Doğdukları günden beri Manhattan’daki apartman dairelerinden, babalarının yasağı nedeniyle yalnızca birkaç kez çıkmış olan ve hayatı izledikleri filmler kadarıyla bilen Angulo ailesinin altı erkek ve bir kız kardeşinin tüyler ürperten hikâyesine tanık olmaya hazır mısınız?


Crystal Moselle’in geçtiğimiz ocak ayında Sundance Film Festivali’nde prömiyerini yapan ve belgesel yarışmasından Büyük Jüri Ödülü’yle ayrılan sarsıcı filmi The Wolfpack, çok kısa bir sürede kulaktan kulağa yayılarak, âdeta yılın belgesel sinema olayına dönüştü. Çarpıcı hikâyesi kadar, meseleye yaklaşma biçimiyle de dikkat çeken film haziran ayında Amerika’da gösterime girdi ve ülke çapında da üzerine epey yazılıp çizilen bir meseleye dönüştü.

Manhattan’da Lower East Side’ın göbeğinde bir apartman dairesinin içine sıkışıp, anne-baba ve yedi çocuktan oluşan Angulo ailesinin hayatlarının içine girdiğimiz The Wolfpack, kardeşlerin doğdukları günden bu yana içine hapsedildikleri dünyayı anlamlandırmaya çalışıyor. Moselle’in sürekli soru soran ve bu karanlık yaşam öykülerindeki bazı karanlık noktaların aydınlanıp bir çorap söküğü gibi açılmasını sağlayan kamerası, zamanla aile üyelerinin neden bu evin içinde hapis hayatı yaşıyor olduklarını sorgulamalarıyla birlikte farklı bir şekil alıyor. 

ESARETİN BAŞLANGICI

1989’da tanışan baba Oscar ve anne Susan Angulo, kısa sürede âşık olup, bir karavanla dünyayı dolaşmaya başlıyor. Bir yıl sonra ilk çocukları Visnu dünyaya geliyor. Büyük bir rock yıldızı olmaya çalışan Oscar Angulo’nun çabaları sonuçsuz kaldıkça aile üyeleri artıyor ve karavan zamanla yerini sabit bir düzene, sabit düzenlerse yerini komşular ve sokaktakilere karşı duyulan korkulara bırakıyor.

1995 yılına geldiğimizde artık beş çocuklu Angulo ailesi, Virginia ve Los Angeles sonrası Bronx ve Queens’te dikiş tutturmaya çalışıyor ancak özellikle baba Oscar, komşuların gürültüsünden, akşamları çıkan seslerden ve sokak kavgalarından panikleyerek buradan da taşınıyor. Bir yıl sonra aile, yıllarının geçtiği Manhattan’daki apartmana taşınıyor ve Oscar’ın verdiği kararla, anne ya da diğer aile üyeleri dışarı çıkmamaya (aile içindeki adıyla tehlikeden uzak durmaya) başlıyor.

Manhattan’daki yaşamın başlamasıyla birlikte iki çocuk daha dünyaya geliyor. Bunlardan biri, ailenin tek kız çocuğu Krisna. O diğerlerinden biraz daha farklı ve özel bir çocuk. Bu nedenle hem kendisi diğer erkek kardeşlerle neredeyse hiç bir araya gelmiyor, hem de belgeselin sınırları içerisinde de kendisine dair pek fazla bilgi mevcut değil. 1996’dan 2010’a dek geçen sürede, kardeşlerden Makunda’nın Mike Meyers maskesi takarak evden çıkıp dışarıda kaybolmasına kadar tüm aile üyeleri yılda yalnızca bir ya da iki kere sokağa çıkıyor. Hattâ bazı yıllar hiç çıkılmadığı dahi olmuş.

Image

FİLMLERLE KURULAN YENİ DÜNYA

Bu izole durum, kardeşleri televizyona, daha doğrusu VHS’ler ve DVD’lere mecbur bırakıyor. Evde yalnızca babanın odasında normal televizyon kanallarını gösteren bir ekran var. Erkek kardeşler ise toplu hâlde küçük bir ekrandan filmler izliyor, bunlar hakkında konuşmayı ve bu filmleri canlandırmayı seviyor, bununla hayatta kalıyor. Dışarıdaki dünyaya dair bildikleri Batman’in Joker’e karşı verdiği amansız mücadele, Pulp Fiction’ın girişindeki uzun restoran sahnesinde konuşulanlar ya da Blue Velvet’taki Isabella Rosselli’nin caz bardaki performansı gibi şeyler olsa da Angulo ailesinin kardeşleri, kendi filmlerini çekmeyi de seviyor.

Sinemayı gerçek bir tutku hâline getiren kardeşler, küçük yaşlardan itibaren evin içindeki hemen her şeyi kaydetmeye başlıyor. Bunlar genellikle özel seremoniler, bazı film canlandırmaları ya da doğum günleri gibi şeyler olsa da, ailenin içine hapsolduğu dünyaya dair yeterince fikir veriyor. Kardeşlerden büyük olanlar filmleri izleyip, diyalogları sahne sahne yazıya geçerek kendi senaryo kopyalarını elde ediyor ve hızlıca mevcut filme uygun bir oyuncu kadrosu kuruluyor. Replikler söyleniyor, sahneler canlandırılıyor ve Angulo ailesinde birkaç saat daha kapalı bir dünya içerisinde böylece geçiveriyor.

The Wolfpack’in, aileyi ve yaşadıklarını anlamlandırmamızdan sonra geçen ikinci yarısında, özellikle yönetmen Moselle’in sorduğu sorularla bu hapis hâlinin başlangıcı ve sonuçları sorgulanmaya başlıyor. Bu bölümlerde kardeşlerin üzerlerinde kurulu olan baskı rejiminin yıkılması ve ufaktan dışarı çıkılmaya başlanması, sahip oldukları korkunç psikolojinin izlerini taşıyan konuşmalar, baba Oscar’ın dışarı çıkmayı yasaklama nedenleri içinde kaybolduğu karmakarışık bir sanrı şeklindeki monoloğu ya da anne Susan’ın 20 yıldır sesini duymadığı (ve nedenini de bir gün olsun sorgulamadığı) annesiyle seneler sonra telefonda konuşması gibi kısımlar, belgeselin en güçlü anlarını oluşturuyor. 

DUVARLARIN YIKILMASI

Filmin izleyiciyi içine soktuğu merak, öfke, karmaşa gibi hislerin beş on katını hissettiğini tahmin ettiğimiz aile üyeleri, içinde boğuldukları örümcek ağlarından kurtulup, kendilerine özgü dünyalar kurmaya başladıkça, biz izleyicilerde bir zafer kazanmış hissiyatı beliriveriyor. Dışarıda ve içeride olmak ya da koskoca bir metropolün ortasına herkesten habersiz gömülebilmenin mümkünatını sorgulatan tüm bir seyir, Moselle’in şahitliğinin önemi ve filmin aile üzerindeki işlevselliğini de bir kez daha hatırlatıyor.

Belgesel sonrasında gittikçe rahatlayan ve kendi dairelerini kurup yeni bir hayata başlayan kardeşler, filmin Sundance’teki gösterimine de tam kadro iştirak edip, kendi çalışmalarıyla da varlık göstermeye başladılar. Kendi filmleri konusunda çalışmaları hızlandıran kardeşler, kendilerine yeni isimler de alarak eski hayatlarını geride bırakma konusunda emin adımlarla ilerliyorlar… 

Özetle, yalnızca Angulo ailesinin hikayesini keşfetmek için değil, belgesel sinemanın sınırları hakkında kafa yormak için de epey faydalı bir eser olan The Wolfpack’i ne yapıp edip görmekte büyük yarar var. 

  1. Toplumun eşiğinden: Masaru Tatsuki

    “Ben sanırım hep ‘toplum’ ile ilgili şüpheleri olan bir çocuk oldum.”

  2. Uzak diyarlar, başka yaşamlar, unutulan zamanlar: The Lost Tribes of Tierra del Fuego

    Bu fotoğraflanmış tanıklığı bu kadar özel yapan asıl şey, bu insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyor oluşumuz.

  3. “Bu kitabı hakikaten polis yazdı”: Geleceğe kalacak bir Gezi direnişi hafızası

    Röp: 13melek, Neyir Özdemir - İllüstrasyon: Vardal Caniş Su

  4. Yeni bir kuir görsel kültüre doğru: Kara Pembe Karşı Sanat Kolektifi

    “90’lı yıllarda huzur dolu oturma odalarında, bozulmakta olan ahlakın habercisi televizyonlara dönük koltuklar gösteriyordu ki buralar sistemin evlerdeki sınıfları, ‘haberler’ ise sistemin en disiplinli pasif eğitim programları... ‘Peki 20 yıldır ne değişti?’ diye de soruyoruz.”

  5. 35 yıllık kariyeri ve tüm ihtişamıyla: Marc Almond

    “O her zaman kalbinde hissettiği şeyi yapmaya çabaladı ve diğerleri tarafından kontrol edilmeyi reddetti.”

  6. Sızlanmak yok, umut var: José González

    “Farklı seviyelerde de olsa, iyimserlik her zaman vardı.”

  7. Pek aşina olmadığı remiks dünyasına dalmadan hemen önce: Eric Copeland

    “Paris’te ve Fas’ta evlerde ve dünyanın çeşitli yerlerinde stüdyolarda kayıtlar yaptım. Ama ben küçük odamı hepsine tercih ederim.”

  8. Tüm duygular bir arada: Membranes’den 26 yıl sonra yeni albüm

    Zülal Kalkandelen, sevgili dostumuz, müzisyen ve müzik yazarı John Robb’la 2010 yılında İstanbul’da ağırladığımız efsanevi grubu Membranes’in yeni ve muazzam albümü şerefine koyu bir muhabbete daldı.

  9. Bir elin de sesi olduğunun kanıtı: Byzantion Records & Shows

    Bağımsız müzik sahnesinin en özel oluşumlarından biri Byzantion Records & Shows’la İstanbul sahnesinden hayal ürünü festivallere, zihin açıcı muhabbet.

  10. Teftiş: Ne dinlesek?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz isimler bu ay Tokyo’dan Nijer’e, sörften avangart elektroniklere kadar uzanıyor: Kikagaku Moyo, La Luz, Culprate, Mdou Moctar.

  11. Belirsiz ama merak uyandırıcı: Ziya Demirel’le Altın Palmiye adayı Salı üzerine

    Geçtiğimiz aylarda Cannes Film Festivali’nde en iyi kısa film ödülü için yarışan dokuz filmden biri olan Salı’nın yönetmeni Ziya Demirel’le Cannes tecrübesi, çelişkili karakterler, tiyatro ve endüstri mühendisliği üzerine akıp giden bir sohbet...

  12. Cannes Film Festivali’nin ardından: Tüm sezon konuşulacak 15 film

    Geçtiğimiz mayıs ayında tüm dünyanın gözünü çevirdiği ve en klişe tabirle sinemanın kalbinin attığı Cannes Film Festivali, her ne kadar son 20 yılın en heyecansız yarışmasına ev sahipliği yapsa da, geriye çok konuşulacak bir avuç film bıraktı.

  13. Yeni sezonda da sancılar içinde: Ergen karakterler

    Büyüme sancısı içindeki ergen yavruların kendini keşif öyküleri, karşılarına örülen engelleri aşıp geçme hikâyelerine özel bir ilgi duyanlar için yeni sinema sezonunda bolca örnek mevcut. Bu örneklerin kahramanlarını çeşitli kategoriler altında inceleyelim…

  14. Evde yedi başına: The Wolfpack

    Doğdukları günden beri Manhattan’daki apartman dairelerinden, babalarının yasağı nedeniyle yalnızca birkaç kez çıkmış olan ve hayatı izledikleri filmler kadarıyla bilen Angulo ailesinin altı erkek ve bir kız kardeşinin tüyler ürperten hikâyesine tanık olmaya hazır mısınız?

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler