Sri Lankalı sanatçı Kumkum Fernando’yu geçtiğimiz sene düzenlenen Coachella festivaline yerleştirdiği devasa mistik robot heykellerinden tanıyor olabilirsiniz. Kadim geleneklerin fütüristik bir hayal gücüyle buluştuğu hibrid heykelleri ile kendi keşfetme arzusunu bakana da rahatça geçirebiliyor. Yarattığı heykeller geri dönüştürülen doğası ve emek yoğun yaratım süreci nedeniyle kendilerini çok canlı hissettiriyor. Eski şeylerin yeniden ele alınışı, aşırı detaylı çalışma pratiği, zanaatkarlık, geleneksel bilgi / tekniklerin kullanımı, onlar için yazdığı hikâyeler ve şiirler, Kumkum’un figürlerine gerçek yaşamdan bir soluk üflüyor. Gören göz için keşfedip biriktirecek çok şey olduğu kesin.

Kumkum Fernando’dan hikâyesinin ve sanatının inceliklerini aylara yayılan bir süreç içinde etraflıca dinledik.


Hem çocukluğunda büyüdüğün ev hem de sonrasındaki kendi koleksiyonculuk deneyimlerin açısından bu konuya dair ilk anılarından biraz bahseder misin?

Babam bir koleksiyoncu ve çocukluğum onun biriktirdiği nesneler ve mobilyalarla dolu karmakarışık bir evde geçti. Evdeki mobilya fazlalığı konusunda annemle aralarında pek çok anlaşmazlık yaşanırdı. Babam, evi eski eşyalarla doldururdu, mobilyalardan kuklalara ve maskelere kadar her şey vardı. Ben de bu yüzden genç yaşta biriktirmeye başladım. Dokuları olan ve soluk görünümleriyle eski izlenimi veren şeyler beni hep cezbederdi. Eski heykelleri ve eski Sri Lanka madeni paralarını küçük yaşta biriktirmeye başladım.

Şu anda teknik olarak çok farklı yollar izlesen de (ama ruhsal olarak oldukça yakın), daha önceki çalışmaların çoğunlukla seyahatlerin sırasında topladığın rastgele parçalardan oluşuyormuş. Bu yüzden hikâyene bakınca insana evinde çok özel eşyalardan oluşan devasa koleksiyonu olan biri gibi geliyorsun. Koleksiyonuna eklenen son özel parça nedir?

Evet, önceki işlerim çoğunlukla topladığım fiziksel nesneler etrafında dönüyordu; onları kolajlarda kullanıyordum. Hâlâ boş zamanlarımda bazı kolajlar yapıyorum. Yeni figüratif işlerim de koleksiyonlarımdan doğuyor ancak daha çok telefonumda topladığım desenlere ve şekillere odaklı. Beğendiğim binaların, kitapların, eski makinelerin, kumaşların üzerindeki desenleri fotoğraflıyorum ve sonra bu desenleri 3D şekillere ve figürlere dönüştürerek işlerimde pirinç süslemeleri olarak kullanıyorum. 

Bugünlerde fiziksel nesne toplamayı bıraktım çünkü ev değiştiriyorum ve stüdyomda da yer kalmadı. Ama bu bırakması zor bir hobi. Her gördüğüm güzel şeyi almak istiyorum. Geçenlerde, Saigon’da tapınaklar için kutsal objeler satılan bir mağazaya gittim. Üzerinde tanrıça figürleri olan bir grup pirinç kart aldım. Bu arada onları çok ender bulunan Pokémon kartları olduğunu söyleyerek oğluma hediye ettim! Bu koleksiyon virüsü şimdi oğluma da bulaştı. En rastgele şeyleri topluyor. Metal çivilerden taşlara ve şişe kapaklarına kadar her şeyi…

Bu arada Coachella’da sergilenen The Messengers serisinin bir parçasına oğlunun adını vermişsin. Bunu öğrendikten sonra heykellerinle arandaki ilişkiyi de merak ettim. Bu ilişkiyi nasıl kuruyorsun? Onlara ne zaman isim veriyor, nasıl şiirlerini yazıyorsun? Bir heykel tamamlandığında nasıl hissediyorsun ve zamanla onlara karşı duyguların değişiyor mu?

Bir şeyler üretirken takip ettiğim belirli bir sıra yok. Bazen işimi üretirken bir hikâye veya kişi düşünürüm; diğer zamanlarda çalışmayı yapar ve uygun bir arka plan düşünürüm. Biraz organik bir süreç. Bazen bir eskiz yaparım ve sadece bir köşede aylarca bekler çünkü onunla bağ kuramam, onu inşa edemem. Genellikle bana hayata karışması için bir his vermesi gerekir; açıklaması biraz zor.

Coachella’daki işlerle ilgili olarak, merkezdeki iş oğlum Ilo’nun adını taşıyordu. Daha önce yaptığım bir tasarım, ancak biraz farklı (ve önceki çok daha küçük).

Coachella sırasında ve birkaç yıl boyunca oğlum benden uzakta yaşıyordu ve onu çok özlüyordum. Bu nedenle Coachella’daki Ilo’nun sırtına bir roket yerleştirmeye (önceki modellerde olmayan bir şeydi bu) ve ona The Flying Ilo adını vermeye karar verdim. Benim için bu, Ilo’nun sırtında artık bir roket olduğu için istediği zaman beni ziyaret edebileceği anlamına geliyordu. Bu iş, o an orada olamayan sevdiklerimize adanmıştı. İşler Coachella’da hikâyeleri ile birlikte sergilendi.

Şu âna dek geçmişte yaptığım işler için duygularımın veya hikâyelerimin değişmesi gerektiğini hissetmedim. 

Peki Coachella’daki Messenger heykellerinin muazzam ölçeği seni nasıl hissettirmişti? Festivaldeki gözlerden gelen tepkiler arasında seni özellikle mutlu eden ve kalbine dokunanlar oldu mu? 

O parçaları görmek beni çok etkilemişti. İşlerim genellikle çok daha küçük. Coachella’dan önce, yaklaşık 5 metre civarında bir iş yapmayı hayal ediyordum. Sonra Coachella oldu ve o işler yaklaşık 23 metre civarındaydı. Tam anlamıyla rüyalarım gerçek oldu.

O eserlerle ilgili birçok geri bildirim aldım, ancak beni özellikle mutlu eden ve kalbime dokunan biri vardı. Bana hiç unutmayacağım dokunaklı bir hikâye anlattı. Sürekli olarak Coachella’ya en iyi arkadaşıyla geldiklerini ve o yıl bir şekilde arkadaşının vefat ettiğini söyledi. Ilo’nun hikâyesini okuyup dağıldığını ve bunu gerçekleştirdiğim için teşekkür ettiğini söyledi.

Ilo’nun, Flying Ilo heykeli ile sergilenen hikâyesi işte şöyle:

Uçan Ilo

Bu iş oğlum Kai-ilo’nun adını taşıyor.
Ilo benden binlerce mil uzakta yaşıyor.
Kai-ilo’nun adını taşıyan ilk işim, Hayalperest Ilo adını taşıyordu.
Ancak kanatları olmadığından uçamıyordu.
Durum bu kez farklı.
İlo’nun sırtına bir roket koydum, milyarlarca kuyruklu yıldızdan daha hızlı.
Kayan bir yıldıza bir sonraki şahitlik edişinizde,
Gökyüzünde yol alan bir ışık şeridi görüşünüzde,
Bilin ki o Ilo,
Beni görmeye geliyor.
Bu iş; kalbimizin, şu anda yanımızda olmayan
eksik parçalarına adanmıştır.
Umarım hepsi, her nerede olursa olsun, size doğru uçabilmek için 
milyarlarca kuyruklu yıldızla güçlendirirmiş birer rokete sahip olur.
Sevginin daim olması dileğiyle.
İşte uçan Ilo


“Vietnam’da insanlar genellikle kapılarını ve pencerelerini çocuğun doğumu, evlilik veya bir Yılbaşı kutlaması gibi özel bir durum için boyarlar. Bu kapılardan bazıları da onları zımparaladıktan sonra açığa çıkan ve gökkuşağını andıran çok canlı renklere sahipti. Seriyi The Rainbow Punks olarak adlandırmanın asıl sebebi bu. Post-colonial terimini kullandım çünkü Vietnam’da kullanılan ahşap çoğunlukla Fransız koloni dönemine ait.”

Post Colonial Rainbow Punks adlı serinin teması kaybolan yeşil gözlü prenses Izah 281’ın intergalaktik aranışı. Onu bulup bulamayacakları belirsiz ve tek önemli olan o süreç, arayış. Bu serinin sıradışı yaratım sürecinin Saigon sokaklarında terk edilmiş mimari malzemeleri aramakla başladığını düşününce bu temayla alakalı taşlar kafamda yerinde oturmaya başladı. Bu aramalara dair bazı detayları anlatabilir misin? Geri dönüştürmek için malzeme ararken tam olarak ne aradığını biliyor musun? Yoksa kervan yolda mı düzülüyor? Terk edilmiş mimari mekânların kalıntılarında seni ilhamlandıran veya etkileyen şeyler ne?

Punklarla ilgili olarak, evet, yeşil gözlü bir prenses olan Izah 281’i arıyorlardı. Hatta onu sonraki serim The Lost Mysticste bulduklarını söyleyebiliriz. Ancak onun bulunacağını düşündükleri yere gittiklerinde, orada olmadığını ve aslında hiç var olmadığını, bir Maya (illüzyon) olduğunu keşfettiler. 

İşlerimle ilgili olaraksa, aslında bir şey bulma gibi bir misyonum olmuyor. Benim için keşfetmekle alakalı daha çok. Genelde bir şey görünce ilhamlanıyorum ve üretmek için bana bir fikir sağlıyor. Bazen belirli bir malzeme veya nesne aramaya gittiğim olur. Fakat tamamen yeni bir şey veya fikirle geri dönerim ve planı değiştiririm. 

Izah karakteri için de durum aynı örneğin. İlk başta onu punklar gibi eski kapılardan yapmak istedim çünkü aynı hikâyenin bir parçasıydı. Ancak bu süre zarfında eski Parcheesi masa oyunlarının desenlerini keşfettim ve bu yeni buluntuyla Izah’yı yaratmaya karar verdim. 

Soruna daha geniş çaplı bir yanıt vermem gerekirse, terk edilmiş alanlarda beni ilhamlandıranlar, hikâyesi olan veya beni cezbeden estetik nesneler. Örneğin topladığım kapılar… Vietnam’da insanlar genellikle kapılarını ve pencerelerini çocuğun doğumu, evlilik veya bir yılbaşı kutlaması gibi özel bir durum için boyarlar. Bu kapılardan bazıları da ilk boya tabakasının altında birçok renk barındırıyordu. Bazıları onları zımparaladıktan sonra açığa çıkan ve gökkuşağını andıran çok canlı renklere sahipti.

Bu seriyi, The Rainbow Punks olarak adlandırmanın asıl sebebi bu. Serideki işler, bu gökkuşağı renkli kapılardan, bir sürü hikâyeyle doğdu ve tercihen post-colonial terimini kullandım çünkü Vietnam’da kullanılan ahşap çoğunlukla Fransız koloni dönemine ait.


“Sri Lanka, doğaüstü/mistik hikâyelerle dolu bir yer: diğer dünyalara açılan kapılar, iblis krallar, uçan makinalar, hayaletler ve mistik ilahi ışıklar hâlâ Sri Lanka’da duyacağın yaygın hikâyeler arasında. Bu nedenle, ben bir çocukken de doğaüstü olaylara daima çekilmişimdir.”

Sanatının, görüldüğünde aynı anda birçok sınırı ne denli kolaylıkla yıkabildiği gerçekten ilham verici. Bu, yalnızca sanatının binlerce yıl süren mirası taşıyıp modern tasarıma dönüştürebilmesi anlamında değil, aynı zamanda açıklık, özgür ruh, tahrip edilmemiş doğa, sürpriz unsurlar ve hatta mizah duygusunu içermesi anlamında da geçerli. Sanatında kendi dilini/sesini nasıl keşfettin? Geçmişte sanatsal dilini nasıl ifade edebileceğini keşfetmek için nasıl aşamalardan geçtin?

Bu nazik sözlerin için teşekkür ederim. Bu soruya tek ve kesin bir cevap verilebileceğini düşünmüyorum. Sanırım bu yalnızca bir deneme yanılma süreci, aynı zamanda pek çok kişisel deneyimden geçmekle de ilgili -bazıları çok üzücü, diğerleri ise çok mutlu. Sadece belli bir noktada hissettiğim duyguların ifadesinin bir biçimi olan şeyler yapıyorum. Bu nedenle içinde mizah, hüzün, biraz ahmaklık ve bazen öfke veya dinginlik bulunuyor. Tam anlamıyla hissettiklerimi, biçimler ve nesneler aracılığıyla ifade etmek. 

Dil, özellikle de hikâye anlatıcılığı, sanatının bir başka önemli tarafı. Şiirlerinin büyükannenden ilham aldığını söylemişsin. Hikâye anlatıcılığı her kültür için farklı bir hikâye. Kendin bir hikâye anlatıcısı olarak, dinleyerek büyüdüğün Sri Lanka halk hikâyelerinden, çocukken seni en çok etkileyen şeyler, uyandırdıkları duygular ve büyükannenin sana bu hikâyeleri anlattığı ortamdan biraz bahsedebilir misin? 

Ben hikâye anlatıcılığı ile büyükannem sayesinde çok genç yaşta tanıştım. En erken hatıralarımdan bazıları, bana bahçesinde hikâyeler anlatan büyükanneme dair. Sabahın erken saatlerinde bahçesine çıkardım ve bana perilerin orada olduğunu ve ağaçların nasıl ağladığını anlatırdı. Bu, yaklaşık 4 veya 5 yaşındayken. Büyükannemin hikâyelerinin kendine has bir büyüsü vardı, bu hissi kendi işlerimde yakalamaya çalışıyorum.

Sri Lanka, doğaüstü/mistik hikâyelerle dolu bir yer: Diğer dünyalara açılan kapılar, iblis krallar, uçan makineler, hayaletler ve mistik ilahi ışıklar hâlâ Sri Lanka’da duyacağın yaygın hikâyeler arasında. Bu nedenle, ben bir çocukken de doğaüstü olaylara daima çekilmişimdir.

Voodoo uygulamaları ve şeytani maskeler her gün karşılaşılan şeyler. Sanırım neredeyse oradaki herkes, bir şekilde doğaüstü bir deneyim yaşamış birini duymuştur ve tanıyordur.

Çoğu zaman, yaşadığım deneyimleri ve duyduğum hikâyeleri, arka planları aracılığıyla işlerime dâhil etmeye çalışıyorum.

Sri Lanka halk hikâyelerinin yanı sıra ergenliğinde hayal gücünü etkileyen veya ilginç bulduğun fantastik dünyalar/ kitaplar/ üretimler nelerdi?

Ergenliğimde, özellikle babamın koleksiyonunda bulunan ve daima gözüme çarpan dev bir kitap olan Tibetan Thangkas beni çok etkilemişti. Bu, geleneksel Tibet Thangka resimlerinin dev sayfalarını içeren büyük bir kitaptı, süper yüksek kaliteli baskılarla hem de. Renkleri ve netliği neredeyse salyalarımı akıtacağım kadar güzeldi. Sayfalar arasında gezinmeyi ve bu resimlerin dünyalarında kaybolmayı çok seviyordum. Ayrıca çizgi romanlara çok ilgi duyuyordum ve hala Moebius, Osamu, Tezuka ve birçok başka sanatçının büyük hayranıyım. Çizgi roman dünyasındaki yeni sanatçıları ve illüstratörleri keşfetmek her zaman tazeleyici ve asla hayal kırıklığına uğratmıyor.

Ergenlik yıllarımda aynı zamanda heavy metal dünyasında da kaybolmuştum ve epeyce bir rock yıldızı olma hayali kurmuşumdur. Bu hayaller, açık olan bazı nedenlerden dolayı hızla paramparça oldu.

Heykellerine eşlik eden şiirlerden başka herhangi bir şeyler yazıyor musun?

Hayır, başka hiçbir şey yazmıyorum ve kendimi bir yazar olarak görmüyorum. Yalnızca karakterlerimin var olabilmeleri için kendi hikâyelerini anlatmaları gerektiğini hissettiğimden kalem kâğıda dokunuyorum.

Colombo, Sri Lanka’da doğdun ve sanıyorum şu anda Saigon / Ho Chi Minh şehrinde yerleşiksin. Ailenin ve kendi geçmişinden kısaca bahsedebilir misin? Ve seyahatlerinizden sonra Saigon’a taşınmaya nasıl karar verdiniz?

Sri Lanka’dan ilk ayrıldığım (uzun bir süre için) zaman, yaklaşık 18 yaşındaydım ve grafik ve iletişim tasarımı okumak üzere Avusturalya’ya gittim. Geri döndüm ve Colombo’da bir ajansta yaklaşık beş yıl boyunca çalıştım. Birçok teklif üzerinde çalıştım ve genellikle müşterilere sunulacak pek çok teklif yazdım ki genellikle kabul edilmediler. Tüm işlerimin belki yüzde 80’i, hatta bu kadar cömert davranmama gerek yok, muhtemelen yüzde 90’ı şu âna kadar reddedilmiştir. 

Başka bir reklam ajansında bir iş bulduktan sonra Sri Lanka’dan ayrıldım ve Saigon’a gittim. Büyük bir çok uluslu ajansta Yaratıcı Direktör Yardımcısı olarak yaklaşık beş yıl daha çalıştım. Büyük içecek markaları, ev ürünleri vb. üzerinde çalışarak anlamsız yaratıcı ödüller kazanmaya çalıştım. İlk başta heyecan vericiydi, ancak sonlara doğru iş ortamının çok politik ve toksik olduğunu, akıl sağlığımı bozduğunu fark ettim. Bu nedenle istifa ettim ve arkadaşımla beraber kendi ajansımı (Ki Saigon) kurma kararı aldım. Bugün, hâlâ bir avuç müşteri ile bu ajansı işletiyoruz. Şu anda arkadaşım ve iş ortağım genellikle kendi başına yürütüyor ve bazı projeler için bazen ben devreye giriyorum. 

Bütün bunlar olurken, hep sanatım üzerinde çalışıyordum. Bu benim yaratıcı çıkış yolumdu; çünkü çoğu ticari çalışma, kendilerini insanlığın yaratıcı ışığı sanan ancak gerçekte daha çok birer domuz olan müşteriler tarafından kontrol ediliyordu. Aslında bu söylediğim domuzlara saygısızlık; daha çok kurtçuk salyasına benziyorlardı. Kafamın gerisinde, daima kişisel olarak daha tatmin edici olduğunu hissettiğim için zamanımın yüzde 100’ünü sanata vermek istedim ve şimdilerde buna daha çok vakit ayırabildiğim için minnettarım. 

Atölyende ilham almak ve verimli çalışmak için ihtiyacın olan şey (veya şeyler) nedir?

Bu bir şey mi emin değilim ama daha fazla yeri ziyaret edip ilham almak için uçak biletleri olduğunu söyleyeceğim. Alternatif olarak, başka bir şey seçmem gerekiyorsa, belki daha büyük bir atölye veya daha fazla insanın daha fazla projeyi hayata geçirmesine katkı sağlayacağı bir şey. Aslında bu listeye bir UV yazıcı ve belki bir CNC makinesi da ekleyebilirsin!

Atölyende ambiyansın önemli bir parçası müzik mi? Öyleyse, atölyede favorilerin veya en son keşiflerin neler?

Evet, müzik sürecin büyük bir parçası. Bazen ne dinlediğime bağlı olarak detaylar ekler veya çıkarır ve karakterleri şekillendiririm. Son zamanlarda Kikagaku Moyo, Goat, Trees Speak gibi birçok geleneksel Güney Asya enstrümantal müziği dinliyorum.

Kumkum Fernando Ekibi ve dinamikleri hakkında bazı detaylar verebilir misin?

Sağ kolum Tuesday’dir (Tue Nguyen); benimle iş birliği yapacak insanları bulmamda bana yardımcı olur, bunlar arasında lake işçileri, yerel oyuncak yapım ustaları, tornacılar, metal işçileri, kâğıt yapımcıları, kutu yapımcıları gibi tüm geleneksel zanaatkarlar bulunmakta -hepsi kendi keşifleri. Tuesday ayrıca, işler oluşturulmadan önce eskizlerimin 3D modellerini yapmamda ve boyutları sağlamamda ve listelemem gereken birçok diğer görevde de bana yardımcı oluyor, ki eğer hepsini sıralamam gerekirse bu sayfa pek yeterli olmayacaktır.

Baş araştırma arkadaşım Duc Luong; desen ve motif bulma ve belgeleme, onların kökenlerini keşfetme ve halıdan antik tapınaklara, eski kitap sırtları ile pencere ızgara desenlerinin detaylarına kadar uzanan desenleri çizme konusunda bana yardımcı oluyor. Bir baskı oluşturduğumda ve orijinal eskizi yaptığımda, Duc Luong dosyayı yazıcıya gönderilecek duruma getirmemde de bana yardımcı oluyor.

İşler üretildikten sonra, her zaman işlerimi çekmek için ekstra bir yol giden harika fotoğrafçı ve sıkça iş birliği yaptığım arkadaşım Lens Face, Wing Chan ile çalışırım. Bu daima Vaib Production’ın yardımıyla olur, ki onlar çalışmalarımı çekmek için alanlarını ve olanaklarını bana her zaman büyük bir cömertlikle sunar.

Başka bir önemli iş birlikçi de Chung, yani Chicko 3000; dosyalarımı düzenleme konusunda bana çok yardımı olur.

Samanyolu’nun efsaneleri olan bu isimlerin hepsine sonsuz minnettarım. 

Gelecekte yapmayı hayal ettiğin bir proje var mı?

Bir gün karakterlerimle bir uzun metraj animasyon yapabilmek.


  1. Sokak lambaları yandı, yakamoz vardı, gençler biralarını içti ve yeni gün doğdu: MARK HALE ve HOŞGÜN RESSAMI

    Mark Hale, yeni sergisi Hoşgün Ressamı ile hiç bitmeyen bir yazı hayal etmeye çağırıyor.

  2. Öteki dünyalılık ve yeni yerler yaratma dürtüsü: FONTAINES D.C. ile istikamet ROMANCE

    Yoldaki Fontaines D.C. albümünü birkaç tur döndürme şansı yakaladık ve grubun gitaristi Conor Curley’e bağlandık.

  3. Aklımdakiler: SELMAN NACAR ve TÜLİN ÖZEN ile TEREDDÜT ÇİZGİSİ

    Farklı disiplinlerden 11 isim aklındakileri soruyor; Tereddüt Çizgisi’nin ödüllü yönetmeni Selman Nacar ve başrol oyuncusu Tülin Özen yanıtlıyor.

  4. A’dan Z’ye: Kendi cümleleriyle PAUL AUSTER

    Bütünüyle yazarın cümlelerinden oluşan bu alternatif sözlüğü iddialı bir derlemeden ziyade, rastlantıların ve merak unsurunun direksiyonda olduğu bir yol gibi deneyimlemeniz umuduyla.

  5. Gören göz için keşfedecek şey çok: KUMKUM FERNANDO

    Sri Lankalı sanatçı Kumkum Fernando’dan hikâyesinin ve sanatının inceliklerini aylara yayılan bir süreç içinde etraflıca dinledik.

  6. Kabuldeki, sevgideki, acıdaki yumuşaklık: ARLO PARKS’ın direnmeyen direnişi

    İstanbul Caz Festivali kapsamındaki buluşmamız öncesinde, Arlo Parks ile duyarlı kişiliğini nasıl deneyimlediği, ilk kitabı The Magic Border ve biraz da gündelik rutinlerine uzanan bir sohbet.

  7. Kendi başınalık ve pürüzsüz açıklık: SISSY MISFIT ve EXXXOSKELETON

    İlk albümü EXXXOSKELETON’ı, Londra’da üretim pratiklerinin nasıl şekillendiğini, ona ilham veren 2010’lar pop ikonlarını, göz kamaştıran video kliplerini ve hayallerini SISSY MISFIT'ten dinledik.

  8. Kamera arkası: AFTERSUN setinin anlatılmamış hikâyesi

    Dünya prömiyerinin ikinci yıl dönümünde, “Neler yaşandı bu Aftersun fenomeninin setinde?” sorusunun peşine düştük.

  9. Dogmatizm gölgesinde kimlik inşası: NEHİR TUNA ile YURT üzerine

    "Öykü bu topraklara özgü çok fazla kod barındırıyor olsa da ben çok evrensel olduğuna inanıyorum. Sonuçta bu bir büyüme hikâyesi ve özünde bir sevgi arayışı var."

  10. Dünyam, şu naylon torbalarda: Bir DARGEÇİT sohbeti

    Yıllara yayılan bir adalet mücadelesini konu edinen, 43. İstanbul Film Festivali "En İyi Belgesel" ödüllü "Dargeçit"in hissettirdikleri ve düşündürdükleri...

  11. RƏHMAN MƏMMƏDLI ve yanık mı yanık gitarı üzerine: Azeri müziği, küresel kapitalizm ve karnımdaki kelebekler

    Azeri gitarist Rəhman Məmmədli'nin gitar müziği yarattığı duygusal ve nostaljik dalgalanımın yanında birçok farklı anlam taşıyor elbette.

  12. DOROTHY SING ZHANG ile uykuya tepeden bakmak

    Dorothy Sing Zhang, mecburiyet olan uykunun yaşamla bağlantısını, egonun kontrol dışı olduğu bu süredeki teslimiyet hâli ve gizemi inceliyor. 

  13. Yaratıcısı ve oyuncuları ile THE ACOLYTE üzerine

    Star Wars spin-off'u The Acolyte hakkında merak ettiklerimizi, yaratıcı zihni Leslye Headland ve oyuncu kadrosu ile konuştuk.

  14. Yeni filminin ayak sesleri duyulurken: TOLGA KARAÇELİK ve “bambaşka bir dünyada” üretmek 

    Tolga Karaçelik'ten prömiyerini Tribeca'da yapan The Shallow Tale of a Writer Who Decided to Write about a Serial Killer'a dair bazı ipuçları kaptık.

  15. Kanada, Her Şeyin Hikâyesi ve bu ay başka ne okusak?

    Mayıs 2024’te yayımlanmış, merak uyandıran kitaplar.

  16. 60 albüm: Mayıs 2024 best of

    “Ne dinlesek?” diye soranlara, mayıs ayından yerli – yabancı karışık 60 albüm.

  17. Künye

    .