Manics’in yeni albümü Resistance is Futile’ın attığı başlıkları çıkardık ve grubun kendi ağzından kaçış, sevinç ve ilhamla ayakta durmanın önemini anlamaya yoğunlaştık.


Galli grup Manic Street Preachers, 26 yıldır yanı başımızdan ayrılmıyor. Güçlü gitarları ve melodik ağırlıklarının arkasında sunduğu çeşitlilikle hâlâ heyecan uyandırabilen ve bir yandan da ismine yaraşmaya devam eden grup, 2014’te yayınlanan Futurology ve sonrasında çıktığı yıldönümü turnelerinin ardından müziğe verdiği en uzun aradan sonra geri geldi. Ancak grubun 13. albümü olan Resistance Is Futile, kendileriyle bağdaştırılan ikilemlere yeniden sarılsa da tematik bir yaklaşımdan ziyade “her şarkının melodik potansiyeli”ne odaklanarak yol alıyor. Baştan sona kapsayıcı bir rota sunmasa da dönemin politik düzensizliği, karmaşıklığı ve kayıplara karışan tarihçelerin altını çizen Manics, tüm bunlara karşı sanatın kendilerine sunduğu kaçış, sevinç ve ilhamla ayakta duruyor. Biz de bu yeni yayının şerefine yeni albümün attığı başlıklara odaklanarak grubun kendi ağzından albüme derinlemesine dalıyoruz.

– – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – – –

Kargaşa, karmaşa ve kafa karışıklığı
“Umarız ki bu albüm sonsuz kargaşadan kaçmak için bir şans sunar.”
Nicky Wire, Resistance Has Been Futile’ı bu çerçeve içerisinde dinleyicilerine sunuyor. “Kendimi hayretin ve kafa karışıklığının uçurumunda gibi hissediyorum. Gerçekten. Çünkü insan kendini o kadar çok farklı ideolojinin başarısızlığını görmüş gibi hissediyor ki… Herhangi bir şekilde sözcü olabilmemiz çok zor… Benim nüanslı ve aşırı entelektüel görüşlerim artık herhangi bir formata uymuyor. Beynim için bir format yok… Kendi muhakememe güvenmiyorum.” diyor.

Bradfield da bu görüşe katılıyor: “Kendi kendine akıl vermeye çalışan bir albüm—ilham bulmak ve artık ayrıştırılmak bile istemeyen şeylerden bir anlam çıkarmaya çalışmak arasında [duruyor]. Politika olsun kültür olsun ekonomi olsun ne olursa olsun… Birbirlerinin yerine geçebilecek, çift yüzlü, boka batmış bir keşmekeşe durup bakakalıyorsun… Gerçekten hangi tarafından bakarsak bakalım her şey o kadar zorlu ve o kadar inanılmaz ki.”

Arka planına bu keşmekeşi alan ve günümüz teknolojisinin sunduğu dikkat dağıtan rahatlığa da direnen grup, albümün özellikle ilk yarısında bu değişen manzaranın doğurduğu durumlarla boğuşuyor. Fakat albüm “People Give In” (İnsanlar Pes Eder) veya “The Left Behind” (Geride Kalanlar) gibi şarkı isimleri ve “People get tired, people get old/people get forgotten, people get sold” (İnsanlar yorulur, insanlar yaşlanır/insanlar unutulur, insanlar satılır) gibi sözlerle açılsa da bunu bir yenilgi olarak değil, bir “empati çağrısı” olarak sunuyor.


Politik öğreti yok
“Şu anda lanet olası politik öğretisi olmayan bir adamım. İstediğim gibi kendimi veremiyorum. Bu yaşla mı ilgili yoksa genel bir tükenmişlik mi bilmiyorum, ama o kadar darmadağınığım ki…”

Bu hengamenin grup elemanları üzerinde yol açtığı birtakım köklü değişiklikler var. Yola koyulduklarından bu yana sol duruşlarıyla tanınan Manic Street Preachers elemanları, bu sefer politik bir tökezleme yaşıyor: “Kızgınlığımı artık tek bir şeye yönlendiremiyorum; politika artık o kadar iç içe geçmiş ki ve her şey o kadar karmaşık ki artık belirli hedeflere odaklanmak bayat geliyor.”

James Dean Bradfield “Distant Colors” parçasında işte tam bu noktadan yola çıkıyor. Galli politikacı ve ulusal sağlık sisteminin kurucusu Nye Bevan’dan ilham alan parça, “Trump sonrası, Brexit sonrası, dijital halsizlik sonrası ve genel seçim sonrası için bir şarkı… Artık ‘renklerini’, görüşlerini iliştirebileceğin, bağlayabileceğin bir direğin olmadığını söylüyor.”

Nakaratını “Bana duymak istediğimi söyle” ve “Zihin içerisinde bir soğuk savaş” gibi sözlerle utanmadan haykıran aşk şarkısı kıvamındaki parça, “16 yaşındayken yaptığın gibi kendini düşmanını tanıyarak tanımlayabildiğin” zamanların artık geride kaldığını duyuruyor. “Broken Algorithms” ise yaşadığımız dijital çılgınlığın, algoritmaların sunduğu seçeneklerin, elden bırakmadığımız ekranların ve gerçeklik olarak karşımıza sunulanların dikkatimizi nasıl dağıttığını, neleri unuttuğumuzu hatırlatıyor.


Kaybolmuş Tarihçeler
“İnsanlar kendi tarihçelerini bilmiyor.”

Unuttuğumuz politik veya kültürel tarihçeler de albümün bir diğer ağırlık noktasını oluşturuyor. Manics geçmişe bakıyor olsa da bunu kesinlikle nostalji olarak tanımlamıyor ve yalnızca bazı şeyleri sonsuza dek kaybettiğimiz fikrinden yola çıktıklarını söylüyor.

Grubun “Distant Colours” için çektiği klip de tüm bu unutulanlara selam duruyor. Galler ve çevresinde grup için kişisel veya politik önem arz eden isimlere, yapılara ve değiştirilmiş bazı noktalara uğrayan video, “şarkının sözlerine azıcık bir panzehir olarak” bu unutulacak anları bir arada tutuyor. “Sequels of Forgotten Wars” ise bu unutmanın kaçınılmazlığının altını çiziyor: “There will be no parades for the likes of us / The wars we fight are doomed to be lost” (Bizim gibiler için geçit törenleri olmayacak/Yaptığımız savaşlar unutulmaya mahkûm).

Ama tabii ki yolun sonunda umut yok değil ve bu yol da grubun birçok eserinde olduğu gibi sanattan geçiyor: “Bazı şeyler gitse de kalıcı bir iz bırakıyorlar. Fakat bu izlerin hayatta kaldığından emin olmak lazım. Yoksa sonsuza dek yok oluyorlar. Hep grubumuzun görevinin bu olduğunu düşünmüşümdür: Bizden daha iyi olan şeyler hakkında yazmak.”


Image

Sanatın sevinç dolu kaçamakları
Dijital histeriden kaçınan şeyleri kutluyoruz… Bir teknoloji şirketi tarafından milyonlarca kere ‘beğeni’lmesi gerekmeyen şeyler var.”

Bu çizelgede, her albümlerinde olduğu gibi tarihi bir alıntıyla geliyor Resistance Has Been Futile ve 60’lar döneminin protest sanatçısı Phil Ochs’un sözleriyle dinleyenleri kucaklıyor: “Şu çirkin zamanlarda tek gerçek protest güzelliktir.” Buna eş olarak grup, albümün kapağında da Avusturyalı fotoğrafçı Franz von Stillfried-Ratenicz’in 1881 tarihli karesi “Samurai Warrior”a yer veriyor.

Daha önce de şarkılarında Willem de Koonig, Sylvia Plath, Noam Chomsky gibi isimlere, Die Brücke sanat akımına yer veren Manics, sevdiği sanatçıları dinleyicileriyle paylaşmaya devam ediyor; sanatı ve tarihin bu kaybolan yaratıcı parçalarını hem bir kaçış hem direniş hem de ilham kaynağı olarak sunuyor: Albümde “hayatınızı birazcık daha iyi hissettirecek şeylere birçok mini takdir var. İlham verici bulduğumuz şeyler hakkında yazarak içselleştirdiğim ızdırabın yerine şarkı sözlerine bir iyimserlik hissi katmaya çalıştım.” diyor Nicky Wire.

Bunlardan birkaçı (daha önce Bant Mag. sayfalarında da hikâyesine yer verdiğimiz) fotoğrafçı Vivian Maier, ünlü sanatçı Yves Klein ve de şair Dylan Thomas ile eşi Caitlin Macnamara Thomas. Thomas çiftinin çalkantılı ilişkisine yer veren The Anchoress düeti “Dylan & Caitlin”, gruptan çok alışık olmadığımız şekilde baş karakterlerinin ağzından yazılmış. Wire’ın anlattığı içselleştirilmiş ıztırabın en dışında duran parçalardan biri olduğu söylenebilir. “Vivian” ise bakıcılık yaparken çektiği fotoğrafları yıllarca gizli kalmış Vivian Maier’in taviz vermeden ardında bırakabildiği gizemi anıyor.

Albümün ilk single’ı “International Blue” ise grubun “tüm albümü bir araya getiren şarkı” olarak tanımladığı ve adını Yves Klein’ın mavisinden alan bir parça. Beş yıldır pişmekte olan “International Blue,” Nice’teyken “Akdeniz’in engin, açık mavisi” ile Klein mavisinin arasındaki “boşlukları doldurarak” bir araya gelmiş. Wire, buradan albüme yayılan naif enerjinin ve geniş ekran melankolinin amacını Yves Klein gibi bir şeye âşık olmanın hissini ve bu rengin canlılığını aktarabilmek olarak tanımlıyor.

Bradfield içinse “mavi kelimesini görmek” farklı ilhamlar çağrıştırmış: “Büyürken dinlediğimiz saf pop müzik albümlerinin hatıralarını canlandırdı. Wah!’tan ‘Story of the Blues’, Colourbox’tan ‘Moon is Blue’, Orange Juice’tan ‘Blue Boy’ ve Echo and the Bunnymen’den ‘In Bluer Skies’ gibi şeyler… Bir anda küçükken radyoda duyduğumuz parlak ve özgürleştirici pap şarkıları aklıma geldi ve yazarken aklımda başka bir şey yoktu.”


Uzun ömürlülük ve dinmeyen isyan
“Kapaktaki samuray savaşçısının bizi örneklendirdiği fikir bu: diğer herkesin elinde iPhone’lar var ve bizdeyse hâlâ gitarlar.”

Resistance Has Been Futile derken grubun bahsettiği o empati, sanatın verebildiği o sevinç ve tarihine sahip çıkmanın önemi de albümün tam ortasında yer alan “Liverpool Revisited” ile şekilleniyor. 1989’da Hillsborough faciasında hayatını kaybeden 96 Liverpool hayranı, şehir halkının uğraşları sayesinde 2016 yılında sonuçlanan davayla sonunda adalete kavuşmuştu. 1997 yılında Hillsborough Adalet Konseri’nde sahne alan, 1998 yılında da “South Yorkshire Mass Murder”ı yayınlamış olan Manic Street Preachers, bu parçayla şehre bir kez daha geri dönüyor.

Şarkı, “Hillsborough açısından bir başkaldırı hissiyle ve İngiltere’de, sırf zekâ ve sıkı çalışmayla bir grup insanın tüm düzeni nasıl karşılarına alıp kazandıklarıyla ilgiliydi.” Şarkı bir yandan şehri ve halkını gösterdikleri sabır ve direnişten dolayı kutlarken aynı zamanda şehrin köklü kültürünü ve gruba ilham olmuş Echo & the Bunnymen, the La’s, the Beatles ve şair Roger McGough gibi isimleri de selamlıyor. “Fight for justice, fight for life/there are angels in these skies” (Adalet için savaş, yaşam için savaş/bu göklerde melekler var).

“Albümde isyankârlığın bir sembolü varsa bu şarkı da onun bir parçası.” diyen grubun albüm için tüm bu ilham kaynaklarına, bu melodik sevince ve o tanıdık başkaldırıya ulaşması kolay olmadı. Yıkılan stüdyoları bir yana, hissettikleri yorgunluğun da etkisiyle 2017’de bir daha albüm yayınlamayabileceklerini duyurmuşlardı. Ama eninde sonunda tüm belirsizliklerin arasında sevenlerine geri dönen ve kendilerine yeniden yer bulan grup, uzun ömürlülükleriyle günümüzde bir anomali oluşturduklarının da farkında ve hâlâ duydukları azme kendileri bile hayret ediyor. “Dünya ne kadar rezil, karışık, zorlu ve kutuplaşmış olursa olsun, onunla hâlâ bağlantı kurmaya çalışıyorsan dişini sık. Çünkü eninde sonunda kazanacaksın.” diyorlar.

Fakat her şey bir yana, Manic Street Preachers için asıl önemli olan ve grubun devam edebilmesini sağlayan çok önemli bir şey daha var: bizler. Bu bizim için çok önemli. Bir heyecan veya önem hissetmediğimizde bizim için o kadar keyifli olmuyor. ‘Yeter ki biz beğenelim’ diyen gruplardan değiliz; hiçbir zaman öyle olmadık. İnsanların hoşuna gitmesini istiyoruz.”

Image
  1. Çatışma ve politikanın ötesinde bir savaş deneyimine dair: MOLLY CRABAPPLE ve MARWAN HISHAM

    Haziran ayında Bant Mag. Havuz/Bina’da açılan Syria in Ink sergisi öncesi “Brothers of the Gun"ın iki yaratıcısından kitabın yolculuğuna dair bizim için sohbet etmelerini istedik ve ortaya anı yazımına, mülteci kavramına, yanı başımızdaki savaşa ve bu savaşın etkilediği hayatlara dair yutkunarak okuduğumuz diyalog çıktı.

  2. “Olabildiği kadar herkese seslenen yerlerde olmak”: MİRGÜN CABAS ve ÖZGÜR MUMCU

    Geçtiğimiz Ekim ayından beri düzenlediğimiz "Yüz Yüze" serisi kapsamında gazeteci, yazar Özgür Mumcu, Mart ayında gazeteci, yazar ve televizyoncu Mirgün Cabas ile rahat ve keyifli bir muhabbet döndürmüştü. Mirgün Cabas'ın gazeteciliğe ilk adım attığı yıllardan başlayarak merak uyandırıcı kariyerinin çarpıcı detaylarının ve unutulmaz hikâyelerin üzerinden geçen sohbet, Türkiye’de anaakım medyanın yolculuğu adına da oldukça hafıza tazeleyici.

  3. A’dan Z’ye: Robert Plant

    Efsanenin turne rotası bir kez daha İstanbul’dan geçiyor.

  4. Uzun ömürlülük ve dinmeyen isyan: Manic Street Preachers

    Manics’in yeni albümü Resistance is Futile’ın attığı başlıkları çıkardık ve grubun kendi ağzından kaçış, sevinç ve ilhamla ayakta durmanın önemini anlamaya yoğunlaştık.

  5. Zamanı yansıtmak: Robert Glasper’la R+R=NOW üzerine

    “Böylesi müzisyenlerle sahnede olmak çok eğlenceli. Orada hiçbir ego yok.”

  6. Tutku dolu bir serüven: “Türkiye’den Kadın Şarkıcılar, 1974 – 1988”

    “Eğer daha çok şey bilirsek, duyduğumuz müzik de bildiğimiz halinden daha farklı gelecek.”

  7. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma yaratan bu yılki filmleri, tek tek, özenle mercek altında…

  8. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma

  9. Bir komün hayali üzerine soluksuz bir konuşma: Wild Wild Country

    Netflix’in 6 bölümlük belgesel dizisi Wild Wild Country, Sundance Film Festivali’ndeki prömiyerinin ardından online yayınına başladı ve tüm dünya gibi Türkiye’de de büyük ilgi uyandırdı. Diziyi çıkar çıkmaz izleyen Berrak Tüzünataç ve Melikşah Altuntaş, Osho’nun sıradışı komünü üzerinden soluksuz bir sohbete girişti.

  10. Orgullo*, Orgulho**: Latin Amerika LGBTİ+ Sineması

    Gökkuşağı renklerinin yaz güneşiyle parladığı günlerin yaklaşmış olması, son yıllarda yükselişe geçmiş olan Latin Amerika LGBTİ+ sinemasının güncel örneklerini hatırlamak için iyi bir fırsat. Hele ki Şili yapımı bir LGBTİ+ filmi, Una mujer fantástica / A Fantastic Woman En İyi Yabancı Dilde Film Oscar ödülüne yeni uzanmışken…

  11. Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria”

    2017'nin ilk aylarından beri festival festival dolaşan ve Mayıs ayında Başka Sinema vasıtasıyla geniş bir izleyici kitlesiyle buluşan Mr. Gay Syria'nın arkaplan hikâyesini, sosyo-politik önemini ve geçtiğimiz bir buçuk sene boyunca aldığı tepkileri bizlere daha detaylı anlatmaları için filmin yönetmeni Ayşe Toprak ve yapımcısı Ekin Çalışır ile söyleştik.

  12. “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

    İstanbul Film Festivali 2018 Ulusal Belgesel Yarışması’nda “En İyi Belgesel” ödülüne layık görülen Parçalar’ın terapi-vari yaratım sürecini ve hikâyesini yönetmeninden dinliyoruz.

  13. Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde: Giovanni Cocco

    Fotoğraflarıyla deprem dolayısıyla terkedilmiş şehirlerin, kapanma riskiyle karşı karşıya kalan manastırların, İtalya’da yükselen burlesk sahnesinin, eski zamanlar içerisinde donup kalmış Avrupa kasabalarının öykülerini aktaran Giovanni Cocco ile “eskiltilmiş” fotoğrafçılık anlayışı üzerine.

  14. Bir iade-i itibar projesi: İsmail Saray

    Türkiye sanat tarihinin önemli figürlerinden biri olan ve kendi döneminin ötesinde bir üretim gerçekleştiren İsmail Saray, hakkında yeterli kaynak bulunmaması ve uzun yıllardır İngiltere’de ikamet etmesi gibi nedenler dolayısıyla dışında kaldığı Türkiye sanat tarihi anlatımına SALT’ın 2012’de başlangıcını yaptığı uzun soluklu bir projeler bütünü sayesinde geri kazandırılıyor.

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler