Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan, ardından Saraybosna Film Festivali’nden en iyi film ve kadın oyuncu ödüllerini toplayan ve şimdi de Fransa’nın Oscar adayı olan Mustang’in, Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday olan ilk Türkçe film olması epey olası.


Deniz Gamze Ergüven’in ilk uzun metrajlı filmi Mustang, şu sıralar sinema dünyasının, en azından bizim şahit olduğumuz kısmının en çok konuşulan olayı. Hayatın karşılaşmaya çekindiğimiz bir köşesinde duran beş kız kardeşin bol çetrefilli ancak her şeye rağmen asi hayat hikâyelerine odaklanan film bu ilgiyi çokça hak ediyor üstelik. Cannes’da Quinzaine des Réalisateurs seçkisinde gösterilen ve adını ilk olarak bu gösterimdeki beğenisiyle duyuran film, şimdiye kadar yalnızca Fransa’da yarım milyon kişi tarafından izlendi bile. Katıldığı hemen her festivalden ödülle dönen ve son olarak Fransa’nın Yabancı Dilde En İyi Film Oscar adayı olan Mustang, 23 Ekim’de Türkiye’de vizyona giriyor. Biz de bu bahaneyle filme dair merak ettiklerimizi yönetmen Deniz Gamze Ergüven’e sorduk.

Mustang, en küçük kız kardeş Lale’nin anlatımıyla başlayıp, biraz olsun diğer kardeşlerden sıyrılarak onun kurtuluş hikâyesine dönüşüyor. Diğer kardeşler kendilerine dayatılanlar karşısında daha çaresizken, Lale’nin film boyu başkaldıran tavrını koruması, asi ruhu tek başına üstlenmesi kardeşlerin içinde en küçüğü olup, olay örgüsünde sıranın en son ona gelecek olmasıyla mı ilgili?

Mustang beş kız kardeşi aynı anda sahneleyen bir film. Bu beş kızı hep tek bir karakter, beş kafalı, on bacaklı, on kollu bir Hidra gibi düşündüm ve filmi bu fikirle çektik. Hikâyeden her bir kız çıktığında karakterimizin bir parçası kopuyor gibi. Ve Lale, ablalarının yaşadıklarına tanık olduğu için, onların kendilerini çaresiz buldukları durumları tekrarlamamak için elinden geleni yapıyor.

Bugüne dek toplumsal baskı ve onun getirdiklerini işleyen birçok film izledik fakat Mustang incelikli analiziyle çok daha aykırı bir yerde duruyor. Tıpkı içindeki karakterler gibi. Ve filmi izledikten sonra uzun bir süre senaryonun yarattığı atmosferden kurtulmak mümkün olmuyor. En az aykırılığı kadar sahici çünkü. Hikâyeyi bu kadar içselleştirmeyi nasıl başardınız?

Tıpkı Lale gibi, büyük bir kadın ve kız topluluğundan oluşan bir ailenin en küçüğüyüm. Kızların oğlanların omuzlarına çıkarak yol açtıkları küçük skandal, boy sırasına göre dayak yemeleri, gördüğüm veya yaşadığım durumlar. Küçük skandalı örnek alırsak, kendimi aynı durumda bulduğumda “Şuran bir erkeğin şurasına dokundu da, bilmem ne oldu” dendiğinde utandım ve gıkımı çıkarmadım. Filmde kızlardan biri ise evin sandalyelerini kırıp, “Bu sandalyeler de kıçımıza değdi, iğrenç değil mi?” diye isyan ediyor ve ona yapılan suçlamanın saçma mantığıyla karşılık veriyor. Kahramanlık, benim için bu! Filmin her sahnesinin temel taşları sahici olsa da, Mustang olağandışı karakterler, diyaloglar ve durumlar sahneleyen bir kurgudur. Film mitolojik ve masalsı motiflerle yoğrulduğu gibi, dramaturjisinden dekoruna kadar tüm estetik seçenekler natüralizmden uzak.

Filmde beş genç kadını da birer kurban rolünde izliyoruz ancak bu beş kadının güçlü karakterleri salt mağduriyetle karşılaşmamıza izin vermiyor. Onları karakterlerinin hüzünlü atmosferinden uzaklaştırma fikri nasıl doğdu?

Kızları hep azim ve zekâ figürleri gibi gördüm. En karanlık durumlarda cesaret ve mizah gösterebilmeleri çok önemliydi ve filmin ışığına kadar her elemanı bu durumu yansıtıyor.

Image

Mustang, Türkiye’de üstü kapatılmaya çalışılsa da hâlâ yaşanmakta olan birçok olaya ışık tutuyor, Selma’nın gerdek gecesi yaşadıkları örneğin çoğunlukla kırsal kesimde hemen her genç kadının bugün bile yaşamak zorunda kaldığı bir durum. Film birçok ülkede ilgiyle karşılanırken, Türkiye seyircisinin tepkisini de merak ediyorsunuzdur sanırım. Olaylara yaklaşım gerçekçiliği herhangi bir rahatsızlık uyandırır mı sizce?

Önemli bir miras taşıyan, çok güzel bir ülkeye sahibiz. Çocukluğumdan beri Türkiye’nin çok hızlı bir şekilde gelişmesine tanık oldum. Tanıdığım diğer ülkelere göre, Türkiye hep büyük bir dinamizm ve hareket içerisinde oldu, ilerliyoruz. Kritik düşünce illa bir antagonizm değil, bizi ilerleten dinamizmin bir parçası ve sadece entelektüellere ya da sanatçılara değil de, her vatandaşa düşen bir görev. İnsan olarak en temel sorumluluklarımız düşünmek, sorgulamak, dürüst bir şekilde gerçeklerle yüzleşmek. Problemlerimizin üstünü örtmek yapıcı bir davranış değil, tam tersi. Bir sinemacı olarak insanî deneyimlerimizin her köşesine ışık tutabilmeliyim. Gerdek gecesi kanamadıkları için apar topar yataklarından çıkarılıp (gelinliklerine gelişigüzel sarılıp paketlenmiş şekilde) acil servise getirilen gelinler, onlara düğün kıyafetleriyle hastanede eşlik eden heyetler, günümüzde rastlayabileceğimiz gerçek durumlardır. Hattâ çok olağandışı da değildirler. Ankara’daki bir devlet hastanesinde çalışan kadın hastalıkları uzmanı bir doktor, evliliklerin yoğunlaştığı ilkbahar ve yaz mevsimlerinde, bana bu gibi durumlarla 40-50 kez karşılaştıklarını anlattı. Selma’nın gerdek gecesinde yaşadığı olağanüstü sahneler de böyle gerçekçi bir çerçeveye oturtularak yazıldı.

Filmde kadın karakterlerin mahalle baskısını en az erkek karakterler kadar, hattâ bazen daha fazla baskın olarak hissediyoruz, yer yer karşılaştığımız alt metinlerde de geçerli bu durum. Özellikle tercih ettiğiniz bir yönelim miydi bu yoksa senaryo akışında kendiliğinden mi gelişti?

Toplumumuzun temeline işlemiş ataerkil değerlerini, davranışlarını kadın olarak biz de yudumlayıp, sorgulamadan tekrarlayabiliyoruz. Film de bunun bir yankısını taşıyor.

Mustang ülkemizde bu ay vizyona girse de, Fransa’da çoktan 450 bin bilete ulaştı ve onun öncesinde başta Cannes olmak üzere birçok önemli festivalde gösterilerek ciddi bir beğeni ve coşkuyla karşılandı. Peki bu festivallerde sizin dikkatinizi çeken filmler hangileri oldu, dünya sinemasında takip ettiğiniz sinemacılar kimler?

Aynı jenerasyonda, en büyük kardeşlik duygusunu hissettiğim yönetmenler László Nemes (Son of Saul; çok önemli bir film) ve Alice Winocour (Maryland). Emin Alper’in Abluka filmini çok merak ediyorum ve ilk fırsatta görmeyi umuyorum.

Image

Filmin senaryosu oluştuktan sonra çekimler ve sonrası ne kadar vaktinizi aldı, filme destek fonu edinme süreci sıkıntılı mıydı?

Senaryoyu 2012 yazı boyunca yazmıştım, çekimi 2014 yazı boyunca gerçekleştirdik. Destek fonu edinme süreci nispeten uzun ve sakin bir dönemdi. Ondan sonrası işler karıştı. Çekime haftalar kala gelişmeler dramatik bir hâl aldı. İlk prodüktör gemiyi çekimin başlamasına üç hafta kala terk etme kararı aldı. Bu aşamada projenin dağılmaması için çok fazla mücadele etmem gerekti. Fransız prodüktör Charles Gillibert filmi çok kısa sürede sahiplendi. O günden itibaren birkaç hafta içinde filmi tekrar rayına oturttuk. Sürekli aşılması imkânsız gibi görünen engelleri aşarak ilerledik. Film, ateş üzerimde ilerliyor gibiydi, bu durum da paradoksal bir şekilde bize daha da güç veriyordu. Bu tür engelleri aşma kapasitemiz bizi daha da coşturmaya başladı. Sonuçta filmin etrafındaki bütün bu kargaşa ekrana yansımadı, hatta tam tersine Mustang’in sağlam bir görüntüsü var.

Mustang’in festival ve vizyon yolculuğu uzun bir süre daha devam edecek gibi görünüyor, en son Saraybosna’da En İyi Film ve En İyi Kadın Oyuncu (filmin beş kadın oyuncusu da) ödüllerini alması ve vizyon takvimine Kuzey Amerika’nın da eklenecek olması bunu gösteriyor. Peki Mustang’den sonra neler olacak?

Sinema tabii ki evrensel bir dil. Fakat bizim Karadeniz’in bir köyünde, Türkçe çektiğimiz bir filmden çok Amerikan sinemasının dünyayı gezmesi fikrine alışığım. Şu an Mustang’i çocuğummuş gibi elinden tuttum ve dünyanın dört köşesinde attığı adımlarında yanında yürüyorum. Aynı zamanda Alice Winocour’la yeni bir senaryo üzerinde çalışıyoruz ve Mustang, Fransa’nın Oscar adayı seçildi. Benim dili Türkçe olan ilk filmimin seçilmesi hem çok radikal, hem çok modern bir hareket. Bunun beni duygulandıran bir onur olduğu kadar, büyük bir mesuliyet olduğunu ölçüyorum ve Fransa’nın bana verdiği güvene ve göreve layık olabilmek için elimden geleni yapacağım.

Image
  1. Boysan, Zeliş ve Mert: Siz yoksanız çok eksiğiz…

    Geçtiğimiz ay aniden, apansızın gelen acı bir haberle dostumuz, hayatında dokunduğu herkese ihtiyacı ölçütünde ilham vermiş değerli Boysan Yakar’ı kaybettiğimizi

  2. Robert Garcia anlatıyor: Virgil Finlay’nin büyüyen mirası

    Virgil Finlay, 20. yüzyılın bilim kurgu, fantezi ve korku sanatının sadece büyük değil, “en büyük” sanatçısıydı ve karşımızda “bu illüstrasyon dâhisinin eserlerinin eşsiz sunumu” yer almakta...

  3. Ceyl’an Ertem’le Duyuyor Musun?: Nükhet Duru ve dev ruhu

    Ceyl’an Ertem’in bundan böyle her ay Radio Slow Time’da sürpriz müzisyenleri ağırlayacağı Duyuyor Musun? programı, Nükhet Duru’yu ağırlayan ilk bölümüyle star bir başlangıç yaptı. “Nünü”; tutkuları, yaşantısı, ilhamları ve coşkularını Ceyl’an’a anlattı.

  4. “Solist yok, lider yok, röportaj yok…”: Godspeed You! Black Emperor

    17 Kasım’da İstanbul Zorlu PSM'de Godspeed You! Black Emperor’ın coşkulu sesi ve öfkesine şahit olmaya hazırlanırken...

  5. Israrla yapmaya devam: Ah! Kosmos & Lara Di Lara

    Solo kariyerine Lara di Lara adı altında devam etmekte olan, sıcacık sesli Dilara Sakpınar’la, ince eleyip sık dokuyan prodüktör Ah! Kosmos’un ta kendisi Başak Günak’ı aynı masaya oturttuk ve koyu bir muhabbete soktuk.

  6. “Hiçbir zaman güneş ve papatyalarla alakam olmadı”: Angel Olsen

    12 Eylül günü Salon İKSV’de sahne alan Angel Olsen’la, konserin hemen öncesinde hem kendisinin hem müziğinin karakteri üzerine sohbete koyulduk.

  7. Yeni olmasa da bir araya gelişi çok taze: Health’ten “Death Magic”

    Health’in yeni albümünü ve geçmişini, gruba ortak bir sevgi besleyen üç arkadaştan dinliyoruz.

  8. Yeni bir yön, yeni bir bölüm: Son Lux

    Amerikalı müzisyen Ryan Lott'un yakın zamanda bir trio formu alan projesi Son Lux'la yeni albümü Bones'dan Türk Sanat Müziği'ne...

  9. Kırılgan mutluluklar dünyasında saflık arayışı: In Hoodies

    Müzik hayvanı etiketiyle yayınlanacak ilk In Hoodies albümünden hemen önce...

  10. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  11. Yıl boyu konuşulacak 40 filmle: 40. Toronto Film Festivali

    Dünyanın en önemli ve endüstriyel anlamda en büyük beş festivalinden biri olan Toronto Film Festivali’nin çeşitli bölümlerinden merakla beklenen 24 filmi sizler için gördük ve pek önemli 16 başka filmi de sizler için göremesek de hakkında bilgi topladık. 24, 16 daha, 40 yapaaar! Ve Toronto Film Festivali’nin 40. yılı!

  12. Anti-kahraman kadın karakteriyle: Nefesim Kesilene Kadar

    Uluslararası İstanbul Film Festivali ve Adana Altın Koza’nın Ulusal Yarışması’na seçilen ve 30 Ekim’de Türkiye’de vizyona girecek olan Nefesim Kesilene Kadar’ın yönetmeni Emine Emel Balcı Türkiye’de film çekme motivasyonunu, filmin aldığı tepkileri ve kahramanı Serap’ı anlattı.

  13. Hayatın karşılaşmaya çekindiğimiz köşesinden: Mustang

    Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde prömiyerini yapan, ardından Saraybosna Film Festivali’nden en iyi film ve kadın oyuncu ödüllerini toplayan ve şimdi de Fransa’nın Oscar adayı olan Mustang’in, Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday olan ilk Türkçe film olması epey olası.

  14. Norveçli bir ruh deşici: Joachim Trier

    İlk filmi Reprise ile İstanbul Film Festivali’nden Altın Lale kazanıp, ikinci filmi Oslo, 31th August ile de Jüri Büyük Ödülü’nün sahibi olan Joachim Trier, önce bu ayki Filmekimi’nde, ardından da vizyonda olacak son filmi Louder Than Bombs’la Türkiyeli genç ruhları delik deşik etmeye devam ediyor.

  15. 10 yıldan beş film: Kore Film Günleri 9-16 Ekim’de Pera Müzesi’nde

    Sinema ve sanatseverler için ekim ayında keyifli bir program vadeden Pera Müzesi için planlarınızı yapmaya başlayın.

  16. The Funambulist dergisiyle: “Askerîleştirilmiş kentler” üzerine

    Röp: 13melek, Neyir Özdemir - Foto: Léopold Lambert

  17. Zamanla maytap geçmek: Can Bonomo’dan “Anachronismus”

    Müzikal üretimlerine zaten yakından aşina olduğumuz, 2014 yılında Delirmek Belirmektir isimli şiir kitabıyla üreticiliğini başka bir dalda da kanıtlayan Bonomo’yla bu sefer de resim, illüstrasyon ve ilk kişisel sergisi üzerine lafladık.

  18. Nerden geldik buraya, nereye gidiyoruz buradan: Hale Tenger

    Hale Tenger’le, “Sandık Odası” ve Türkiye'nin yakın tarihinden bugününe sürekli yeniden üretilen şiddet sarmalı üzerine...

  19. İki sanatçı ve iki soruyla 14. İstanbul Bienali

    14. İstanbul Bienali'nin teması "Tuzlu Su" geçtiğimiz aylarda iyice şiddetlenen mülteci krizinin getirdiği insanlık trajedisiyle beraber toplumsal belleğimizde yeni anlamlar kazanıyor. Bienal'de en etkilendiğimiz işlerin mimarları Adrián Villar Rojas ve Andrew Yang'a kendi işlerine ve mülteci krizi bağlamında bienal konseptinin yeniden şekillenmesine dair iki soru yönelttik.

  20. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] yazı işleri müdürü Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler