Chicago Film Festivali’nden bildiriyoruz: 16 yarışma filmi

Yazı: Emre Eminoğlu

54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nin Uluslararası Yarışma bölümünde, aralarında Türkiye’den Sibel’in de bulunduğu 16 film yarıştı. Bazılarını festivalle eşzamanlı olarak Filmekimi gösterimlerinde izleme fırsatı bulmuş olabileceğiniz bu filmlerin geriye kalanlarını da önümüzdeki aylarda ülkemizdeki farklı festivallerde ve vizyon takviminde görmemiz olası.

10-21 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen 54. Uluslararası Chicago Film Festivali’nin takip ettiğimiz Uluslararası Yarışma bölümünde, aralarında Türkiye’den Sibel’in de bulunduğu 16 film yarıştı. Kimi sinema diline getirdiği yaratıcı anlatım biçimleriyle, kimi insan ırkının iyi ya da kötü, çürümüş ya da saf yanlarını çarpıcı bir şekilde temsil eden karakterleriyle öne çıkan bu filmlere dair izlenimlerimizi bu yazıda topladık. Bazılarını festivalle eşzamanlı olarak İstanbul, Ankara ve İzmir’deki Filmekimi gösterimlerinde izleme fırsatı bulmuş olabileceğiniz bu filmlerin geriye kalanlarını da önümüzdeki aylarda ülkemizdeki farklı festivallerde ve vizyon takviminde görmemiz olası.

1964 yılından bu yana devam eden Chicago Film Festivali, Kuzey Amerika’daki, yarışma bölümü bulunan en uzun soluklu film festivali olma özelliği taşıyor. Festivalin büyük ödülü Altın Hugo’nun bugüne kadarki sahipleri arasında Wim Wenders’dan Michael Haneke’ye birçok usta yönetmen bulunması bir yana, sadece son 10 yıla bakıldığında bile, Carlos Reygadas, Steve McQueen, Aki Kaurismäki, Leos Carax, Cristi Puiu gibi isimlere rastlıyoruz. Bu isimlerin arasına bu yıl Lazzaro felice (Happy As Lazzaro) filmiyle Alice Rohrwacher eklendi. Chicago’da çekilen bağımsız yapımlara, Afro-Amerikan yönetmenlerin filmlerine, Latin Amerika sinemasına ve LGBTİ+ anlatılarına özel parantezler açan bölümleriyle, yaz boyunca Avrupa festivallerinde görücüye çıkan yapımları Ortabatı’ya taşıyan festivalin bu seneki 16 yarışma filmini (alfabetik sırayla) aşağıda bulacaksınız. Chicago Uluslararası Film Festivali Uluslararası Yarışma jürisi, İspanya’dan Pablo Berger, Türkiye’den Aslı Özge, İtalya’dan Andrea Pallaoro, Arjantin’den geçtiğimiz yılın Altın Hugo kazananı Diego Lerman ve Chicagolu oyuncu ve yönetmen Regina Taylor’dan oluşuyordu.

Alice T.
Yön: Radu Muntean (Romanya-Fransa-İsveç)

Planlı olmayan hamileliğinin sonuçlarıyla başa çıkmakta zorlanan, bebeği doğurmak ve kürtaj yaptırmak arasında kalan liseli genç kadın Alice’in içindeki isyan etme arzusu her şeyden güçlü. Filmin Romanya’dan çıkışı ve konusu ister istemez akıllara Altın Palmiye ödüllü 4 luni 3 saptâmani si 2 zile (4 Months, 3 Weeks and 2 Days) filmini getiriyor. Artık zaman ve şartların değişmiş olması ya da Alice’in ebeveynlerinin hamilelik haberini soğukkanlılıkla karşılaması, isyanın ve başkaldırının çekiciliğine engel olamıyor. Andrea Guti’nin başarıyla canlandırdığı karakter, yolunu kaybetmiş bir genç kadından çok, kendi kararlarını verme isteğiyle yanıp tutuşan, büyümekte olan bir genç. Film, Romanya sinemasının uzun planla çekilmiş tuhaf ve gergin bekleyişler kataloğuna da bir yenisini ekliyor.

chicago_animal


Animal 
Yön: Armando Bo (Arjantin-İspanya)

Latin Amerika sinemasının tanıdık yüzlerinden Guillermo Francella’nın başrolünde döktürdüğü Animal hakkında söyleyecek başka olumlu bir şey bulmak zorlayıcı. Film, böbrek nakli için organ bağışı sırasında beklemekten usanan bir adamın dramına odaklanan bir kara komedi. Antonio’nun yeni bir böbreğe sahip olmak için başvurduğu akıl almaz yöntemler, yeni bir böbrek için maddi ve manevi tüm birikimini feda etmeyi göze alışı ve tüm bunların hayvani içgüdülerle hayatta kalma arzusuna bağlanışı kesinlikle inandırıcı olmayı başaramıyor. Mantık dışı ve yer yer toplumun düşük gelirli kesimlerine karşı saldırgan ve ayrımcı oluyor hatta. Birdman’in senaristi Armando Bo’nun yönettiği ilk film, ne yazık ki Alejandro González Iñarritu’nun Birdman’de ustaca kotardığı, uzun planlar ve bateri ağırlıklı müzikler gibi bazı numaraları taklit etmeye çalışıyor ve bunda başarısız oluyor.

chicago_diane

Diane
Yön: Kent Jones (ABD)

Yarışmada ABD’yi temsil eden tek film olan bu bağımsız, Hitchcock/Truffaut belgeseliyle tanıdığımız Kent Jones’un ilk kurmaca filmi. Sadece “tuhaf” denilebilecek anlatım dili ve zamansal atlamalarıyla dikkat çeken Diane’in merkezinde filme adını veren bir kadın var. 50’li yaşlardaki Diane, geçmişteki pişmanlıklarının kefaretine kendisini o denli kaptırmış ki onu uzunca bir süre sadece başka insanların evlerinde, farklı mekânlarda, başkalarına yardım ederken izliyoruz. Bir gün eline boş bir günlük alıp, yazdığı “Bugün” sözcüğüne bakakalan, kendini ihmal ettiğinin farkına vararak bir “Gloria” anı yaşayan Diane’in bu anı, Lelio’nun filmindekinin aksine bir çöküşün başlangıcı oluyor. Karakter için de film için de… Filmin geri kalan kısmı, o günlüğe yazılacak şu cümleyle özetlenebiliyor: “Tüm sevdiklerim gitti ve ben olduğumla kaldım.

chicago_doubles

Doubles vies (Non-Fiction)
Yön: Olivier Assayas (Fransa)

Özellikle Fransız sinemasında sıkça karşımıza çıkan, tek bir soruyu ya da sorunu ele alıp bunu uzun diyalog ya da tartışmaya açan, dost meclisinde dönen bir Siyaset Meydanı’nı andıran alttürün son temsilcisi, Olivier Assayas’ın Doubles vies (Non-Fiction) filmi olmuşa benziyor. Kiarostami’nin Copie conforme (Certified Copy) ya da Assayas’nın Clouds of Sils Maria’sı, bu alttürün başarılı örnekleri arasında. Juliette Binoche ve Guillaume Canet gibi tanınmış oyuncularla doldurduğu kadrosunu farklı kombinasyonlarla sahnelere yerleştiren ve onlara edebiyat dünyasının, yayıncılık sektörünün, e-kitapların ve kurmaca, otobiyografi ve özel hayatın ihlali arasındaki ince çizginin sınırlarını tartıştıran yönetmen, tartışmalarını ne yazık ki “hiç de aklıma gelmemişti!” diye düşündürecek zekice sorular ve cevapların derinliğinde değil, “biz de geçen gün arkadaşlarla onu konuşuyorduk” sığlığında sularda geziniyor. Assayas’ın ve karakterlerinin sorduğu “algoritmalar mı, eleştirmen yorumları mı”, “oto-kurmaca mı, başkalarının hayatını çalmak mı?”, “fiyat mı edebi değer mi?” gibi sorular endişeli entelektüellerin sohbetlerinden çok bir liselerarası münazara yarışmasına ait gibi… Hele bir de kendini zeki sanan bir “Juliette Binoche esprisi” var ki, filmin sonuna kadar dayanabilenler için kurulmuş son bir tuzak sanki…

chicago_duelles

Duelles (Mother’s Instinct)
Yön: Olivier Masset-Depasse (Belçika-Fransa)

Olivier Masset-Depasse, içinde bulunduğumuz on yılda Belçika’dan çıkan en iyi filmlerden biri olan Illégal’in yönetmeni. Yönetmenin, şüphe ve paranoyanın başrolde olduğu, izleyicinin gerçeklik algısıyla durmadan oynayan Duelles (Mother’s Instinct) ile anlatıya ya da sinema diline herhangi bir yenilik getirmese de iyi bir iş çıkardığını söylemek mümkün. Yaşıt küçük çocukları bulunan iki komşu annenin arası, birinin açık unutulan pencereye tırmanıp aşağı düşen çocuğu ve diğerinin bu kazaya tanıklık etmesiyle bir daha düzelmemek üzere bozuluyor. Zamanla onarılmış gibi gözüküp bir anda yeniden daha güçlü bir darbe alan bu dostluğun etrafını saran ölüm kokusu film boyunca daimi kalıyor ve kaynağı gizemini koruyor. İzleyiciye kusursuz planlanan seri cinayetlerle mi yoksa sınırları oldukça geniş bir paranoyayla mı karşı karşıya olduğunu durmadan sorgulatıyor. Sıradan ya da klişe bulunabilecek bazı hamlelerine rağmen iyi bir dönem filmi – psikolojik gerilim harmanı Duelles.

chicago_enguerre

En guerre (At War)
Yön: Stéphane Brizé (Fransa)

En İyi Senaryo Ödülü (Stéphane Brizé ve Olivier Gorce)

Stéphane Brizé, özellikle Avrupa sinemasında her yıl etkileyici örneklerine rastladığımız sosyal gerçekçilik akımının önemli temsilcilerinden biri. En guerre’de (At War), bulunduğu kasabada binlerce kişiye ekmek kapısı olan bir fabrikanın, zarar ettiği için değil de yeterince kâr etmediği için, sahibi olan uluslararası şirket tarafından kapatılacağı açıklanıyor. Mağdur olan işçilerin hakları için verdiği mücadelenin nafile bir çaba olduğu gerçeğini, daha filmin konusunu okur okumaz, hem sinemadaki hem de günlük yaşamdaki deneyimlerimizden yola çıkarak tahmin etmek güç değil. Brizé, bu mücadelenin umut ya da umutsuzluk, birlik ya da bölünme dolu mihenk taşı anlarını, gayet gerçekçi bir şekilde kaydediyor. İzlediğimiz upuzun tartışmaların gündemde zerre kadar iz bırakmadığını da televizyonlarda her gün karşımıza çıkan o haber diliyle görüyoruz. Günümüz düzeninde yaşanan haksızlıklara, tartışmalara ve başarısızlıkla sonuçlanan mücadelelere ekranlarda, gazetelerde, sosyal medyada ya da meydanlarda tanık olmaya doymadıysanız Brizé’nin filmi ve Vincent Lindon’un her an kalp krizi geçirecekmiş gibi kendini verdiği başarılı performansı tam size göre.

chicago_for

Før Frosten (Before the Frost)
Yön: Michael Noer (Danimarka)

Gümüş Hugo: En İyi Erkek Oyuncu (Jesper Christensen)

2010’da ilk filmi R ile çok iyi bir başlangıç yapan Michael Noer’in yepyeni filmi, seyircisini 1850’lerin Danimarka kırsalına, yoksulluk, doğa koşulları ve insani zaaflarıyla mücadele etmekte zorlanan bir çiftçinin yaşamına konuk ediyor. Nordik sinemanın yaşayan en önemli oyuncularından, 70 yaşındaki Jesper Christensen, kusursuz bir performansla filmi neredeyse tek başına sırtlıyor. Trajedi ve şanssızlıklar, yaşlı aile babası Jens’in genç kızı ve iki yeğeniyle idare etmeye çalıştığı çiftliğin üzerinde -hem gerçek anlamda hem de mecaz anlamda- kara bulutlar gibi dolaşıyor. Çiftliği satın almak isteyen bir İsveçli zenginin ortaya çıkışıysa para ve güç sevdasının, gözükara bir bencilliğin su yüzüne çıkmasını kolaylaştırıyor. Bir diğer usta oyuncu Ghita Nørby’nin de kısa ama etkili bir rolde karşımıza çıktığı film, ağır temposuna ve tüm karanlığına rağmen içerdiği entrikalar ve sürprizlerle kendini zevkle izlettiriyor.

Dosyanın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:65’e ulaşabilirsiniz.