beni etkiledi. Rap yapmak, her gün yeniden uyanmak için bir sebep ve geleceği dört gözle beklenir kılan bir güç demekti. Genç rapçilerin müzikle olan ilişkileri, kendi üretimim ile olan ilişkim üzerinden de bana ilham verdi.

Fehmi bu ülkede geleceksizlik sebebiyle uçurumun kıyısına gelen sayısız gençten biri. Hayata tutunduğu başlıca dal ise müzik. Fehmi’nin seçtiği müzik rap ama başka bir çağ ya da coğrafyada yaşasa bu tür blues, punk, metal ya da arabesk olabilirdi. Günümüzün sosyolojisinde özellikle rap kültürünü alt sınıftan gençler için bu kadar cazip kılan sence ne? Rap müzik sınıfsal olarak nereye oturuyor?

Karaçınar gibi yoksul semtlerde yaşayan dezavantajlı gençlerin, bu ülkede rap müziği ve hip-hop kültürünü kucaklayan ilk kesim olması tesadüf değil aslında. Rap müzik, eğer bir meselen varsa derdini anlatmak için çok güçlü bir araç – tabii ki dejenere ve materyalistik boyutlara kayan rap’i dışarıda tutuyorum. Karaçınar gibi mahallelerde yaşayan gençler ayrımcılıkla, haksızlıkla, yaşamın zorlukları ile mücadele ediyor ve huzurlu bir hayata ulaşabilmek için herkese göre daha hızlı koşmak zorundalar. Tüm bu sıkıntıları dışa vurup, haksızlıklara karşı ses çıkarabilmeyi ise rap müzik mümkün kılıyor onlar için. Anne-babaları belki de benzer bir yerden arabesk müziğin dert yanan tavrını iyileştirici bulurken, gençleri rap’e yönlendiren ise bence hip-hop kültürünün barındırdığı protest tavır ve güçlü duruş. Gerçi bu mahallelerde rap yapan gençler arabesk müzik de, türkü de dinliyorlar ama konu kendilerini ifade etmeye gelince rap’i tercih ediyorlar. Günümüzde artık rap müziğin popülerleştiğini ve birçok kesim tarafından dinlendiğini düşünürsek, artık rap’in toplumda kutuplaşmış kesimleri bir araya getirme potansiyelinden de söz edebiliriz. Mesela bir Ceza konserine giderseniz orada birçok farklı kesimden dinleyiciyi hep beraber aynı sözleri ezbere haykırırken bulabilirsiniz.

“Oryantalist bir bakışla konuya yaklaşmamak ya da mahalleyi romantize etmemek epey önemsediğim noktalar oldu süreç boyunca.”

Dışarıdan bir gözle bu öyküyü anlatıyor olmanın endişelerini yaşadın mı? Bu karakterlere nüfuz edebilmek için nasıl bir süreçten geçtin?

Senaryoyu yazmak için kolları ilk sıvadığım andan itibaren, karakterlerime dışarıdan bakmamayı gözettim. Oryantalist bir bakışla konuya yaklaşmamak ya da mahalleyi romantize etmemek epey önemsediğim noktalar oldu süreç boyunca. Karaçınar gibi mahallelerde iki seneye yakın vakit geçirdiğim için kendimi anlattığım hikâyenin tamamen dışında konumlandırmadım aslında. Yine de orada doğup büyümedim, o habitatta varoluş mücadelesi vermedim ve bunların bakışımı etkileyebileceği tehlikesinin bilincindeydim. Esas önemli olanın bu farkındalık olduğunu düşünüyorum. Senaryodaki karakterlere benzer kişilerle bolca vakit geçirmenin çok faydası oldu. Fehmi gibi genç rapçilerin şarkı sözlerine kulak kabartmak da kıymetli oldu bu anlamda. Ben yazarken dış dünyadan biraz kopup, karakterlerimle baş başa kalmayı seviyorum. Onlarla yürüyüşe çıkıp, sohbet etmeyi, onlarla vakit geçirmeyi seviyorum. Senaryonun ilk taslaklarında Fehmi’ye daha öfkeliydim mesela, kendisine ve çevresine yaşattıkları bir yazar olarak beni de hayal kırıklığına uğratıyordu ve incindiğim yerden yazıyordum. Sonraları kendimi daha çok Fehmi’nin yerine koymaya ve onu yargılamadığım bir yerden yazmaya başladım. Karaktere olan bakışımı daha sağlıklı bir noktaya taşıdı bu.

Sınıfsal başka bir mevzu ise uyuşturucu kullanımı. Bağımlılık hayatın her cenahındaki insanlar için geçerli ancak bonzai özellikle yoksul mahallelerinde kullanılan bir madde. Kullanılan uyuşturucunun türü üzerinden yapılan bir ötekileştirmenin bulunduğunu düşünüyor musun?

Kesinlikle. Uyuşturucu türleri üzerinden bir ayrımcılık olduğunu düşünmekle kalmayıp bu duruma tanıklık etmişliğim de var. Toplumda hayranlık duyulan figürlerin birtakım pahalı maddelere bağımlı olduğu biliniyor ve bu rahatlıkla göz ardı ediliyor ancak bir taraftan da bonzai kullanan kesime sırf bu nedenle önyargılı yaklaşılıyor. Filmde de buna gönderme yaptığım bir sahne var hatta. Tabii ki derdim, “Neden bonzai de hoş görülmüyor” gibi bir yerden değil. Ancak şunu da anlamak lazım ki Karaçınar gibi mahallelerde birçok genç için bu bir tercih değil. Suça ve uyuşturucuya insanı iten bir ortamda yolundan sapmamak zor; bu yüzden toplumun tam tersine daha anlayışlı, daha kucaklayıcı bir bakış açısıyla bakılması gerekiyor.

Devin, Fehmi’den çok daha imtiyazlı büyümüş bir karakter. Onun da bir derdi var ancak filmde ancak ima ediliyor. Senaryoyu yazarken Devin’i kafanızda nasıl kurdun? Karaçınar’da bulduğu sence neydi?

Devin sosyoekonomik olarak daha konforlu bir hayatın içinde olsa da, geçmişteki travmalarının yükünü taşıyan ve anksiyete ile mücadele eden bir karakter. O da Fehmi gibi bir kayıp ruh. Filmde Devin ve Fehmi’nin hızla alevlenen aşkının ilk evreleri de bu yüzden iyileştirici olarak başlıyor. Devin de filmin başlarında depresyon ilaçlarını içkiyle karıştırarak bir kaçışa başvuruyor. Fehmi’nin bir kaçış olarak bonzai kafasına sığınmasından çok farklı bir yerde değil. Filmde Devin’in travmasının ne olduğundan bahsetmedim çünkü bir hikâye anlatıcı olarak Devin’in neden bu halde olduğundan çok, içinde bulunduğu duygu durumuna odaklanmak önemliydi. Hayal Köseoğlu ile Devin karakterini çalışırken, geçmişte kimi nasıl kaybettiğini, ne zaman yaşandığını detaylı olarak konuştuk ama seyirciye bunu aktarmayıp, gizemli tutmayı seçtim. Bu sayede daha çok kişinin de Devin ile bağ kurabileceğini düşünüyorum.

“Şarkı sözlerinin filmdeki diyaloglardan daha çok ipuçları taşıdığını söyleyebilirim.”

Filmdeki parçaları çeşitli DJ ve MC’ler öyküye paralel bir şekilde yazmış. Kimlerle çalıştınız, parçalar nasıl şekillendi?

Bir Nefes Daha’nın yapım sürecinin büyük bir ayağı da müzik prodüksiyonu oldu. 2014’te sıkça rap dinlemeye başladığım dönemde müziğine hayran kaldığım Da Poet film müziklerini ve filmdeki rap parçalarının altyapılarını yaptı. Altyapıları tamamladığımızda yıl 2018’di. Filmin finansmanı tamamlanamadığı için çekimlere geçemediğimiz zor günlerde Da Poet’in altyapılarını dinleyip moral bulduğumu, heyecanımı ayakta tuttuğumu hatırlıyorum. Rap sözleri için de film yeşil ışık aldıktan sonra, Hayki ve Ohash ile çalıştık. Yine çok sevdiğim MC’lerden Kayra ile de uzun sohbetlerimiz oldu rap kültürüne dair. Rap sözleri filmde bir yandan hikâye anlatımı görevini üstlendiği için, senaryo çalışmasına benzer bir yazım süreci oldu. Karakterlerin iç dünyalarını daha derinlikli yansıtmak ve mahallede yaşantının ne anlama geldiğinin resmini daha detaylı çizmek için muhteşem bir araç oldu şarkı sözleri. Şarkı sözlerinin filmdeki diyaloglardan daha çok ipuçları taşıdığını söyleyebilirim. Mesela “Ben rap’ten başka hiçbir şeye tapmadım, buna şeytan işi dediler takmadım” sözü, mahalledeki gençlerin ailelerinin rap müziği şeytan işi olarak görüp karşı çıkmalarına ve gençlerin buna aldırış etmeden rap’e tutkuyla bağlı kalmalarına dair. Sözleri yazmaları için belli anahtar kelimeleri ve karakterlerin yaşantılarını Hayki ve Ohash ile paylaştım. Bazen rapçileri oynayan oyuncular Oktay Çubuk ve Erem Çiğdem’in de dahil olduğu beyin fırtınaları yaptık. Oyuncular da karakterlerinin sözlerine katkıda bulunmuş oldular ve rapçiler ile vakit geçirip gözlem yapma şansı buldular. Benim yazdığım birkaç satır bile oldu. Epey keyifli bir süreçti.

Filmde görsel olarak en çarpıcı kısımlardan biri de bonzai deneyimini tasvir eden animasyon sekansları. Bu tercihten ve söz konusu deneyimi görselleştirirken neleri göz ettiğinden bahsedebilir misin?

Hikâye anlatmaya animasyon yaparak başlamış birisi olarak benim için her zaman animasyon türünün ayrı bir yeri olmasına rağmen, filmde bonzainin etkisini anlatmak için animasyona bir tür olarak değil, bir anlatım aracı olarak başvurdum. Belli bir lens veya belli bir kamera dili kullanmaya eşdeğer görüyorum animasyon tercihimi. O sahneleri yazmaya bonzainin etkisini birçok eski bağımlıdan dinledikten sonra başladım. Bağımlıların anlattığına göre, bonzai etkisindeyken dış dünya gittikçe korkunçlaşıyor ve etraftaki unsurlar bir ölüm tehdidi olarak algılanıyor. Gerçeklik algısının bozulduğu bu deneyimi en güçlü şekilde animasyonla anlatabileceğime karar verdim. Mekanların dokusuna ait ögeleri alıp animasyon sahnelerinin içinde bu ögeleri deforme etmeye ve korkunçlaştırmaya dayanan bir yaklaşımı izledim. Nefes alamama hissini dile getiren de olmuştu, bunu da animasyonlardan birisine taşıdım. Animasyonların tarz olarak birer kâbus hissi yaratması ve karanlık bir atmosferi yansıtmasını istedim. Bu mod için en uygun animasyon formunun ise çizim animasyon olduğuna karar verdim. Kare kare üzerinde çalışılması gereken zahmetli bir tercih olmasına rağmen istediğim etkiyi yarattığı için tüm zorluklarına değdiğini düşünüyorum.

Oyuncu seçimlerinden ve oyuncuların rollerine hazırlık süreçlerinden bahsedebilir misin? Çekimleri yaptığın mahalleden amatör oyuncularla çalışmayı da düşündün mü?

Özellikle Fehmi karakterini canlandıracak oyuncuyu bulmak uzun soluklu bir maceraydı. Hem uyuşturucu sahnelerinin sahici performanslarla altından kalkabilecek, hem de tutkuyla rap yapabilecek kişiyi bulmak kolay olmadı. Amatör rapçilerden, daha deneyimli rapçilere, profesyonel oyunculardan, mahallelerdeki gençlere, onlarca olasılığı gözden geçirdiğim bir yılı aşkın bir arayış sürecinden sonra yolum Oktay Çubuk ile kesişti. Cast direktörümüz Gökçe Doruk Erten’in ofisinde o sıralarda staja başlayan Rena Hazan’ın çok yakın arkadaşı olduğu için karşımıza çıktı Oktay. Biraz şans da yardım etti günün sonunda. Hayal Köseoğlu’nu ise ilk olarak müzisyen kimliği ile tanımıştım. ‘Bahar Melankolisi’ parçasının klibindeki enerjisinden etkilenmiştim. Eren Çiğdem’i de yine filmde birlikte çalıştığım ve eskiden beri tanıdığım Ushan Çakır sayesinde keşfettim. Oktay ile bir seneyi aşkın bir süre ön hazırlık yaptık. Mahalle kültürüne ve bonzaiye dair yaptığım bütün araştırmaları onunla paylaştım. Çekim yaptığımız mahallede eski bir bağımlı ile vakit geçirmesini sağladım. Bütün oyuncularla en az prova yaptığımız kadar, karakteri ve filmin dünyasını konuşarak da hazırlandık. Sete girmeden önce, oyuncu koçumuz Süreyya Güzel ile birlikte üç aylık bir prova sürecimiz oldu. Hem bire bir, hem de gruplar halinde çalışmalar yaptık. Hayki ile birlikte de set öncesi teknik rap çalıştık.

Deniz Seviyesi’nden bugüne yedi senelik bir süre geçti. Bu sürecin önemli bir kısmı Bir Nefes Daha için çeşitli festivallerde ve atölyelerde finansman arayışıyla geçmiş. Sürecin zorlukları nelerdi, odağını nasıl korudun?

Kültür Bakanlığı filme maddi yapım desteği vermediği için finansman sürecimiz daha zorlu ve uzun oldu. Eurimages, Hamburg Film Fonu ve İsviçre’nin Visions Sud Est fonunun yanı sıra Amerika ve Türkiye’den yatırımlarla, finansmanı çekimlere çok az bir süre kala tamamlayabildik. Bir Nefes Daha’nın ilk senaryo taslağının çıkışı ve finansman arayışı 2016 senesine denk geliyor. Motor diyebilmek neredeyse üç sene almış. Umarım bir sonraki filmimi fonlamak bu kadar sürmez çünkü o zaman anlatmak istediğim hikâyelere ömrüm yetmeyebilir. Finansman sürecinin uzaması ruhsal açıdan da bir zorluk. Bu kadar değişken bir coğrafyada hikayeler çok hızlı güncelliğini yitirebiliyor, ya da biz değişiyoruz, heyecanlandığımız konular, vizyonumuz değişebiliyor. Üç senelik süreçte motivasyonumu canlı tutabilmenin yolu senaryoyu sürekli güncellemek ve taze kalmasını sağlamak oldu. Filmi yapma motivasyonum bile değişti süreçte. Eğer 2016 senesinde çekebilseydim bambaşka bir film olacağına eminim.

Türkiye prömiyeri öncesi yurt dışında bir festival yolculuğu yaşadın, Talinn ve Santa Barbara gibi festivallerden ödüllerle döndün. Aslında dünyanın her metropolünde geçebilecek bu öyküye dair geri dönüşler nasıl oldu?

Yurt dışından filme dair geri dönüşler çok güzel. Ana akım yabancı medyada da hep olumlu yorumlar var. Özellikle performanslar ve animasyon sahneleri sevilmiş filmde. Estonya’da seyirciyle birlikte filmi izleme şansımız oldu. Gösterimden sonraki akşam, Oktay’ı filmden tanıyan bir genç onun boynuna sarılıp ağlamış. Filmden çok etkilenmiş, kendisi de müzisyenmiş ve bağımlıymış. Kız arkadaşı filmi bulup izlemesi için onu yollamış. Oktay ile birlikte vakit geçirmişler. Tek başına bu bile çok kıymetli bir geri dönüş. Türkiye’de film nasıl karşılanacak heyecanla bekliyorum. Seyircinin kalbinde bir yer bulur umarım.

Röportaj: Yiğit Atılgan

Bant Mag. No:75’e buradan ulaşabilirsiniz.