“Eğer daha çok şey bilirsek, duyduğumuz müzik de bildiğimiz halinden daha farklı gelecek.”


Kornelia Binicewicz, Polonyalı bir plak koleksiyoncusu, Ladies on Records’ın kurucusu, meraklı bir müziksever ve dahası. Polonya’dan kalkıp İstanbul’a gelerek, Türkiye’de 60’lar, 70’ler ve 80’lerdeki isimlerini veya şarkılarını bildiğimizi sandığımız kadın şarkıcıları keşfetmek isteyen Binicewicz, şu sıralar hayalini gerçekleştirmiş olmanın mutluluğunu yaşıyor. Kürasyonundan her türlü detayına Ladies on Records tarafından hazırlanan ve Sony Müzik Türkiye/Epic İstanbul etiketiyle Mayıs ayının ortalarında yayınlanan Turkish Ladies. Female Singers from Turkey 1974 – 1988 albümünde kimisi bir hayli tanıdık olan kimisi ise ismine aşina olmadığınız dokuz kadın şarkıcı bir araya geliyor. Kornelia’nın hayalini onunla birlikte keşfe çıkıyoruz.

Ladies on Records, artık birçok insanın bildiği bir proje diyebiliriz. Kurulduğu zamandan bu yana neler oldu? Şu sıralar Ladies on Records cephesinde neler oluyor?
2015 yılının Eylül ayında Türkiye müzik tarihinin beni en çok heyecanlandıran dönemi olan 60’lar ve 70’lerdeki kadın müzisyenleri araştırmak için buraya taşındım. Araştırma yapmak, yeni müzikler keşfetmek, buradaki kültürü ve müziği hem daha iyi anlamak hem de derinlemesine incelemek adına İstanbul’a yerleşmeye karar verdim. Her ne kadar Türk, Akdeniz ve Orta Doğu müzikleriyle içli dışlı olsam da Polonya’dayken istediğim gibi araştırma yapamıyordum. Araştırma yaptığım zamanlarda yeni müzikler keşfederken kendime her zaman bir yol çizmeye çalışıyordum ama aynı zamanda başkalarının zevklerini, seçimlerini ve adımlarını takip etmeyi seviyordum. Bu seçimler ve kendi içinde bir estetiği olan tercihlere saygım hep oldu ancak benim ilgilendiğim alan kadın şarkıcılardı. Sanki bugüne kadar daha az keşfedilmiş bir alan gibi geldi bana.

Dust and Grooves. Adventures in Record Collecting kitabında New York’ta yaşayan bir plak koleksiyoncusu olan Sheila Burgel ile ilgili bir yazı okudum. 50’ler, 60’lar ve 70’lerde yayınlanmış, kadın popçuların kayıtlarının yer aldığı 45’likler ve uzunçalarlardan oluşan olağanüstü bir koleksiyonunun olduğu yazıyordu. Bu yazı bana tutkulu olduğum şeyin peşinden gitmemin bir şekilde mümkün olduğunu göstermiş oldu. Sheila’nın böylesine spesifik bir seçkisinin olması beni cesaretlendirdi ve bu makaleyi okuduğum gün Ladies on Records’ın Facebook sayfasını açtım, İstanbul’a biletimi aldım.

Ladies on Records projesini yaratırken büyük çoğunlukla 60’lar ve 70’lere yoğunlaşmıştım. Bu zaman aralığında yayınlanmış plakları düşündüğümde müzik tarihi adına gerçekten altın bir dönem olduğunu görebiliyordum. Çok geçmeden, kültürel ve müzikal değerler açısından araştırmamın 80’li yılları da kapsaması gerektiğini anladım. Bu bağlamda, aslında miksteyplerimde ilgi duyduğum alanların nasıl evrildiğine dair izlere rastlamanız da mümkün. Mesela, ilk zamanlar 60’lar ve 70’lerin başına odaklanıyordum (Bakınız: “Turkish Ladies – Ladies on Records. Female music from 60s and 70s”, 2016 başında hazırladığım miksteyp). Ancak yakın zamanda daha geniş bir spektrum elde etmek için araştırmalarımı 60’lardan 80’ler sonuna kadar genişlettiğimi fark ettim (Bakınız: “Turkish Ladies. Heartbroken Heroines”, 2017’de hazırladığım miksteyp). Anladım ki kadın şarkıcıların var oldukları pozisyon ve algılanışları bu üç ayrı on yıllık periyotta oldukça büyük değişiklikler geçirmişti ve mutlaka keşfedilmeliydi.

İstanbul’a geldiğimden beri tutkulu olduğum alanda ilerlemek, müzik ve sanatçılarla ilgili araştırma yapmak adına çok şanslıydım. Mümkün olduğunca sevdiğim sanatçılara ulaşmaya çalışıyor, eğer mümkün değilse onların akrabalarına yöneliyordum. Kamuran Akkor ile tanıştım ve sonrasında ona ilham veren isimlerle ilgili bir röportaj yapma fırsatım bile oldu. Benim için çok önemli bir yeri olan Esmeray’la tanışamadım çünkü zaten 2002’de vefat etmişti. Ben de oğlunu buldum ve bana Esmeray’ın kökeni, hayatı ve müzikal kariyeriyle ilgili birçok hikâye anlattı.

Bu alandaki tutkumu paylaşmak için sevdiğim şarkıcıların müzikleri ve hayatlarıyla ilgili hikâyeler yazıyorum. İlk başta planım bir plak şirketi kurmak ve Türkiye’den kadın şarkıcıların kayıtlarını yeniden basmaktı. İstanbul’da kalmaya başladığım ilk zamanlarda buradaki plak şirketlerinin nasıl çalıştığını, telif haklarının nasıl alındığını anlamaya çalışıyordum. Avrupa’dan ve Türkiye’den birkaç plak şirketiyle iş birliği yapıyor, onların kataloglarını inceliyor ve telif haklarının Türkiye’deki işleyişini keşfediyordum. 70’li yılların önemli yerli plak şirketlerinden Uzelli Kaset ile küratörlüğünü yaptığım Uzelli Psychedelic Anadolu toplama albümünde birlikte çalışma fırsatım olmuştu. Bu deneyimimden sonra Sony Müzik Türkiye ile çalışmaya karar verdim. Ladies on Records projesiyle ilgili fikirlerime oldukça heyecanlanmış ve aynı zamanda ilgi de göstermişlerdi. Sonuç olarak ortaya Sony Müzik Türkiye/Epic İstanbul etiketiyle yayınlanan Turkish Ladies. Female Singers from Turkey 1974 – 1988 toplama albümü çıkmış oldu. Sony Müzik Türkiye’de birlikte çalıştığım herkese teşekkürler. Bu dokuz parçalık toplamada Türkiye’den kadın şarkıcıların hikâyelerine, Türkçe ve İngilizce şarkı sözlerine yer verme fırsatı yakaladım.

“Türkiye’den müziklere yönelik algımı değiştiren, bu yöne ilgimi çeken hikâyelerin en ilginçlerinden biri Esmeray’ın hayat hikâyesiydi. Türkiye’de tanınmış bir şarkıcı olmasına rağmen müzikal ve kültürel geçmişi hiçbir zaman müziği kadar bilinmiyordu.”

60’ların, 70’lerin ve 80’lerin müziği içerisinde özgün yolculuklara çıkıyorsun. Anlattığın gibi bilinmeyen detaylara ve duyulmamış hikâyelere yoğunlaştığını biliyorum. Araştırma yaptığın dönemde dinlediğin ve motivasyonunu arttıran hikayeler hangileri oldu?
Müzik zaten kendi içerisinde bir hikâye. Ama sadece notalarla yazılmış bir hikâye. Belirli bir birikime sahip olmak; sosyal, kültürel, tarihi, kişisel ve temel konularla ilgili birçok şeyin farkında olmak, dinlediğiniz müziği daha iyi anlamanızı ve ona saygı duymanızı sağlıyor. Bu yüzden hikâyeler üzerine bu kadar yoğunlaşıyorum. Turkish Ladies. Female Singers from Turkey 1974 – 1988 albümünü açtığınızda Marianne MarpLondon’ın harika görselini görmeden ve plağı elinize almadan önce Türkiye’den kadın şarkıcılar ve bu dönemdeki müzik dünyasıyla ilgili hikâyeyi okumanızı isterim. Eğer daha çok şey bilirsek, duyduğumuz müzik de bildiğimiz halinden daha farklı gelecek. Bunu kendim deneyimledim ve gördüm.

Albümde yer alan sanatçıların her birinin ilginç hikâyeleri var. Benim Türkiye’den müziklere yönelik algımı değiştiren, bu yöne ilgimi çeken hikâyelerin en ilginçlerinden biri Esmeray’ın hayat hikâyesiydi. Türkiye’de tanınmış bir şarkıcı olmasına rağmen müzikal ve kültürel geçmişi hiçbir zaman müziği kadar bilinmiyordu. Esmeray, Afro-Türk kökenli bir şarkıcıydı. Ailesi Fas’tan gelmişti. Sesi diğer pop şarkıcılarından net bir şekilde farklı tınlıyordu. Esmeray, 1974 çıkışlı “13.5” isimli şarkısında Türkiye’de siyah bir kadın olmanın zorluklarından bahsediyordu ve bu mesaj aslında pek de dikkat çekmemişti. Oğlu Kaan Diriker’in bana annesinin müziği ve hayatıyla ilgili anlattığı hikâyeler, Türkiye’deki sosyal ve kültürel konularla ilgili gözümü açtı diyebilirim.

Bir başka güzel hikâye de Turkish Ladies ile bağlantılı. Elenor Plak kataloğunu incelerken, Huri Sapan’ın müziğini keşfettim. Sony Müzik Türkiye ekibindekiler sağ olsun, kendisiyle tanışma şansım oldu. Bu sayede hâlâ şarkı söyleyen ve kendisine yeni bir koca arayan, 70’lerin en güçlü kadınlarından biriyle tanışmış oldum. Benimle paylaştığı hikâyeler nokta atışı detaylarla kaplıydı ve bu toplama albümün Türkiye’den kadın şarkıcıların gerçek hikâyelerini anlattığının da bir nevi kanıtıydı. Huri Sapan, Karadenizli muhafazakâr bir Laz ailesinden geliyordu ve şarkıcı olmak istemesi ailesi tarafından kabul edilmiyordu. Bu arzusunu yerine getirmesinin tek yolu yabancı biriyle evlenmesiydi. Düğün gününe kadar ailesinin utanç ve ayıplamaları peşini bırakmamıştı. Sapan, tüm bunlara rağmen müzik kariyerini hiçbir zaman utanılacak bir şey olarak görmedi, aksine hep bildiği yolda ilerlemek adına kendini motive etti. 1974 çıkışlı “Bir Şans Daha Ver” parçasının Turkish Ladies toplamasında yer almasını istediğimi söylediğimde çok sevindi… Özellikle de Alan Parker’ın Oscar ödüllü Midnight Express filminde bu parçanın izinsiz kullanılmasından sonra böyle bir teklifin onu bir hayli sevindirdiğini söyleyebilirim. Her şey bir yana, Huri Sapan benim için çok önemli biri. Turkish Ladies albümünün kapağındaki de o, albümü açan ilk parça da onun parçası.

Image

“Albümde ritmik atmosfer ve funk tınılarıyla yapılmış aranjmanlarda gazino kültürünü, Yeşilçam’ı, âşıkları, türküleri, Alevi kültürünü temsil eden şarkıcıları çok rahat bulabilirsiniz ancak sadece birkaçı Türkiye çapında tanınıyor.”

Söz konusu dönemin Türkçe psikedelik ve Türçe pop üretimlerinin gördüğü yoğun ilgi artık dünya çapında bilinen bir gerçek. Albümdeki seçkide Neşe Alkan, Huri Sapan gibi aslında pek de bilinmeyen isimler yer alıyor. Seçkiyi yaparken belirleyici faktörler nelerdi?
Antropolojik bir yönüm olduğu için hiçbir zaman sadece müziğe odaklanmadım. Müziğin bize gerçeklere dair neler anlattığı her zaman ilgimi çekti. Bu yüzden hem çeşitlilik gösteren müzik dönemlerine, hem de farklı kültürel ve sosyal kökenlerden gelen kadın şarkıcılara bir anlamda ışık tutmak istedim. Albümün bütünüyle benim kadın şarkıcıların müzikal ve kültürel alanlardaki aksiyonlarından büyülenmemin sonucunda ortaya çıktığını söyleyebilirim. Albümde ritmik atmosfer ve funk tınılarıyla yapılmış aranjmanlarda gazino kültürünü, Yeşilçam’ı, âşıkları, türküleri, Alevi kültürünü temsil eden şarkıcıları çok rahat bulabilirsiniz ancak sadece birkaçı Türkiye çapında tanınıyor. Ben bu şarkıcıların bilinen algılarının dışında var olan parçalarına albümde yer vermenin daha heyecanlı olacağını düşündüm. Mesela Neşe Alkan’ın hikâyesi oldukça ilginç. Aslında kendisi bir gazino şarkıcısı ancak Turkish Ladies’de yer alan parçası “Tut Kalbimi Tut” aynı isimle yayınlanmış bir Türk Sanat Müziği albümünden geliyor ve kendisiyle ilgili bildiğimiz her şeyi bir anda değiştiriyor. Bu süper disko funk parçası aslında Neşe Alkan’ı o dönemde nelerin heyecanlandırdığını anlatıyor ve bir anlamda imzası niteliği taşıyor. Neşe Alkan, albümde yer alacak kaydı bizzat kendi Elenor Plak ofisine getirdi ve plağın renkli basılmasını istediğini söyledi. Bu albümün âdeta kontrolünü aldı diyebilirim. Bu çok da alışık olunan bir durum değil çünkü sadece Ajda Pekkan, Sezen Aksu gibi divaların böyle istekleri olabilirdi.  

Albümde dinleyeceğiniz Ferda Gül, Dilber Doğan, Gül Sorgun gibi daha geleneksel ve halk temellerinden gelen şarkıcılar küçük bir çemberde kalmış ve büyük kitlelere ulaşma şansı yakalayamamışlardı. Bu yüzden tıpkı Alevi şarkıcılarda olduğu gibi kendilerini ifade ederken daha özgür ve sosyal konulara daha duyarlı olan bu şarkıcıların Turkish Ladies albümünde olmaları benim için çok önemliydi.

1974 – 1988 aralığına nasıl karar verdin? Bu sınırlamanın bir sebebi var mı? Başka zaman aralıkları veya dönemlerle ilgili ileriye dönük planların var mı?
Bu zaman aralığı tamamen seçtiğim parçalarla ilgili. Bu toplamada yer alan parçaların hepsi 1974 – 1988 arasında kaydedilmiş. Bu aralık aynı zamanda plaktan kasete geçişin yaşandığı dönemi de temsil ediyor. Ben daha çok 60’lar, 70’ler ve 80’lere yoğunlaştım ki bu dönemlerin hepsi birbirinden farklı ve ilginç özelliklere sahip. 80’li yılların müziğini keşfetmeyi umuyorum, benim için hâlâ keşfedilmemiş bir dönem. Albümle ilgili çalışırken 80’li yılların sonlarında çıkan ve hiç duymadığım şarkıcılar keşfettim. Müzikleri oldukça güçlü ve dans edilebilir şeylerdi. Bu konuyla ilgili yapılacak çok şey var.

Albüm için hazırlık yaparken Türküola, Şah Plak ve daha birçok plak şirketinin özel arşivlerinde uzun zamanlar geçirdin. Senin projene yaklaşımları nasıldı?
Bu plak şirketlerinin arşivlerine ulaşmamı sağlayan Sony Müzik Türkiye’ye teşekkür ederim. Daha önce İMÇ’de çalışmıştım ve aynı zamanda Uzelli Psychedelic Anadolu albümünden dolayı da birçok plak şirketinin sahibiyle de tanışıyordum. Bazı durumlarda bu çok faydalı oldu, bazen de bir engel olarak karşıma çıktı. Elenor Plak ve Türküola ile çalışmak benim için gerçekten mutluluk verici bir şeydi. Albümle ilgili her zaman pozitiftiler ve çok yardımcı oldular. Elenor Plak’ın sahibi Muhteşem Candan, çalışmalarımı oldukça beğendiğini çünkü kendisi bir seçki yapması halinde asla benim seçtiğim şarkıcılar ve şarkıları seçmeyeceğini söyledi ve benim bir yabancı olarak Türkiye’den müziklere olan bakış açımı takdir ettiğini de her zaman belirtti. Çalıştığım bütün plak şirketlerinin sahipleri bana hep yardımcı oldular; fotoğrafları, master kayıtlarını paylaştılar, şirketlerinin geçmişleriyle ilgili uzun uzun konuştular. İMÇ’de geçirdiğim zamanların büyük kısmında hep geçmişten hikâyeler dinledim. Benim için mükemmel bir deneyimdi.

Turkish Ladies: Female Singers from Turkey 1974 – 1988, 11 Mayıs’ta Sony Müzik Türkiye bünyesinde yer alan Epic İstanbul etiketiyle yayınlandı. Epic İstanbul, lokal müzisyenlere yoğunlaşan yeni bir organizma aslında. Bu albümde onlarla çalışmak nasıldı?
Epic İstanbul gerçekten de yeni bir organizma ancak Epic Records aslında 1953’ten beri var. Turkish Ladies, Epic İstanbul’un yayınladığı ilk albüm olma özelliğini taşıyor. Birlikte çalışmak, şüphesiz çok iyiydi, tekrar teşekkür ediyorum. Albümle ilgili resmi işlerimi hallettiler ve tüm isteklerimi mümkün kıldılar. Sony kocaman bir şirket, dünya çapında çok büyük isimlerle ve organizasyonlarla çalışıyor. Bu proje gerçekten küçük ve onlar için yeni bir şeydi. Prodüksiyon aşamasında her zamanki süreçlerden daha farklı bir süreç yaşadılar benimle birlikte… Hem dağıtım hem basım hem de üretim aşamasında. Aslında iki farklı deneyimi birleştirmiş olduk: Bir dev ile gerillanın bir araya gelmesi.

Image

Albümün kapağına bayıldım! Oldukça nostaljik ve gerçek anlamda 70’ler hissiyatıyla kaplı. Kapak tasarımına nasıl karar verdin?
En başından beri kadın bir tasarımcıyla çalışmak istediğimi biliyordum. Londra’da yaşayan İranlı küratör arkadaşım Sara Makari sayesinde Marianne’i buldum. Marianne’in daha önce yaptığı çalışmaları sevmiştim ve Turkish Ladies albümünün kapağını yapmak isteyip istemeyeceğini sordum. O kadar iyi bir araştırmacı olduğunu kanıtladı ki albümün kapağını yaparken Yeşilçam posterlerinden Türk sanat tarihine, plak kapaklarından geleneksel ebru sanatına kadar birçok şeyi referans aldığı çalışmalar yapıyordu. Kapak çalışması için 70’ler ve 80’lerden izler taşıyan türde kolajlar ve bazı geleneksel minyatür dokunuşların yer aldığı bir görsel ortaya çıktı. Sadece müzik değil, Türkiye’den kadın şarkıcıların hikâyelerini de anlattığı için albümün içinden bir de poster çıkmasına karar verdik. Marianne’in yaptığı tasarıma resmen âşık oldum. Yapması çok zordu ama sanırım buna değdi. Bu arada, Marianne MarpLondon kapak için Huri Sapan fotoğrafını harika bir şekilde yeniden çizdi. Albüm kapağı gerçekten güçlü ve gözden kaçmayacak bir tasarıma sahip, dikkat çekiyor ve çok şık.

Ladies on Records için sırada ne var?
Büyük ihtimalle Türkiye’deki plak şirketlerinin arşivlerinden oluşacak bir toplama üzerine çalışacağım. Hayranı olduğum bir şarkıcıyla yakın bir çalışma yürütmek istiyorum. Kendisi Türkiye’de ve yurt dışında gerçekten saygı görmesi gereken ve dikkat çekecek isimlerden biri ama henüz kim olduğunu söyleyemiyorum. 

Farklı bölgelerde yer alan kadın şarkıcılara da dikkat çekmek istiyorum. Türk müziğiyle hem çok benzeyen hem de net bir şekilde ayrışan Yunan müziğine yoğunlaşmak istiyorum. 60’lar, 70’ler ve 80’lerin Cezayirli, Lübnanlı, İsrailli kadın şarkıcıları da beni bekliyor. Turkish Ladies’den sonra anladım ki yapılacak çok iş var ve her şey mümkün.

  1. Çatışma ve politikanın ötesinde bir savaş deneyimine dair: MOLLY CRABAPPLE ve MARWAN HISHAM

    Haziran ayında Bant Mag. Havuz/Bina’da açılan Syria in Ink sergisi öncesi “Brothers of the Gun"ın iki yaratıcısından kitabın yolculuğuna dair bizim için sohbet etmelerini istedik ve ortaya anı yazımına, mülteci kavramına, yanı başımızdaki savaşa ve bu savaşın etkilediği hayatlara dair yutkunarak okuduğumuz diyalog çıktı.

  2. “Olabildiği kadar herkese seslenen yerlerde olmak”: MİRGÜN CABAS ve ÖZGÜR MUMCU

    Geçtiğimiz Ekim ayından beri düzenlediğimiz "Yüz Yüze" serisi kapsamında gazeteci, yazar Özgür Mumcu, Mart ayında gazeteci, yazar ve televizyoncu Mirgün Cabas ile rahat ve keyifli bir muhabbet döndürmüştü. Mirgün Cabas'ın gazeteciliğe ilk adım attığı yıllardan başlayarak merak uyandırıcı kariyerinin çarpıcı detaylarının ve unutulmaz hikâyelerin üzerinden geçen sohbet, Türkiye’de anaakım medyanın yolculuğu adına da oldukça hafıza tazeleyici.

  3. A’dan Z’ye: Robert Plant

    Efsanenin turne rotası bir kez daha İstanbul’dan geçiyor.

  4. Uzun ömürlülük ve dinmeyen isyan: Manic Street Preachers

    Manics’in yeni albümü Resistance is Futile’ın attığı başlıkları çıkardık ve grubun kendi ağzından kaçış, sevinç ve ilhamla ayakta durmanın önemini anlamaya yoğunlaştık.

  5. Zamanı yansıtmak: Robert Glasper’la R+R=NOW üzerine

    “Böylesi müzisyenlerle sahnede olmak çok eğlenceli. Orada hiçbir ego yok.”

  6. Tutku dolu bir serüven: “Türkiye’den Kadın Şarkıcılar, 1974 – 1988”

    “Eğer daha çok şey bilirsek, duyduğumuz müzik de bildiğimiz halinden daha farklı gelecek.”

  7. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (40-21)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma yaratan bu yılki filmleri, tek tek, özenle mercek altında…

  8. 71. Cannes Film Festivali’nden yıl boyu konuşulacak 40 film (20-1)

    Yılın sinema gündemini belirleyen Cannes Film Festivali’nin, usta yönetmenlerin merakla beklenen çok sayıda filmini resmi seçkisine dahil etmeyerek epey tartışma

  9. Bir komün hayali üzerine soluksuz bir konuşma: Wild Wild Country

    Netflix’in 6 bölümlük belgesel dizisi Wild Wild Country, Sundance Film Festivali’ndeki prömiyerinin ardından online yayınına başladı ve tüm dünya gibi Türkiye’de de büyük ilgi uyandırdı. Diziyi çıkar çıkmaz izleyen Berrak Tüzünataç ve Melikşah Altuntaş, Osho’nun sıradışı komünü üzerinden soluksuz bir sohbete girişti.

  10. Orgullo*, Orgulho**: Latin Amerika LGBTİ+ Sineması

    Gökkuşağı renklerinin yaz güneşiyle parladığı günlerin yaklaşmış olması, son yıllarda yükselişe geçmiş olan Latin Amerika LGBTİ+ sinemasının güncel örneklerini hatırlamak için iyi bir fırsat. Hele ki Şili yapımı bir LGBTİ+ filmi, Una mujer fantástica / A Fantastic Woman En İyi Yabancı Dilde Film Oscar ödülüne yeni uzanmışken…

  11. Daha iyi yarınları umut etmeye devam: “Mr. Gay Syria”

    2017'nin ilk aylarından beri festival festival dolaşan ve Mayıs ayında Başka Sinema vasıtasıyla geniş bir izleyici kitlesiyle buluşan Mr. Gay Syria'nın arkaplan hikâyesini, sosyo-politik önemini ve geçtiğimiz bir buçuk sene boyunca aldığı tepkileri bizlere daha detaylı anlatmaları için filmin yönetmeni Ayşe Toprak ve yapımcısı Ekin Çalışır ile söyleştik.

  12. “Bu ülkede tarihin tekerrürü bir ömre birçok kez sığabiliyor”: Parçalar

    İstanbul Film Festivali 2018 Ulusal Belgesel Yarışması’nda “En İyi Belgesel” ödülüne layık görülen Parçalar’ın terapi-vari yaratım sürecini ve hikâyesini yönetmeninden dinliyoruz.

  13. Kıyılardaki kültürlerin ve kişisel hikâyelerin peşinde: Giovanni Cocco

    Fotoğraflarıyla deprem dolayısıyla terkedilmiş şehirlerin, kapanma riskiyle karşı karşıya kalan manastırların, İtalya’da yükselen burlesk sahnesinin, eski zamanlar içerisinde donup kalmış Avrupa kasabalarının öykülerini aktaran Giovanni Cocco ile “eskiltilmiş” fotoğrafçılık anlayışı üzerine.

  14. Bir iade-i itibar projesi: İsmail Saray

    Türkiye sanat tarihinin önemli figürlerinden biri olan ve kendi döneminin ötesinde bir üretim gerçekleştiren İsmail Saray, hakkında yeterli kaynak bulunmaması ve uzun yıllardır İngiltere’de ikamet etmesi gibi nedenler dolayısıyla dışında kaldığı Türkiye sanat tarihi anlatımına SALT’ın 2012’de başlangıcını yaptığı uzun soluklu bir projeler bütünü sayesinde geri kazandırılıyor.

  15. Künye

    yayın imtiyaz sahiplerive etkinlik direktörleri Aylin Güngö[email protected] J. Hakan Dedeoğ[email protected] genel yayın yönetmeni Ekin Sanaç[email protected] kreatif direktör Aylin Güngö[email protected] editörler