3 Haziran’da Bant Mag. Havuz/Bina’da açılan Syria in Ink sergisi öncesinde Marwan Hisham ve Molly Crabapple’dan “Brothers of the Gun” kitabının ve kitapla beraber iki yazar olarak kendilerinin yolculuğuna dair bizim için sohbet etmelerini istedik ve ortaya anı yazımına, mülteci kavramına, yanı başımızdaki savaşa ve bu savaşın etkilediği hayatlara dair yutkunarak okuduğumuz bir diyalog çıktı.


Bant Mag. olarak Amerikalı çizer ve yazar Molly Crabapple ile 2016 senesinde, Antakya’daki mülteci kampında bulunan okulun duvarlarını çocuklar için yaptığı çizimleri ile doldurduğu zaman tanıştık. O dönemde kendisiyle yaptığımız röportaj üzerinden gelişen diyaloğumuz zamanla İstanbul’da buluşmalara, yemeklere ve sohbetlere evrildi. Kendisinden öğrenip uzun zamandır heyecanla beklediğimiz bir kitap projesi ise bu ay kâğıt üzerinde mürekkebe dönüştü ve (şimdilik) Amerika’daki kitapçılarda yerini aldı ve şimdiden hem eleştirmenlerden hem de prestijli mecralardan övgü topluyor.

Suriyeli yazar Marwan Hisham’ın Molly Crabapple ile beraber kaleme aldığı, Hisham’ın IŞİD kontrolü altındaki Rakka’da yaşadığı yıllara dair anılarını aktardığı Brothers of the Gun (Silah Kardeşleri) kitabı, içinde bulunduğumuz yüzyılın en kanlı çatışmalarından biri olan Suriye Savaşı’nın, içinde büyüdüğü; hayallerini, anılarını ve umutlarını barındıran ülkeyi parçalamasını birinci elden deneyimleyen birinin savaşın vahşi kaosuna ve o kaosun içinden yeşeren cesaret, yaratıcılık ve umuda dair anlatılarını içeriyor.

Aynı zamanda kitapta Hisham’ın güçlü ve kişisel metinlerine çarpıcı çizimleriyle hayat veren Molly Crabapple’ın Brothers of the Gun için, Hisham’ın beyninden çıkartıp kâğıda döktüğü mürekkep illüstrasyonlar Syria in Ink sergisiyle 3 Haziran itibariyle Bant Mag. Havuz/Bina’da olacak. Sergi yaklaşırken Hisham ve Crabapple’dan kitabın ve kitapla beraber iki yazar olarak kendilerinin yolculuğuna dair bizim için sohbet etmelerini istedik ve ortaya anı yazımına, mülteci kavramına, yanı başımızdaki savaşa ve bu savaşın etkilediği hayatlara dair yutkunarak okuduğumuz bir diyalog çıktı.

Image
Image

“Benim mülteci kelimesiyle derdim fazla genelleştirilmiş bir kavramı temsil etmesi. Kendi başına bir kimlik haline geldi ve bu gururla taşıyabileceğin bir kimlik de değil. Başkalarında uyandırdığı duygular sempati veya nefret/ırkçılık oluyor. Aslında tek “gerçek” kimliğimiz olan insan olmaktan bizi koparan bir kimlik bu.” Marwan Hisham

Molly Crabapple: Seninle 2013’de Twitter üzerinden tanıştığımızda bana İngilizceni geliştirmek için, sadece kendi kendine okuduğun politik yorumlar yazdığını söylemiştin. O zamanlar Rakka’da yaşıyordun ve şehir IŞİD kontrolündeydi, ve IŞİD yazmak konusuna pek sıcak bakmadığını biliyoruz, sadece kişinin kendi tüketimi için olsa bile. Geçtiğimiz beş sene içerisinde ise beraber bir kitap üzerinde çalıştık ve sen New York Times, Vanity Fair, Foreign Policy, The Intercept ve CNN gibi mecralarda yazılar yazdın. Yazmak konusunda düşüncelerin değişti mi yoksa aynı mı kaldı? Senin için yazmanın gücü nedir?
Marwan Hisham: 2011’den önce yazmanın öncelikle bir sanat formu olduğunu düşünüyordum; kelimelerin içlerinde taşıdıklarından ziyade estetik yönü önemliydi benim için. Ancak savaş sırasında yazmak benim için İngilizcemi geliştirmenin ötesinde akıl sağlığımı korumak için bir araç haline geldi. Genellikle düşüncelerimi kâğıda döküp onlar üzerinde tekrar ve tekrar kafa yoruyorum. Bu benim için düşüncelerimi eğitme biçimim aynı zamanda.

Sen de bir kaç yıl önce benzer bir formatta anılarını yazdın. Başka birinin hikâyesini onunla beraber kaleme almak sana neler hissettirdi, senin için nasıl bir süreçti?

Molly: İnsanın bir başkasının hayatı hakkında yazması kendi hayatı hakkında yazmasından daha kolay, eminim sen de bana katılıyorsun. Ben Drawing Blood kitabını yazarken bir anı kitabı yazma sürecini insanın kendi bağırsaklarını deşip onları çekici bir halde düzenlemesine benzetmiştim. Bu düşüncemi sana da aşıladığım için beni affet Marwan. Senin hayatın hakkında, seninle beraber yazmak, karşılıklı yazdıklarımızı eleştirmemiz, bu dans etmekle bıçak kavgası yapmak arasında bir deneyimdi. Fakat sonunda ikimizin de tek başına becerebileceğimizden daha güzel bir şey yarattığımıza inanıyorum.
Marwan: Evet, kesinlikle. Bu sadece Amerikan okuyucunun anlayışına göre bir bağlam yaratmanın ötesinde metnin stilini de etkiledi. Ben bazen bilerek belirsiz ve uzun cümleler yazmaya meyilliyim, sen ise kolay okunup anlaşılabilen bir stili tercih ediyorsun. Bu iki yaklaşımı birleştirdiğimizde ilginç bir karışım ortaya çıktı.

Molly: Ayrıca ikimizin de çok şey öğrendiğini düşünüyorum. Skype üzerinden veya İstanbul barlarında viski eşliğinde yaptığımız uzun sohbetlerde, evrensel etik diye bir şeyin olup olmadığını ve vatana bağlılığın ne demek olduğunu tartıştığımızda… Biz Brothers of the Gun’ı yazarken mülteci “krizi” medyada patlıyordu. Her yerde Suriyeliler can yelekleri içerisinde, Almanya’ya ulaşmak için her şeylerini feda eden çaresiz insanlar temsiliyetine indirgenmişti. Sık sık senin mülteci kelimesinden -senin deyiminle “m kelimesi”- ne kadar tiksindiğini konuştuk. Oysa senin en saygı duyduğun Vladamir Nabokov, Hannah Arendt gibi yazarlar da mülteci… “Mülteci” kelimesinden ve kavramından neden nefret ettiğini biraz anlatır mısın?
Marwan: Benim mülteci kelimesiyle derdim fazla genelleştirilmiş bir kavramı temsil etmesi. Kendi başına bir kimlik haline geldi ve bu gururla taşıyabileceğin bir kimlik de değil. Başkalarında uyandırdığı duygular sempati veya nefret/ırkçılık oluyor. Aslında tek “gerçek” kimliğimiz olan insan olmaktan bizi koparan bir kimlik bu. Ayrıca bugünlerde suçlayıcı bir tonla da kullanılıyor. Bir mülteci başkalarının çözmek zorunda olduğu bir problemi temsil ediyor. Aslında pratik açıdan bu ülkede bulunan başka bir yabancıyla benim tek farkım, pasaport isimli ufak bir deftercik. Bunun ötesinde ben de yanında getirdiği parasını geçici olarak yaşadığı ülkede harcayan bir turistten çok da farklı değilim.

Image
Image
Image

“İki senedir Türkiye’de yaşamama rağmen çok fazla Türk tanıdığımı söyleyemem ve bu bile kendi içinde bir şeyler anlatıyor aslında. Burada pek çok Suriyeli kendi kapalı sosyal çevreleri içinde yaşıyor ve tanıdığım pek çok genç Suriyeli’nin işverenleri ile dengesiz ilişkileri var. İki toplumun farklı kültürleri var ve dil bariyeri önemli bir rol oynuyor.” Marwan Hisham

Molly: Ben de tüm sanatçılar gibi biraz egomanyak olmama rağmen bu kitaptaki çizimlerin en az benim olduğu kadar sana da ait olduğunu düşünüyorum. Ne de olsa bu çizimler senin büyük riskler alarak çektiğin fotoğraflardan ve anılarından yola çıkarak yaratıldı ve senin tüm bu süreçte çok fazla yorumun ve estetik yönlendirmen oldu. Sık sık dile getirdiğin gibi anılarının “beyninden indirilmesi” ve başkası tarafından çizilmesi senin için nasıl bir deneyimdi?
Marwan: Temelde bu anıları tekrar yaşamamı sağlayan bir deneyim oldu. Çizeceğin sahneleri uzun uzun konuşup zamanlamalarını, farklı parçalarını tek tek ortaya döküp, arka planda olup bitenleri ve tüm diğer ayrıntıları sana sanki kendi gözünle görmüşsün gibi aktarmak zorlayıcı ama aynı zamanda heyecan vericiydi. Hatta senin gözünde daha iyi canlanmasını sağlamak için yapıları çizmeye bile çalışmıştım. Daha sonra sen çizim sürecine başladın ve bu süreci aşama aşama bana onaylatarak ilerledin, bazı detayların boyutlarını doğrulamamı veya anılarıma uygun olması için değiştirmemi istedin. Daha önce hiç böyle bir süreç yaşamamıştım.

Molly: Bu kitabı kısmen de olsa basit ve tehlikeli klişeleri parçalamak için yazdık. Sana Amerika’daki kitap etkinliklerimizde sık sık yönelttiğim bir soru Amerikalılar’ın Suriye Savaşı hakkında neleri anlamadıklarına dair oldu. Ancak şimdi Türkiye’de yayın yapan bir dergide yayınlanacak bir yazı için konuşuyoruz. Sence Türklerin Suriye Savaşı ve onlarla beraber yaşayan 3,5 milyon Suriyeli hakkında anlamadıkları şeyler neler?
Marwan: İki senedir Türkiye’de yaşamama rağmen çok fazla Türk tanıdığımı söyleyemem ve bu bile kendi içinde bir şeyler anlatıyor aslında. Burada pek çok Suriyeli kendi kapalı sosyal çevreleri içinde yaşıyor ve tanıdığım pek çok genç Suriyeli’nin işverenleri ile dengesiz ilişkileri var. İki toplumun farklı kültürleri var ve dil bariyeri önemli bir rol oynuyor. Suriyelilerin yerel halkla kaynaşması için Türkçe öğrenmeleri gerek ve bu zaman alan bir süreç. Mesela şöyle bir durum da söz konusu: İngilizce bilen Suriyelilerin Türkiye deneyimleri tamamen farklı, çünkü onlar – eğer imkânları varsa – İngilizce bilen Türklere ulaşıp onlarla daha ilk günlerden kaynaşabildiler.

Image
Image

“Benim kitap için dileğim okuyucuların Suriyelileri farklılıklarıyla, derinlikleriyle ve onların kendilerinde buldukları içsellikle görebilmeleri, savaşı da bütün bu nüanslarıyla algılayabilmeleri …” Molly Crabapple

Molly: Sence konu savaş olduğunda bir anı kitabının savaş hakkında yazılan farklı formatlardaki kitaplara kıyasla değeri nasıl ortaya çıkıyor? Benim bu formatta yazmak istememin nedeni senin tamamen bireysel, şüpheci, meraklı bir anlatıcı oluşundu. Bu nedenlerle senin bakış açınla yazıldığında daha derin, gerçek ve güzel bir kitap ortaya çıktığını hissediyorum. Aynı zamanda – en azından Amerikan okuyucuları için – tepeden inme bir savaş anlatısına kıyasla daha fazla bağ kurabilecekleri bir hikâyenin ortaya çıktığını da düşünüyorum. Senin bu konudaki düşüncelerin neler? Ve benim çizimlerimin bu kitaba ne kattığını düşünüyorsun?
Marwan: Hayatının önemli bir kısmını savaş alanında geçirmiş bir yerli olarak ben savaşı yaşadım. Savaş benim günlük hayatımın bir parçası haline geldi ve yoldaşlarımla konuşmalarımın hemen hemen tek başlığı buydu. Savaş, çatışmalardan ve politikadan çok daha fazlasını içeriyor. Bu deneyimler bana savaşın bireylerin hayatını nasıl yeniden şekillendirdiğine dair, dışarıdan bir anlatıcının sahip olamayacağı ve dolayısıyla aktaramayacağı bir perspektif verdi.

Çizimlerin ise okuyuculara hikâyeyi vicdanlarına daha yakınlaştırmasına sebep olan görseller yaratarak kitabı başka bir seviyeye taşıdı. Bu sayede bizim başından beri başarmak istediğimiz sanat ve edebiyat birleşimini ortaya çıkardık.

Molly: Bize gelecek hakkında çok soru geliyor. Kitabın geleceği, kitap turnemizin geleceği… Benim kitap için dileğim okuyucuların Suriyelileri farklılıklarıyla, derinlikleriyle ve onların kendilerinde buldukları içsellikle görebilmeleri, savaşı da bütün bu nüanslarıyla algılayabilmeleri… Suriye Savaşı sık sık, iyisiyle kötüsüyle, İspanya İç Savaşı’yla karşılaştırılıyor. Ne de olsa iki savaş da asılsız yabancı destekçileri, şehirlere yapılan hava bombardımanları, dışarıdan ve ideolojik savaşçılarıyla bilinen savaşlar. Ancak kimi zaman bu karşılaştırmanın, karşılaştırmayı yapanların kasıtları olmasa da uygun olup olmadığını merak ediyorum. İspanya, en azından Amerika solunda romantik bir algı yaratıyor. Faşist Franco tarafının ekstrem kötücüllüğü, Cumhuriyetçiler tarafının zamanla dönüştüğü, birbirlerini sırtlarından vuran parçalanmış yapısını görünmez kılarak basitleştiriyor. Her ne kadar Cumhuriyetçiler haklıydıysa da…. Haklı ve lanetlenmiş. Bu trajik karmaşıklığı kitapta yakaladığımızı umut ediyorum. Senin umutların neler Marwan?
Marwan: Benim için önemli bir hedef bireysel savaşçının üzerine ışık tutmak ve onu ait olduğu grubun dışarına çıkarmaktı. İnsanlar belirli bir militan gruba katıldığınızda o grubun ideolojisini de tamamen içselleştirdiğinizi düşünüyorlar. Bazı vakalarda bu doğru olsa da kişisel motivasyonlar esas inisiyatifleri oluşturuyor ve bu motivasyonlar da kişiden kişiye değişiyor. Örneğin kitapta da bahsettiğim arkadaşım Tareq gibi bir insan için, İslamcı bir gruba dahil olmasının esas nedeni kardeşinin ölümünün öcünü almak olabiliyor. Grubun ideolojisine adapte olmak ikincil bir durum ve genelde kişinin kendi motivasyonunu grubunkilerle örtüştürmesi için gerçekleşiyor.

Molly: Peki senin gelecek için planların neler? Bana sorarsan viskiden serseme dönmüş bir münzeviye dönüşmeyi planlıyorum… Ya da belki Atina’ya yerleşirim. Veya sadece uyurum.
Marwan: Benim gelecek için planlarım neler? İlham kaynağım olan Suriye’ye geri döneceğim. Belki oradan bir şeyler yazarım.

Image
Image
Image
Image
  1. Çatışma ve politikanın ötesinde bir savaş deneyimine dair: MOLLY CRABAPPLE ve MARWAN HISHAM

    Haziran ayında Bant Mag. Havuz/Bina’da açılan Syria in Ink sergisi öncesi “Brothers of the Gun"ın iki yaratıcısından kitabın yolculuğuna dair bizim için sohbet etmelerini istedik ve ortaya anı yazımına, mülteci kavramına, yanı başımızdaki savaşa ve bu savaşın etkilediği hayatlara dair yutkunarak okuduğumuz diyalog çıktı.

  2. “Olabildiği kadar herkese seslenen yerlerde olmak”: MİRGÜN CABAS ve ÖZGÜR MUMCU

    Geçtiğimiz Ekim ayından beri düzenlediğimiz "Yüz Yüze" serisi kapsamında gazeteci, yazar Özgür Mumcu, Mart ayında gazeteci, yazar ve televizyoncu Mirgün Cabas ile rahat ve keyifli bir muhabbet döndürmüştü. Mirgün Cabas'ın gazeteciliğe ilk adım attığı yıllardan başlayarak merak uyandırıcı kariyerinin çarpıcı detaylarının ve unutulmaz hikâyelerin üzerinden geçen sohbet, Türkiye’de anaakım medyanın yolculuğu adına da oldukça hafıza tazeleyici.

  3. A’dan Z’ye: Robert Plant

    Efsanenin turne rotası bir kez daha İstanbul’dan geçiyor.

  4. Uzun ömürlülük ve dinmeyen isyan: Manic Street Preachers

    Manics’in yeni albümü Resistance is Futile’ın attığı başlıkları çıkardık ve grubun kendi ağzından kaçış, sevinç ve ilhamla ayakta durmanın önemini anlamaya yoğunlaştık.

  5. Zamanı yansıtmak: Robert Glasper’la R+R=NOW üzerine

    “Böylesi müzisyenlerle sahnede olmak çok eğlenceli. Orada hiçbir ego yok.”

  6. Tutku dolu bir serüven: “Türkiye’den Kadın Şarkıcılar, 1974 – 1988”

    “Eğer daha çok şey bilirsek, duyduğumuz müzik de bildiğimiz halinden daha farklı gelecek.”

  7. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma yaratan bu yılki filmleri, tek tek, özenle mercek altında…

  8. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma

  9. Bir komün hayali üzerine soluksuz bir konuşma: Wild Wild Country

    Netflix’in 6 bölümlük belgesel dizisi Wild Wild Country, Sundance Film Festivali’ndeki prömiyerinin ardından online yayınına başladı ve tüm dünya gibi Türkiye’de de büyük ilgi uyandırdı. Diziyi çıkar çıkmaz izleyen Berrak Tüzünataç ve Melikşah Altuntaş, Osho’nun sıradışı komünü üzerinden soluksuz bir sohbete girişti.

  10. Orgullo*, Orgulho**: Latin Amerika LGBTİ+ Sineması

    Gökkuşağı renklerinin yaz güneşiyle parladığı günlerin yaklaşmış olması, son yıllarda yükselişe geçmiş olan Latin Amerika LGBTİ+ sinemasının güncel örneklerini hatırlamak için iyi bir fırsat. Hele ki Şili yapımı bir LGBTİ+ filmi, Una mujer fantástica / A Fantastic Woman En İyi Yabancı Dilde Film Oscar ödülüne yeni uzanmışken…

  11. Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria”

    2017'nin ilk aylarından beri festival festival dolaşan ve Mayıs ayında Başka Sinema vasıtasıyla geniş bir izleyici kitlesiyle buluşan Mr. Gay Syria'nın arkaplan hikâyesini, sosyo-politik önemini ve geçtiğimiz bir buçuk sene boyunca aldığı tepkileri bizlere daha detaylı anlatmaları için filmin yönetmeni Ayşe Toprak ve yapımcısı Ekin Çalışır ile söyleştik.

  12. “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

    İstanbul Film Festivali 2018 Ulusal Belgesel Yarışması’nda “En İyi Belgesel” ödülüne layık görülen Parçalar’ın terapi-vari yaratım sürecini ve hikâyesini yönetmeninden dinliyoruz.

  13. Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde: Giovanni Cocco

    Fotoğraflarıyla deprem dolayısıyla terkedilmiş şehirlerin, kapanma riskiyle karşı karşıya kalan manastırların, İtalya’da yükselen burlesk sahnesinin, eski zamanlar içerisinde donup kalmış Avrupa kasabalarının öykülerini aktaran Giovanni Cocco ile “eskiltilmiş” fotoğrafçılık anlayışı üzerine.

  14. Bir iade-i itibar projesi: İsmail Saray

    Türkiye sanat tarihinin önemli figürlerinden biri olan ve kendi döneminin ötesinde bir üretim gerçekleştiren İsmail Saray, hakkında yeterli kaynak bulunmaması ve uzun yıllardır İngiltere’de ikamet etmesi gibi nedenler dolayısıyla dışında kaldığı Türkiye sanat tarihi anlatımına SALT’ın 2012’de başlangıcını yaptığı uzun soluklu bir projeler bütünü sayesinde geri kazandırılıyor.

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler