ABD’li edebiyatçı ve yazar Paul Auster’ın (1947 – 2024) 30 Nisan 2024’te hayata veda etmesinin ardından konuşurken, bu master bilinen hikâye anlatıcısının kendi hikâyesine dair bildiklerimizin epey sınırlı olduğunu fark ettik. Bunun üzerine kurgu dışı kitaplarının ve söyleşilerinin sayfalarında dolanırken hem çocukluk yıllarından Dublin’e hayatının farklı dönemlerine hem de yazma pratiğine dair yaşamı boyunca paylaştıklarından altını çizdiklerimizle alternatif bir Paul Auster sözlüğü ortaya çıktı. Bütünüyle yazarın cümlelerinden oluşan bu alternatif sözlüğü iddialı bir derlemeden ziyade, rastlantıların ve merak unsurunun direksiyonda olduğu bir yol gibi deneyimlemeniz umuduyla.


Altı yaşında olmak

“Altı yaşında. Bir cumartesi sabahı odanda duruyorsun, giyinmiş ve ayakkabılarını bağlamışsın (ne kadar da büyümüşsün, ne kadar da yetenekli bir çocuksun), harekete hazır, aşağı inip güne başlamak üzeresin ve erken bahar sabahının ışığında dururken, mutluluk, çoşkulu, sınırsız bir iyilik ve neşe hissi tarafından sarmalanıyorsun ve bir an sonra kendi kendine diyorsun ki: Altı yaşında olmaktan daha iyi bir şey yok, altı, hiç şüphesiz, herhangi birinin olabileceği en iyi yaş. Bu düşünceyi üç saniye önce ne yaptığını hatırladığın kadar net hatırlıyorsun, o sabahtan elli dokuz yıl sonra bile hâlâ içinde tutuşuyor, alevleri hiç azalmamış, hatırlamayı başardığın binlerce, milyonlarca veya on milyonlarca anıdan herhangi biri kadar parlak. Böyle güçlü bir hisse ne sebep olmuştu? Bilmek imkânsız ama bunun özbilincin doğuşuyla ilgili olduğunu tahmin ediyorsun, çocukların altı yaş civarında yaşadığı, iç sesin uyandığı ve bir düşünceyi düşünme yeteneğinin ortaya çıktığı o şeyle ilgili […]”

(Kaynak: Groundwork, “Report from the interior”, 2012)


Benlik bilinci

“Sanırım, sürekli bir benlik bilinci bir kişide altı yaş civarında ortaya çıkıyor, düşünmekte olduğun bir düşünceyi fark edebildiğinde ve kendine o düşünceyi düşündüğünü söyleyebildiğinde. Bu özbilinçten kendinle ilgili bir hikâye yaratma yeteneğinin doğduğunu düşünüyorum. Hayatımız boyunca kendimize anlattığımız bu hikâyeyi anlatırız ve bu hikâye altı yaşından itibaren, keçileri kaçırmadığımız sürece sonuna dek kesintisiz devam eder.”

(Kaynak: Literary Hub, 2017)


Columbia yılları

“Columbia’daki sorunlar 1968’in başından sınıfımın ertesi hazirandaki mezuniyetine dek sürdü. Bu süre zarfında normal faaliyetler neredeyse tamamen durdu. Kampüs; gösteriler, oturma eylemleri ve moratoryumlarla dolu bir savaş alanına dönüştü. Ayaklanmalar, polis baskınları, kavgalar ve fikir ayrılıkları yaşandı. Söylemsel aşırılıklar bolluk içerisindeydi, ideolojik çizgiler çekildi, ızdırap her taraftan aktı. Ne zaman bir durgunluk olsa, başka bir mesele ortaya çıkar ve patlamalar yeniden başlardı. Uzun vadede, büyük bir önemi olan hiçbir şey başarılmadı. Üniversite spor salonu için önerilen yer değiştirildi, bir dizi akademik gereksinim kaldırıldı, başkan istifa etti ve yerine başka bir başkan geldi. Hepsi bu kadar. Binlerce kişinin çabalarına rağmen, fildişi kule yıkılmadı. Ama yine de, bir süreliğine sarsıldı ve taşlarından birkaçı ufalanıp yere düştü. Bazı şeylere katıldım ve geri kalanından uzak durdum. Kampüs binalarından birinin işgal edilmesine yardım ettim, polisler tarafından hırpalandım ve bir geceyi nezarethanede geçirdim. Fakat çoğunlukla bir izleyici, sempatik bir yol arkadaşıydım. Ne kadar katılmak istemiş olsam da, […]”

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Çekirdek aile

“Son geldiğinde, ne dramlar, ne gürültülü hesaplaşmalar, ne de son dakika pişmanlıkları vardı. Aile sessizce dağıldı. Annem Newark’ın Weequahic bölgesinde bir daireye taşındı (kız kardeşimi ve beni de yanına alarak), babam ise koca evde yalnız kaldı ve orada ölene dek yaşadı. Tuhaf bir şekilde, bu olaylar beni son derece mutlu etti. Gerçeğin nihayet gün yüzüne çıkmasından memnundum ve bu gerçeğin bir sonucu olarak gelen kargaşa ve değişiklikleri memnuniyetle karşıladım. Bunun içinde özgürleştirici bir şey vardı, tahtanın temizlendiğini bilmenin heyecanı gibi. Hayatımın bir dönemi tamamen sona ermişti ve bedenim lise eğitimimi tamamlamak ve annemin yeni yerine taşınmasına yardım etmek için harekete geçmeye devam ederken, zihnim çoktan yerinden kalkmıştı. Sadece evden ayrılmak üzere değildim, evin kendisi de ortadan kaybolmuştu. Artık geri dönecek bir yer yoktu, gidilecek tek yer dışarısı ve uzaklardı.”

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Dublin

“Dublin büyük bir şehir değil, haliyle yolumu bulmam uzun sürmedi. Yaptığım yürüyüşlerde saplantılı bir şeyler vardı, hayalet gibi yabancıların arasında dolaşma, bitmek bilmeyen bir gezinme arzusu ve iki hafta sonra sokaklar benim için tamamen kişisel bir şeye, içsel haritamın bir parçasına dönüştü. Yıllar boyunca, uyumadan önce gözlerimi her kapattığımda, Dublin’e geri döndüm. Uyanıklık bedenimi terk ederken ve yarı bilinçsizliğe inerken, kendimi tekrar orada bulurdum, aynı sokaklarda yürürken. Buna dair bir açıklamam yok. Önemli bir şey olmuştu orada bana, ama tam olarak ne olduğunu hiç saptayamadım. Sanırım, korkunç bir şey, kendi derinliklerimle büyüleyici bir karşılaşma, sanki o günlerin yalnızlığında karanlığa bakmış ve kendimi ilk kez görmüş gibiydim.”

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Eksiltme

“Tüm sanatlarda ölçülü davranmanın gücü önemlidir. İnsanlar buna yeterince kafa patlatıyor mu, bilmiyorum. Sanattaki tüm gerilimin geldiği yerdir bu. Tüm gerçek duyguların geldiği yer de burasıdır. İfade edilen her cümlenin ardında koca bir yaşam olduğu duygusu, söylenen her sözün ardında yankılanan koca bir dünya olduğu hissi. Her şeyi söylemeye çalışırsanız, sonunda pek bir şey söyleyememiş olursunuz. Cümleyi yazarsınız ve söylemek için iyi bir şey gibi görünür ancak en nihayetinde öyle olmaz. Bu yüzden eksiltirsiniz.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “The Manuscript in the Book: A Conversation”, Michel Contat, 1994)


Form

“Kitapları üretmenin ötesinde [hangi formda olacakları gibi] hiçbir şeyi düşünmüyorum. Kendi kendilerini bana dayatıyorlar, yani benim seçimim değil. Bence gerçekten önemli olan tek şey, söylenmesi gereken şeyi söylemektir. Eğer gerçekten söylenmesi gerekiyorsa, kendi formunu yaratacaktır.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Interview with Paul Auster – Joseph Mallia”, 1987)


Gerçeklik

“Çaba aynı. Cümleleri doğru yazma ihtiyacı aynı. Ancak hayal gücüne dayalı bir çalışma, gerçekliğe dayalı bir çalışmaya göre çok daha fazla özgürlük ve manevra alanı sağlar size. Öte yandan, bu özgürlük genellikle oldukça korkutucu olabilir. Bundan sonra ne gelecek? Yazdığım bir sonraki cümlenin beni uçurumun kenarına götürmeyeceğini nasıl bilebilirim? Otobiyografik bir eserde hikâyeyi önceden biliyorsunuzdur ve temel göreviniz gerçeği anlatmaktır. Ama bu işi daha kolay yapmaz. The Invention of Solitude’un ilk bölümünün epigrafında, Heraclitus’tan bir cümleyi Guy Davenport’ın alışılmadık ama zarif çevirisiyle kullandım: ‘Gerçeği ararken beklenmedik şeylere hazır olun. Çünkü bulması zordur ve bulduğunuzda ise şaşırtıcıdır.’ Sonuç olarak yazmak yazmaktır. The Invention of Solitude belki bir roman değil, ama sanırım kurgusal eserlerimde ele aldığım birçok soruyu da araştırıyor. Bir anlamda, tüm çalışmalarımın temeli.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Paul Auster: The Art of Fiction”, Michael Wood, 2003)


Hafıza

“Sanırım dünya hikâyelerle dolu, yaşamlarımız hikâyelerle dolu ama yalnızca belirli anlarda bunları görebiliyor veya anlayabiliyoruz. Başınıza gelen şeyleri anlamaya hazır olmalısınız. Çoğumuz, kendim dahil, yaşamda dikkatsizce yol alırız. Her şey kendimizle ilgili olarak sorgulanırken birden yer altımızdan kaydığında bir kriz ortaya çıkar. Sanırım bu anlar, hafızanın yaşamlarımızda güçlü bir etken haline geldiği anlardır. Geçmişi keşfetmeye başlarsınız ve genellikle geçmişin yeni bir yorumunu, yeni bir anlayışı ortaya çıkarırsınız. Bu nedenle de o anı yeni bir şekilde karşılamaya hazır olursunuz.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Memory’s Escape—Inventing the Music of Chance: An Interview with Paul Auster” – Mark Irwin, 1992)


Issızlık

“Yetişkin hayatımın çoğunu bir odanın içinde yalnız başıma oturup kitaplar yazarak geçirdim. Böyle olduğu için mutluyum ancak 90’ların ortalarında film çalışmalarına dahil olduğumda, başkalarıyla çalışmanın tadına yeniden vardım. Muhtemelen çocukken birçok spor takımında oynamış olmamdan ileri geliyor. Her bireyin ortak bir amaca katkı sağladığı küçük bir grubun, hedefi olan bir grubun bir parçası olmayı severdim.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Paul Auster: The Art of Fiction”, Michael Wood, 2003)


İlk cümle

“İlk cümle olmaksızın roman yazmak imkânsızdır. Yıllarca bir fikirle yaşayabilirsiniz. Ancak ilk cümleye sahip olduktan sonra, kendinizi işe yönlendirecek bir yolunuz olur. İlk cümle, yazmayı önerdiğiniz tüm romanı tanımlar. Ben daima biçimsiz bir fikrin şekil alabilmesi için bir başlığa ve bir ilk cümleye ihtiyaç duymuşumdur. Moon Palace çok gençken başladığım ve birçok farklı başlıkla adlandırdığım bir kitaptı. Ancak kesinleşmiş bir başlığa sahip olana dek şu an bildiğiniz hâlini yazmaya başlamamıştım.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “The Manuscript in the Book: A Conversation”, Michel Contat, 1994)


James Baldwin

“Son zamanlara dek, liseden beri (1965’te mezun olduğum göz önüne alındığında uzun zaman önce) Baldwin okumamıştım ve üzerinde çalıştığım roman 1950’ler ve 1960’lar ağırlıklı olduğu için, görev bilinciyle Baldwin’e yeniden göz atmaya karar verdim. Görev, hızla zevke, hayranlığa ve saygıya dönüştü. Baldwin, hem kurgu hem de kurgusal olmayan eserlerde olağanüstü bir yazar ve onu Amerika’nın yirminci yüzyılının büyükleri arasında sayarım. Sadece cesareti ve cüretkarlığı nedeniyle değil, aynı zamanda geniş duygusal yelpazesi (kaynama noktasındaki öfkeden en ince hassasiyetine kadar) ve yazının kalitesi, cümlelerinin yontulmuş zerafeti nedeniyle. Baldwin’in düzyasını ‘klasik Amerikan’ olarak adlandırırdım, aynı Thoreau’nun klasik olduğu anlamda ve en iyi hâlinde. Baldwin’in en iyi hâlinin Thoreau’nun en iyi hâliyle tamamen eşit olduğuna inanıyorum. Garip bir biçimde, iki kitabı da okumayı bitireli bir yılı geçti fakat hâlâ başucumda duruyorlar. Nedenini söyleyemem—sadece orada olmalarını seviyorum. Beni rahatlatıyorlar.”

(Kaynak: Paul Auster, Talking to Strangers, “By The Book”, 2017)


Kapitalizm 

“Bize ‘herkes için özgürlük ve adalet’ olduğuna inanmamız öğretilmişti, ne var ki gerçekte özgürlük ve adalet çoğu zaman birbirleriyle çelişiyordu. Para peşinde koşmanın adaletle hiçbir ilintisi yoktu; bunun itici gücü ‘her koyun kendi bacağından asılır’ ilkesiydi. Pazar, temel insanlık dışılığını kanıtlarcasına, neredeyse tüm metaforlarını hayvanlar aleminden almıştı: it iti yer, boğalar ve ayılar, fare takımı, en güçlü olanın hayatta kalması. Para, dünyayı kazananlar ve kaybedenler; sahip olanlar ve olmayanlar olarak ikiye böldü.”

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Lou Reed

Paul Auster: Son 25 yıldır Amerikan kurumsalında çalışan yaşıtlarımın nasıl göründüğününün farkındayım. Benden 10-15 yıl daha yaşlı görünüyorlar.
Lou Reed: Şüphesiz! Bence rock seni gençleştiriyor.
Paul Auster: Bence yazmak insanı gençleştiriyor. Sanatın her türü insanı diri tutuyor. Çünkü emekli olunabilen bir şey değil. Nalları dikene kadar devam edersin!
Lou Reed: Aynı zamanda kendini ifade etmeni engelleyen bir iş tarafından kanın emilmiyor! Eğer sana nefes aldıran şey buysa!

(Kaynak: Dazed and Confused, 19. Sayı, “Art keeps people fresh”: When Paul Auster met Lou Reed, 1995)


Mekân

“Şimdi çalışmalarımın tümüne baktığımda, iki uç arasında gidip geldiğini görebiliyorum: kısıtlanma ve başıboşluk—havadar mekân ve havasız mekân. Aynı zamanda, tüm bunların içinde garip bir paradoks yer alıyor: kitaplarımdaki karakterlerin en çok kısıtlantıkları an, en özgür göründükleri an. Ve serbestçe dolaşabildiklerinde, en kaybolmuş ve kafası karışmış hâlde oluyorlar. Dolayısıyla, bu iki durum hakkında beklentilerin tersine döndüğü ilginç bir durum var.” 

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Memory’s Escape—Inventing the Music of Chance: An Interview with Paul Auster” – Mark Irwin, 1992)


Neden

“Yaratma, üretme, icat etme ihtiyacı şüphesiz temel bir insan dürtüsüdür. Fakat ne için? Sanatın, özellikle kurgu sanatının, gerçek dünya dediğimiz şeyde ne amacı var? En azından pratik anlamda aklıma gelen hiçbir amacı yok. Bir kitap, aç bir çocuğun karnını doyurmamıştır. Bir kitap, bir cinayet kurbanının vücuduna girecek bir kurşunu engellememiştir. Bir kitap, savaşın ortasında masum sivillerin üzerine düşen bir bombayı durdurmamıştır. Bazıları, sanatın derin bir takdirinin bizi gerçekten daha iyi insanlar yapabileceğini—daha adil, daha ahlaklı, daha duyarlı, daha anlayışlı yapabileceğini düşünmeyi sever. Bu belki de doğrudur—bazı nadir, münferit durumlarda. Ama unutmayalım ki Hitler hayata sanatçı olarak başladı. Zorbalar ve diktatörler roman okur. Cezaevindeki katiller roman okur. Ve kim, onların da kitaplardan diğer herkes gibi aynı tadı almadığını söyleyebilir?”

(Kaynak: Talking to Strangers, Paul Auster, ““Prince of Asturias Prize for Literature Acceptance Speech”, 2008)


Okuyucu

“Bütün kitaplarımda yapmaya çalıştığım tek şey, okuyucunun metin içinde yaşayabileceği kadar yer bırakmak. Çünkü sonunda kitabı yazanın yazar değil, okuyucu olduğuna inanıyorum. Kendi adıma, bir okuyucu olarak (ve kesinlikle yazdığımdan daha fazla kitap okudum!), neredeyse her zaman bir kitaptan sahneleri ve durumları alıp kendi deneyimlerime eklediğimi ya da tam tersini yaptığımı fark ediyorum. […] Sonuçta, sadece yazmanız gereken kitapları yazmazsınız, okumak isteyeceğiniz kitapları yazarsınız.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Interview with Paul Auster – Joseph Mallia”, 1987)


Ölüm

“Yaşam ölüme dönüşür ve sanki bu ölüm başından beri bu yaşamın sahibidir. İkazsız ölüm. Bir başka deyişle: yaşam durur. Ve herhangi bir anda durabilir.”

(Kaynak: Paul Auster, The Invention of Solitude)


Para

“Başından beri tek hedefim yazmaktı. On altı ya da on yedi yaşlarımda bunu biliyordum ve bununla geçimimi sağlayabileceğim yanılgısına hiç kapılmadım. Yazar olmak, doktor veya polis olmak gibi bir ‘kariyer kararı’ değildir. Siz onu seçmezsiniz, o sizi seçer ve başka bir şeye uygun olmadığınızı kabul ettiğinizde, hayatınızın geri kalanında uzun, zor bir yolda yürümeye hazır olmalısınız. Tanrıların favorisi olmadığınız sürece (ve buna güvenen kişiye yazıklar olsun), çalışmanız sizi geçindirecek kadar para getirmeyecektir ve başınızı sokacak bir çatı ve açlıktan ölmemek için faturaları ödeyecek başka işler yapmayı kabul etmelisiniz. Tüm bunları anlıyordum, buna hazırdım, şikayetim yoktu. Bu bakımdan çok şanslıydım. Maddiyat açısından pek bir şey istemiyordum ve yoksul yaşam ihtimali beni korkutmuyordu. Tek istediğim, çalışmak için bir fırsattı […]” 

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Realist

“Estetik açıdan bakıldığında, kurguya rastlantısal unsurların dahil edilmesi muhtemelen çözdüğü kadar sorun yaratır. Bu yüzden eleştirmenler tarafından topa tutuldum. Kelimenin en katı anlımıyla kendimi bir realist olarak görüyorum. Rastlantı, gerçekliğin bir parçasıdır: Sürekli olarak tesadüflerin güçleri tarafından şekillendiriliyoruz, beklenmedik olan neredeyse hissiz bir süreklilikte hayatlarımızda meydana geliyor. […] Romanların hayal gücünü çok fazla zorlamaması gerektiğine dair yaygın bir kanı var. ‘Mantıksız’ görünen herhangi bir şey mutlaka zorlama, yapay, ‘gerçek dışı’ olarak kabul edilebiliyor. Bu insanların hangi gerçeklikte yaşadığını bilmiyorum ama benim gerçekliğim olmadığı kesin. Sapkın bir şekilde, kitap okuyarak çok fazla zaman geçirdiklerine inanıyorum. Sözde gerçekçi kurgunun kurallarına o kadar dalmışlar ki gerçeklik algıları çarpıtılmış. Bu romanlarda her şey yumuşatılmış, tekilliğinden arındırılmış, öngörülebilir bir neden-sonuç dünyasına hapsedilmiş. Burnunu kitabından çıkarıp gerçekte önünde ne olduğunu inceleyecek akla sahip herkes, bu gerçekçiliğin tam bir sahtekarlık olduğunu anlayacaktır. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse: gerçek kurgudan daha gariptir.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “An Interview with Paul Auster”, Larry McCaffery ve Sinda Gregory, 1989)


Sanat

“Bunda belli bir romantizm vardı sanırım, kendimi bir aykırı olarak doğrulama ve hayatın ne olduğuna dair başkasının fikrine boyun eğmeden kendi başıma başarılı olabileceğimi kanıtlama ihtiyacı. Hayatım ancak ve ancak kendi bildiğimden şaşmaz ve pes etmezsem iyi olabilirdi. Sanat kutsaldı ve onun çağrısını takip etmek, sizden talep edilen her türlü fedakarlığı yapmak, amacınızın saflığını sonuna kadar korumak anlamına geliyordu.”

(Kaynak: Groundwork, “Hand To Mouth – A Chronicle of Early Failure”, 1996)


Sembolizm

“Alegori, yazarın belirli bir niyeti, bir planı olduğu ima eder gibi görünür. Benim ise asla böyle bir planım yok. Günden güne ne yaptığımdan pek haberim yoktur. Birkaç görüntü, kafamdaki birkaç uğultu ile körlemesine başlarım—bir karakterin sesi, bir jest. Hikâye daha sonra içimde gelişmeye başlar ve çoğu zaman yazmaya başlayacak duruma gelmesi yıllar alır. Ancak alegori, sembolizm ve benzeri sözcükler aklıma bile gelmez. Bildiğim kadarıyla, kitaplarımdaki hiçbir şey, sayfaya koyduğum şeyler dışında bir anlama gelmez. Gizli anlamlar yoktur. Öte yandan, içinizdeki güçle yankılanan bir hikâye anlatabiliyorsanız, neredeyse rüyalarınızın birinden çıkıyormuş gibidir. Öylesi karanlık ve erişilemez bir yerden gelir ki, eğer iyi yazılmışsa okuyucuda da aynı güçle yankılanır.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Memory’s Escape—Inventing the Music of Chance: An Interview with Paul Auster” – Mark Irwin, 1992)


Şiir

“Daha küçük bir form üzerine yoğunlaşarak, daha fazla ilerleme kaydedebileceğimi hissettim. Yıllar geçti ve şiir yazmak öyle bir saplantı hâlini aldı ki başka bir şey düşünemez oldum. Genellikle tamamlamam aylarımı alan çok kısa lirik şiirler yazdım. Özellikle başlangıçta—bir yumruk gibi sımsıkı—çok yoğunlardı, ancak yıllar içinde yavaşça açılmaya başladılar, ta ki sonunda bir hikâye olma yönünde ilerlediklerini hissedene dek. Kendimi şiiri bırakmış olarak görmüyorum. Tüm çalışmalarım bir bütün ve düz yazıya geçiş, yavaş ve doğal bir evrimin son adımıydı.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Interview with Paul Auster – Joseph Mallia”, 1987)


Tecrübe

“Bence işler giderek zorlaşıyor. Bildikçe, daha da zorlaşıyor. Aynı zamanda, çok gençken düştüğüm çeşit bir umutsuzluğa düşmüyorum. Bir kitapta problemler ve zorluklarla karşılaştığımda, kendime karşı daha sabırlı olma eğilimdeyimdeyim artık. Problemleri çözme tecrübeniz olunca, şöyle hissediyorsunuz: ‘Peki, tekrar yapabileceksin.’ Ancak bilemiyorum da, şu anda yaklaşık dokuz aydır hiçbir şey yazmamış durumdayım.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “The Manuscript in the Book: A Conversation”, Michel Contat, 1994)


Uğraşı

“Herhangi bir nihai çözüm aramıyorum. Yaşam karmaşık ve karışık, üstelik de çok kısa olduğu için sanırım çok karışık sebeplerle yapmam gerekeni yapıyorum ve sonunda işi ilginç kılan şey sadece mücadeleye ve uğraşmaya devam ediyor olmak. Belirli bir kitap yok, herhangi bir konuda edilmiş bir son söz yok.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “The Manuscript in the Book: A Conversation”, Michel Contat, 1994)


Üç boyutluluk

“Filmlerle ilgili genel anlamda belirli sorunlarım var, özellikle de medyanın kendisiyle. İlk olarak, iki boyutluluk. İnsanlar filmleri ‘gerçek’ olarak görür ancak değiller. Onlar, bir duvara yansıtılan düz resimler, gerçeğin taklidi, gerçeğin kendisi değil. Sonra da şu görsel meselesi var. Onları pasif bir şekilde izlemeye eğilimliyiz ve sonunda doğrudan etkiliyorlar. İki saat boyunca büyüleniyoruz ve merak ediyoruz, sonra sinemadan çıkıp gördüklerimizi neredeyse hatırlamıyoruz. Romanlar ise tamamen farklı. Bir kitap okumak için, sözcüklerin ne dediğine aktif bir şekilde dâhil olmalısınız. Çabalamalısınız, hayal gücünüzü kullanmalısınız. Ve bir kez hayal gücünüz tamamen uyanmışsa, kitabın dünyasına kendi hayatınızmış gibi girersiniz. Kokuları alırsınız, dokunursunuz, karmaşık düşünceler ve içgörüleriniz olur. Kendinizi üç boyutlu bir dünyada bulursunuz. […] Fakat bu filmlerin harika olamayacağı anlamına gelmez. Bu hikâyeleri anlatmanın başka bir yoludur, işte hepsi bu, ve her ortamın ne yapabildiğini ve yapamadığını hatırlamak önemlidir.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Memory’s Escape—Inventing the Music of Chance: An Interview with Paul Auster” – Mark Irwin, 1992)


Vücut

“Her zaman elimle yazdım. Genellikle dolma kalemle, bazı zamanlar ise kurşun kalemle—özellikle düzeltmeler için. Eğer bir daktilo veya bilgisayar üzerinde doğrudan yazabilseydim, yapardım. Fakat klavyeler beni her zaman korkutmuştur. Parmaklarım o pozisyonda olduğunda net düşünemedim hiçbir zaman. Bir kalem çok daha ilkel bir araçtır. Sözcüklerin vücudunuzdan çıktığını hissedersiniz ve sonra bu sözcükleri sayfaya kazırsınız. Yazma her zaman benim için bu dokunsal özelliğe sahipti. Fiziksel bir deneyim.” 

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Paul Auster: The Art of Fiction”, Michael Wood, 2003) 


Wim Wenders

“İki yıldan biraz fazla bir süre önce, Wim Wenders’tan bir mektup aldım. Daha önce kendisiyle bir temasım olmamıştı. Mektup ansızın geldi, o zaman Avusturalya’da son filmini çekiyordu. Öyle güzel, nazik ve cömert bir mektuptu ki kalbim eridi. Basitçe şöyle demişti: ‘Sevgili Bay Auster, bütün kitaplarınızı okudum. Onları derinden seviyorum ve daha fazla okuyacak bir kitabınız kalmadığı için çok üzgünüm. Ben filmler yapıyorum. Beni tanıyıp tanımadığınızı bilmiyorum. X, Y ve Z filmlerini yaptım. Bir planım yok, size teklif edecek bir şeyim de yok. Yalnız bir gün, eğer isterseniz, sizinle bir film yapmak isterim. Ve bu kadar.’ Hiç beklemediğim bir mektuptu. Sonunda tanıştık ve dost olduk.” 

(Kaynak: Paul Auster ile Konuşmalar, “Hafızanın Kaçışı – Şansın Müziğini İcat Etmek: Paul Auster ile Bir Röportaj” – Mark Irwin, 1992)


Yetersizlik

“Sanırım, derinlerde, çalışmalarımın temeli, yoğun kişisel ızdırap, dünyaya dair derin bir nihilizm ve umutsuzluk, kendi geçiciliğimiz ve ölümlülüğümüz gerçeği, dilin yetersizliği, bir insanın diğerinden izole olması gibi konumlardan kaynaklanıyor. Ancak yine de, aynı zamanda, kendini canlı hissetmenin güzelliğini ve getirdiği olağanüstü mutluluğu ifade etmek istedim; havayı içine çekmenin, kendi cildinizde yaşamın neşesini hissetmenin. Tüm bunlardan sözcükleri eğip bükmek, ne kadar yetersiz olursa olsunlar, yaptığım her şeyin temeli. Demek istediğim, bu önemli. Kitaplarımdaki insanlar, onlar için önemli olan mücadeleler içinde.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, “Memory’s Escape—Inventing the Music of Chance: An Interview with Paul Auster” – Mark Irwin, 1992)


Zamansızlık

“Yüz yıl sonra da okunabilecek kitaplar yazmak istiyorum, okuyucuların önemsiz ayrıntılardan sıkılmayacağı kitaplar. Ben bir sosyolog değilim ve roman genellikle sosyoloji ile ilgilenmiştir. Bu, kurguyu insanlar için ilginç hâle getiren bir itici güçtür. Ancak bu benim endişem değil. Bu psikolojiyle ilgileniyorum. Ve aynı zamanda dünya hakkında bazı felsefi sorularla ilgileniyorum. Bizi çevreleyen şeylerin bataklığından hikâyeler çıkararak, duygusal yaşama dair daha saf bir yaklaşım elde etmeyi umuyorum.”

(Kaynak: Conversations with Paul Auster, Interview with Paul Auster, Joseph Mallia, 1987)

  1. Sokak lambaları yandı, yakamoz vardı, gençler biralarını içti ve yeni gün doğdu: MARK HALE ve HOŞGÜN RESSAMI

    Mark Hale, yeni sergisi Hoşgün Ressamı ile hiç bitmeyen bir yazı hayal etmeye çağırıyor.

  2. Öteki dünyalılık ve yeni yerler yaratma dürtüsü: FONTAINES D.C. ile istikamet ROMANCE

    Yoldaki Fontaines D.C. albümünü birkaç tur döndürme şansı yakaladık ve grubun gitaristi Conor Curley’e bağlandık.

  3. Aklımdakiler: SELMAN NACAR ve TÜLİN ÖZEN ile TEREDDÜT ÇİZGİSİ

    Farklı disiplinlerden 11 isim aklındakileri soruyor; Tereddüt Çizgisi’nin ödüllü yönetmeni Selman Nacar ve başrol oyuncusu Tülin Özen yanıtlıyor.

  4. A’dan Z’ye: Kendi cümleleriyle PAUL AUSTER

    Bütünüyle yazarın cümlelerinden oluşan bu alternatif sözlüğü iddialı bir derlemeden ziyade, rastlantıların ve merak unsurunun direksiyonda olduğu bir yol gibi deneyimlemeniz umuduyla.

  5. Gören göz için keşfedecek şey çok: KUMKUM FERNANDO

    Sri Lankalı sanatçı Kumkum Fernando’dan hikâyesinin ve sanatının inceliklerini aylara yayılan bir süreç içinde etraflıca dinledik.

  6. Kabuldeki, sevgideki, acıdaki yumuşaklık: ARLO PARKS’ın direnmeyen direnişi

    İstanbul Caz Festivali kapsamındaki buluşmamız öncesinde, Arlo Parks ile duyarlı kişiliğini nasıl deneyimlediği, ilk kitabı The Magic Border ve biraz da gündelik rutinlerine uzanan bir sohbet.

  7. Kendi başınalık ve pürüzsüz açıklık: SISSY MISFIT ve EXXXOSKELETON

    İlk albümü EXXXOSKELETON’ı, Londra’da üretim pratiklerinin nasıl şekillendiğini, ona ilham veren 2010’lar pop ikonlarını, göz kamaştıran video kliplerini ve hayallerini SISSY MISFIT'ten dinledik.

  8. Kamera arkası: AFTERSUN setinin anlatılmamış hikâyesi

    Dünya prömiyerinin ikinci yıl dönümünde, “Neler yaşandı bu Aftersun fenomeninin setinde?” sorusunun peşine düştük.

  9. Dogmatizm gölgesinde kimlik inşası: NEHİR TUNA ile YURT üzerine

    "Öykü bu topraklara özgü çok fazla kod barındırıyor olsa da ben çok evrensel olduğuna inanıyorum. Sonuçta bu bir büyüme hikâyesi ve özünde bir sevgi arayışı var."

  10. Dünyam, şu naylon torbalarda: Bir DARGEÇİT sohbeti

    Yıllara yayılan bir adalet mücadelesini konu edinen, 43. İstanbul Film Festivali "En İyi Belgesel" ödüllü "Dargeçit"in hissettirdikleri ve düşündürdükleri...

  11. RƏHMAN MƏMMƏDLI ve yanık mı yanık gitarı üzerine: Azeri müziği, küresel kapitalizm ve karnımdaki kelebekler

    Azeri gitarist Rəhman Məmmədli'nin gitar müziği yarattığı duygusal ve nostaljik dalgalanımın yanında birçok farklı anlam taşıyor elbette.

  12. DOROTHY SING ZHANG ile uykuya tepeden bakmak

    Dorothy Sing Zhang, mecburiyet olan uykunun yaşamla bağlantısını, egonun kontrol dışı olduğu bu süredeki teslimiyet hâli ve gizemi inceliyor. 

  13. Yaratıcısı ve oyuncuları ile THE ACOLYTE üzerine

    Star Wars spin-off'u The Acolyte hakkında merak ettiklerimizi, yaratıcı zihni Leslye Headland ve oyuncu kadrosu ile konuştuk.

  14. Yeni filminin ayak sesleri duyulurken: TOLGA KARAÇELİK ve “bambaşka bir dünyada” üretmek 

    Tolga Karaçelik'ten prömiyerini Tribeca'da yapan The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write about a Serial Killer'a dair bazı ipuçları kaptık.

  15. Kanada, Her Şeyin Hikâyesi ve bu ay başka ne okusak?

    Mayıs 2024’te yayımlanmış, merak uyandıran kitaplar.

  16. 60 albüm: Mayıs 2024 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, mayıs ayından yerli – yabancı karışık 60 albüm.

  17. Künye

    .