Müzik üretimlerini Ah! Kosmos olarak sürdüren Başak Günak’ın, kavramsal sanatçı ve yazar Deniz Gül ile, Norgunk’tan yayımlanan ve yaşadığımız coğrafyanın “düşük sarı” bir anlatısını sunan son kitabı Loyelow üzerine yaptığı derinlemesine sohbete davetlisiniz.

Başak: Kitabı üretim sürecine biraz olsun tanık oldum. Bu dönemi nasıl yaşadığını konuşalım mı?

Deniz: Biraz parçalı oldu. Parçalı bulutlu. 2014’te “B.I.M.A.B.K.R.” bittikten sonra aynı şimdi olduğum gibi tükenmiştim. Defter yazıp, kitap okumaya başladım. İlk okuduğum kitap Italo Calvino’nun Görünmez Kentler’iydi. Atölyeden çıkıyordum her gün, Karaköy’e iniyordum sahile, Görünmez Kentler’i hayal ediyordum Karaköy’de. Gittiğim her yerde Görünmez Kentler’i hayal ediyordum. Kitabı sesli okuyordum. Çok seviyorum sesli okumayı. Çok güzel bir şehir vardı orada… Bulsam da okusam…

Çalışırken, kapanamadığım zaman çok öfkeleniyorum dünyaya. Şehirde çok zor oluyor. Bombalar düşüyor, insanlar geliyor, gidiyor… O yüzden parçalı parçalı yazdım. Kapanabildiğim zamanlarda.

B: Kitabı yazma sürecinde Murat Aluçlu’yla kurduğunuz diyaloglar da senin için çok değerliydi…

D: Murat’la yaşadığımız seanslar çok acayipti. Psikoterapi gibiydi. Öncesinde psikoloğu bıraktım. Bir ara… O bombalardan sonra, panik ataklar geldi. Ne yapacağım? Atölyeye gittim bir gün. Bir sürü araştırdığım şey var. Ama giremiyorum buralara. Nasıl gireceğim bu mekânlara, nasıl gözlemleyeceğim, nasıl o dili yakalayacağım, o müziği yakalayacağım… Bir gün Facebook’a bir mesaj attım, asistan arıyorum ama erkek olsun diye. Yazarken de düşündüm, çok saçma, nasıl belirteceğim cinsiyeti diye. Sonra… Özgün diye bir arkadaşım var, Murat senin için enteresan olabilir dedi. Tek opsiyon. İşte bir gün Murat’la tanıştık. Sen de vardın o gün. Tünel’de synth almaya gidiyordun. O gün işte Murat’la buluştum.

Murat’la buluştuğumuzda… Murat çok efendi bir çocuk. Deliliğini göstermeyen. Gömlek giymiş, bağlamış gömleğinin yakasını. Saçları uzun, sakallı. Yaşı belirsiz bir çocuk. İlk izlenim. Kollarını oturduğumuz ufak kahve masasına dikdörtgen, dikey koyuyor. Ve orada. Çok hoşuma gitti orada olması. Başka bir yerde değil. Seninle. Biraz utangaç, biraz çekingen. Bisikletiyle gelmiş.

Bir hayali vardı Murat’ın ve zamanını da koymuştu, Nisan’da bisikletiyle yola çıkacaktı. O zamana dek yardım edebilirim dedi. Sonra üç ay belki dört ay kadar her cumartesi geldi. Ben bir şey sormadım. Dinledim. O anlattı. Bazen not aldım, bazen ses kaydını açtım, bazen sadece dinledim. Sadece bir defter ve defterde notlar şeklindeydi uzun bir süre.

Nasıl gözlemler istediğimi sordu. İnsanların hareketleri, elini kolunu nereye koyduğu, mekânla nasıl iletişim kurduğu, nasıl git-geller yaşadığı, onun kıyafetine nasıl yansıdığı, oradaki bardağın nasıl durduğu… Bir şeyi nasıl gözlemlediğimi anlatmaya çalıştım. Olan bitenden çok atmosferi gözlemlemeye çalıştığımı…

Diyalogların içerisinde hiçbir bağlam bilmeden bir cümlenin içerisine düşersin ve aslında o cümledeki hiçbir şey bir şey ifade etmez ya… Çünkü bağlamını bilmiyorsundur… “Oluk oluk kanlarınızla duş alacağız” mesela cümle. Bir diyaloğu nasıl dinleyebilirsin? Nasıl yargısızca ve hiç bilmeden, sadece sözcükler olarak dinleyebilirsin? Bütün etrafta duyduğun şeyleri, televizyonda, parkta, otobüste, arkadaş sohbetinde… Sözcükleri nasıl dinlediğimi anlattım.

Murat “Bana bir örnek yazar mısın?” dedi. “Tamam” dedim, “yazarım”. İlk cumartesi, o gittikten sonra masanın başına geçtim, Murat’ı bir arkadaşının odasında hayal ettim ve neye bakabileceğini… Bir odayı anlatmaya başlarken buldum kendimi. O da kitabın ilk sayfası. Ve o sayfa açılmış oldu önümde. Derken… Ben biraz bu odanın içinde dolanıyım, kalkıyım, yürüyim, dışarı çıkıyım… Derken… Sonra Murat geldi, birilerinden bahsetmeye başladı. Veysel’den bahsetmeye, Orhan’dan bahsetmeye başladı. Bu birilerinin nasıl ortamlarda yaşadığını, kaşını gözünü nasıl kaldırdığını, pantolonunun nasıl düştüğünü, yürürken elini cebine nasıl sıkıştırdığını. Bir sürü detay… Sonra notlar, isimler, insanlar, aklımdakiler, okuduklarım… Cem Garipoğlu nasıl ifade verdi mahkemede, kızı parçalayıp gitar kutusuna koyup çöp konteynırına nasıl attı?

B: Loyelow’da dilin Murat’la beraber yaptığın bu gözlemlerden çok beslendi. Loyelow’un senin için ne anlamı var?

D: İnternette yeni bir dil yaratılıyor, her şeyden bağımsız, bütün imla kurallarından… İfadelerin birbirine geçtiği, yeni sözcüklerin türetildiği bambaşka bir dil var. Bunu biriktiriyordum bir yandan… O dilin nasıl oluştuğu, o dili nasıl takip edebileceğim, o dilin içinde nasıl yaşayabileceğim…

İlk zamanlarda RedYellow diye bir karakter buldum internette. Kim bu RedYellow? SarıKırmızı. Seçtiği isim bu kendine, Ah! Kosmos gibi… Loyelow kendine isim seçen biri. Sonraları, Loyelow’a dönüştü bu isim, rakı içerken bir gün. Bir rakının altın serisi var ya… Sarıya yakın bir rakı. Düşük bir sarı frekansı. Sarı mı, şeffaf mı, beyaz mı… Ne renk olduğunu anlayamadığın. Düşük frekansta bir karakteri yaşamak istediğimi ve yazmak istediğimi fark ettim. Adı Loyelow oldu, düşük sarı.

Öyle bir çocuğu yazmak istedim işte… Kendine isim veren. Bir önceki sergideki Beyaz İlmekli Manyel, Kornatlı Raziye, Albay Bicol aslında kendilerine 5 Kişilk Bufet’te isim bulmuş kişilerdi. Ama isimsiz bir sürü karakter daha vardı o ağızdan konuşan. Dördüncü karakteri yazmak istedim, kendini yaratan bir karakteri, ya da yaratmak için o boşluklarda dolanan, arayan, dikeyleşemeyen, düşükte kalan, düşük, rezil, pes… Odanın sarısıyla ilgili bir yerden anlattığı bir sayfa var kitapta… Loyelow’un neden Loyelow olduğu… Öyle bir frekans arıyor, o şekilde arıyor.

Sonra aklıma “Let Go” ve “Get Lo” geldi işte. Bir şeyi “Let Go” ettikçe oraya varıyorsun. “Let Go” benim ağzımdan “Get Lo” olarak çıkıyor, daha sert, keskin yerler var bu hikayede. “Let Go”, yumuşacık. “Get Lo”, o çamura, toprağa elini sokup da derinlerden bir şeyler çıkarmaya çalışmaktaki kan, ter, gözyaşı.

B: İnsanların nasıl çalıştığını dinlemek, nasıl bir ilhamla ya da nasıl bir kopuklukla… Nasıl toparlayarak, nasıl tekrar dönerek… Ve nasıl başladığı… Bunları duymak çok ilham verici.

D: Çok ufak bir şeyle başlıyor değil mi? Bir tohumla.

Image

B: Sanki saklı bir ilham kaynağı gibi. Bir kitabı okuyup, bir filmi izleyip ilham alıyorsun ama onların üretilirkenki tarafını gördüğünde de başka, saklı bir ilham alıyorsun… Seni saklı bir patikaya sokuyor. Ben buralarda gezdim, buralarda buldum bu meyveyi, şu kokuyu duydum. Tam olarak bir zihin akışı… Ya da insan nerelere götürdü kendini içinden böyle bir şey çıkarabilmek için… Dedin ya, öyle bir odadan yola çıktım, sonra odadan dışarı çıktım. Bu bile mekansal olarak ilham veriyor. Müzik tarafından düşündüğümde… Bir odada gördüklerini anlatarak başlasan bir şarkıya… Daha sonra, odadaki hikaye sonlanıp çocuk dışarı çıksa, sonra sokaktaki yolunu anlatmaya başlasan… Bir sürü titreşim geliyor. O patika, başka bir mecrada nasıl gezilebilir diye.

D: Aynen, ben de senin müziklerini dinlerken böyle yaşıyorum. Bir müziğin içinde olduğu mekanları yaşıyorsun. O mekanlarda bildiğimiz anlamda mekanlar değil, alt üst boyutları olan, delikleri olan, başka bir dünyada, vahada bulduğun kendini…

B: Seni fırlatabilen, kabul etmeyebilen içine…

D: Onları görsel olarak hayal ettiğinde de, belki iyi klipler böyle çıkıyor ortaya diye düşünüyorum. Yazı da müzik gibi.

B: Senin için kesinlikle öyle. Sesli okumayı seviyorum dediğinde de buraya bağlanıyor. Sesle konuşa konuşa yazıyormuşsun gibi bir his var kitapta. Hecelerden kelimelere, kelimelerden tekrar başka kelimelerin kırılmalarına… Sanki harflerle dolu bir torbadan yedi harf seçmişsin ve onlarla oynuyorsun gibi.

D: O senin verdiğin tavsiyeydi, synth çalmaya çalışan birine, hatırlıyor musun? “Kendini kısıtla. On tane ihtimal varsa yediye düşür ve onlar arasında git gel bir süre.”

B: Sen de öyle kısıtlıyor musun kendini?

D: Hayır… Hiç kısıtlamadım… Ama yazdığım şeyi defalarca okuyorum. Kimbilir kaç kere? Kristalize edene kadar müziğini. Yazdığım kadar okuyorum, belki daha fazla zaman harcıyorum okuyup yazmaya, silmeye… Mesela yükleminin ne olacağını uzun süre çözemedim bu kitabın. Oluyor mu, oluyor muydu? Şimdide miyiz, geçmiş zamanda mıyız? Sürekli bununla ilgili git gel yaşıyorum… Yazıyorum, yazıyorum… Yirmi sayfayı şimdiki zamana çeviriyorum, okurken bir yerde geçmiş zaman olması lazım o hissin, ama orası geçmiş olursa diğerleri şimdide devam edemez. Hadi, bu sefer bütün yapboz dağılıyor. Hepsini geçmiş zamana getiriyorum. Ama hayır, şimdi, şimdiki zaman olması lazım. Çünkü okurken bunu yaşıyorsun, yüklemin hissine göre oradaki rüzgar esintisini yaşıyorsun. Şu an mı esiyor, yoksa esiyor muydu rüzgar?

B: Okumayı söktükten sonra, bir sayfa bir hikaye yazmıştım. Sonlara doğru geldiğimde, bu hikayenin yüklemi ne? Geçmişte mi? Yor mu, yordu mu?

D: Çok büyük bir git-gel!

B: Belki bir dahakine daha iyi yapmam gereken şey yüklemi seçmek olmalıydı. Vazgeçiyordu çünkü yüklem sürekli.

D: Çok enteresan değil mi? “Tense” dediğin şey de bir “pressure” aslında. İngilizce olarak baktığında. “Tense” ettiğin yer, “pressure” verdiğin yer. Yüklediğin yer. Ve onun hissi sürekli olarak değişiyor. Hayat gibi. Bir anda o yüklemi öyle istemiyorsun, başka türlü yüklensin istiyorsun.

B: Ya da o “pressure” hangi dilimde resone etsin diye verilmesi gereken bir karar var.

D: O da her şeyi değiştiriyor. Metnin içinde zaman oynamaları yaşıyorsun çünkü delikler açılıyor zamanın içerisinde. O delikler şimdiki zamanda, gelecekte, geçmişte, nerelerde açılıyor? Bu sadece bir karar. Onun türevleri var, çukurları var.

B: Senin kitabını ilk okuduğumda telefon ekranından, yol boyu… Senin zaman atlamaların ve boşlukların beni uçağın içerisinde daha büyük boşluklara çekmişti. Neredeyiz şu anda, buradan nereye atladık, kim konuşuyor? Mekan neresi? Mekan kayıyor… İnternet dili dediğin şey beni kendi hayatımda başka bir mekana atıyor.

D: Çünkü çok bireysel bir mekan internet. İki kişi konuşmuyor. Tamamen zihinde olan bir mekan.

B: Ya da senin o sanal dünyayla yazıştığın, internete gönderdiğin, saldığın cümleler onlar aslında.

D: Artık metin. Bütün kullanamadığın sözcükleri salabilirsin oraya.

B: Ya da karakter seçimlerin… Kayma orada da mevcut. Özne sürekli kendini bırakıp başka bir şeye dönüşüyor. Her sayfada kendini yeniden kurmaya çalışıyor karakter. O da düşük bir sarı frekansı gibi. Seçtiğini bırakıp, bıraktığını tekrar alabiliyor. Bu da internette var olma biçimleriyle bağlanıyor. Internette çok daha hızlı reset atabildiğin için kendine… Tekrardan, yeniden başlama olanakları çok kolay.

D: Evet, Loyelow’un kendini seçmesi… Öyle bir yerden, oluşumda. Kitabın tamamında yaşananlar çok büyük bir özne yıkımı bir bakıma…

  1. Aklımdakiler: This Magical Depression – Aylin Güngör

    Aylin Güngör’ün esaslı bir teşhis girişiminde bulunduğu This Magical Depression adlı fotoğraf serisi izleyiciyle beşi bir yerde bir kitap seti formunda buluşmuşken, seriyi takibe almış farklı sanatçıları aklındaki soruları Güngör’e yöneltmeleri için görevlendirdik.

  2. Absürdün realizmi: Juan Ford

    Avustralyalı sanatçı Juan Ford ile doğa, teknik ve hiperrealizm üzerine bir sohbet...

  3. A’dan Z’ye: Leonard Cohen

    Albümleri, kitapları, ilham kaynakları, dostlukları ve kendine has yaşantısıyla; Leonard Cohen...

  4. Herkes Walkman’ini buldu mu?: 2016 kaset raporu

    Heyecan verici tasarımlar, yenilikçi fikirler ve kendini adamış oluşumlarla kaset kültürü emin adımlarla geri döndü. Peki 2016’da kaset namına neler oldu?

  5. Yeni albümden hemen önce: Da Poet

    “Beni çalışırken motive eden şey yaratıcı olurken dinleyenin de ruhunda bir yere dokunabilmek.”

  6. Fotoğraf ve alıntılarla 10 günlük RBMA Radio İstanbul serüveni

    11-20 Kasım aralığında gerçekleşen Red Bull Music Academy Radio İstanbul'dan bir seçki...

  7. Teftiş: Bu ay ne dinlesem?

    Yakın zamanda keşfettiğimiz, etkilendiğimiz ve paylaşmak istediğimiz müziklerden bir seçki.

  8. Tereddüt’ten ilhamla: Türkiye sinemasından 10 unutulmaz kadın karakter

    Bu ay gösterime giren Yeşim Ustaoğlu’nun Tereddüt’ü, güçlü kadın karakterleriyle, yerli sinemanın muazzam kadınları arasında gezinip dünyalarını anlamaya çalışmak için ilham verdi

  9. Nocturnal Animals ve beyaz perdeden gerçek olsun istediğimiz kitaplar

    Tom Ford’un bu ay vizyona giren filmi Nocturnal Animals, roman okuyan bir karakterle okuduğu romanın hikayesini iç içe geçiriyor. Biz de bahaneyle, beyaz perdeden gerçek olsun istediğimiz kitapları inceliyoruz.

  10. La La Land vesilesiyle: Şehriyle özdeşleşmiş müzikaller

    Whiplash’le büyük bir çıkış yakalayan yönetmen Damien Chazelle’in yeni filmi La La Land bu ay vizyona giriyor. Bir caz piyanistiyle oyuncunun aşkını Los Angeles üzerinden anlatan müzikalden ilhamla, şehriyle özdeşleşmiş müzikalleri masaya yatırıyoruz.

  11. Basketbolun geçmişi, bugünü ve geleceği: Nike “12 Soles”

    Nike’ın basketbol tarihine yön veren tasarımları ve birçok önemli oyuncu ile özdeşleşen ikonik ayakkabılarına geçtiğimiz günlerde Dubai’de yapılan lansman ile 12 harika tasarım daha eklendi.

  12. Dönüşümlere açık isimsiz dünyalar: Maram Maatouq

    17 Aralık Cumartesi Bant Mag. Mekân'da açılacak "Mevsimler - Fasıl IV" sergisinde Büyük Ev Ablukada ve Her An Her Şey Olabilir ekiplerinden de tanıdığımız çok yönlü sanatçı Gülin Kılıçay ile birlikte işlerini göreceğimiz, yaklaşık üç yıldır Sakarya'da yaşayan Suriyeli sanatçı Maram Maatouq'tan hikâyesi ve ona ilham veren şeyleri dinledik.

  13. Beklentileri değiştirmeye çalışma hâli: Gülin Kılıçay

    17 Aralık Cumartesi günü Bant Mag. Mekân’da açılacak Mevsimler – Fasıl IV sergisinde Suriyeli sanatçı Maram Maatouq ile birlikte işlerini ilk kez izleyiciyle paylaşacak Gülin Kılıçay’dan resimle arasındaki ilişkiyi dinliyoruz.

  14. Karaköy’e inen görünmez kentler: Loyelow

    Müzik üretimlerini Ah! Kosmos olarak sürdüren Başak Günak’ın, kavramsal sanatçı ve yazar Deniz Gül ile, Norgunk’tan yayımlanan ve yaşadığımız coğrafyanın “düşük sarı” bir anlatısını sunan son kitabı Loyelow üzerine yaptığı derinlemesine sohbete davetlisiniz.

  15. İç sıkıntısıyla dolu Hollanda tatili: Yıllık İzin

    Uykusuz ve Hortlak dergilerindeki üretimleriyle ve kendilerine has mizah anlayışlarıyla tanıdığımız Erman Çağlar ve Ender Yıldızhan’ın Merve D. Yıldırım’la birlikte hayata geçirdikleri Yıllık İzin, Sırtlan Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı.

  16. Asıl amacını aşıp var olmayı sürdüren yapılar: Lost Utopias

    Amerikalı fotoğraf sanatçısı Jade Doskow ile uzun yıllardır peşinde olduğu fantastik dünya fuarı binalarını ve deneyimlediği fuar alanlarını konuşma fırsatı yakaladık.

  17. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler