Duvarlar dile gelince: MANASTIR
SALT’ın Manastır / İstanbul Sanat Merkezi’ne dair sözlü tarih araştırması için minik bir kılavuzla iştah kabartıyoruz.
Yazı: Yetkin Nural
SALT’ın bu sene Şubat ayında erişime açtığı, sanatçı Volkan Arslan iş birliği ile gerçekleştirilen sözlü tarih çalışması MANASTIR [İstanbul Sanat Merkezi], 19. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen ve 1980’lerden kentsel dönüşüm projesi dahilinde tahliye kararının alındığı 2006 yılına kadar pek çok sanatçıya, kolektife, dernek, dans ve tiyatro grubuna ev sahipliği yapmış, Tarlabaşı’nın en ikonik binalarından birinin geçmişinin izini sürüyor.
1843 yılında Beyoğlu Anarad Hığutyun Ermeni Katolik Kız Okulu olarak hayata başlayan ve 1982’ye kadar okul kimliğini koruyan bina, mahallenin eğitim için “uygunsuz bir hal” alması nedeniyle kapatıldıktan sonra TRT için çekilen ve Cahide Sonku’nun hayatını anlatan Cahide dizisi için bir plato olarak kiralandığında İstanbul Sanat Merkezi adını alacağı sürece de adım atmış oldu. SALT’ın Arslan ile beraber gerçekleştirdiği sözlü tarih projesi ise esasen bu dönemi mercek altına alıyor ve 1988’den 2006’ya kadar süren süreçte Manastır’ı dönüştüren olayları, binada gerçekleşen üretimi ve deneyimleri aktörlerin dilinden aktarıyor.
Proje için tasarlanan web sitesinden dinleyebildiğimiz kayıtlar ve görebildiğimiz fotoğraflar, Türkiye’de, özellikle içinde bulunduğumuz dönemde şiddetle özlemini çektiğimiz, sanat tarihinde sık sık karşımıza çıkan ve önemli anlara gebelik eden bir durumu; farklı kimliklerin ve sanat üretimlerinin bir mekân içerisinde bir araya gelerek mekânı da kendilerini de dönüştüren, deneysel bir süreci hatırlamaya davet ediyor. Anılar, olaylar ve izlenimler arasında geçirebileceğiniz saatlerin hem ilgi çekici hem de hayranlık uyandırıcı olacağını belirterek, ufak bir yol haritası olması için projeden öne çıkan karakterleri, kavramları ve sözlü tarih kayıtlarından kulağımıza takılan alıntıları paylaşıyoruz.
Karakterler ve Kavramlar:
Hem röportaj kayıtlarında hem de proje için hazırlanan miks kayıtlarında karşımıza sık sık çıkan, yapının anıldığı şekliyle Manastır’a dönüşmesinde önemli rolü olan kişi ve kavramlar.
Adnan Vurdevir: Yapının Manastır/ İstanbul Sanat Merkezi haline gelmesinde belki de en önemli aktörlerden biri olan Vurdevir, dönemin sinema sektöründe set yapımlarında görev alan bir isim. Cahide dizisi için dizinin yapım direktörü Ziya Ilgaz ve sanat yönetmeni Nihal Geyran Koldaş ile beraber bir plato ararken binayı keşfeden ekibin içerisinde daha sonraları yapı ile ilgilenen Vurdevir, mal sahibi olan vakıf ile anlaşarak yapıyı önce Manastır, sonrasında İstanbul Sanat Merkezi haline getiren isimlerin burada kendilerine bir üretim alanı yaratmasına ön ayak olan kişi olarak geçiyor.
Godzilla Selahattin: Manastır’ın ilk sakinlerinden biri olan Godzilla lakaplı Selahattin Geçgel, Türk sinema tarihinin emektar ve önemli karakterlerinden . Sayısız filmde set amiri olarak görev alan, gerekli aksesuarların temininden film için yaratılacak patlamalarda kullanılacak dinamitlerin yapımına kadar varan bir geniş bir skalada çalışan Godzilla Selahattin, özellikle setlerden toplayarak Manastır’daki odasında sergilediği malzemeler ile anılıyor. Türkan Şoray’ın ayakkabılarından fotoğraf arşivlerine varan sayısız film kostüm, dekor ve aksesuarlarını odasında tepeleme bir şekilde sergileyen ve arşivleyen; 2015 senesinde kaybettiğimiz Godzilla, aynı zamanda tüm bu eşyalara ait hikayelerin anlatıcısı olarak da mekânın en önemli karakterlerinden bir tanesi.
Manastır vs İstanbul Sanat Merkezi: Eski bir Ermeni manastırı olması nedeniyle Manastır adıyla anılan mekân, 1980’lerin sonunda Cahide dizisi ile başlayan süreçte de aynı isimle anıldı. Ancak röportaj kayıtlarından edinilen genel kanı, özellikle erken dönem, yani 80 sonu 90 başı gibi binaya yerleşenlerin Manastır ismini benimsediğini, binada sanatsal üretiminin ve bu üretimin parçası olan toplulukların ve kişilerin artması ile beraber ise mekânın İstanbul Sanat Merkezi ismini aldığı yönünde.
İçerisi vs Dışarısı: Manastır’ın sınırına yerleştiği Tarlabaşı mahallesi, dönemin olaylı mahallelerinden. Özellikle Tarlabaşı Bulvarı’nın inşasından sonra Beyoğlu’ndan bir nevi koparılan; trans bireyler, 90’larda doğu illerinden göçle İstanbul’a gelen aileler ve genel anlamda sosyo-kültürel olarak toplumun dışına itilmiş azınlıkların mesken tuttuğu mahallenin içinde Manastır gibi bir mekânın oluşması elbette hem mahalleyi hem de mekân içerisinde var olan tüm bileşenleri etkileyen bir dönemi işaretliyor. Röportaj kayıtlarında da sık sık karşımıza “içerisi – dışarısı” söylemleriyle çıkan ve ilk bakışta sorunlu bir tezat gibi görünen bu durum aslında tüm özgür atmosferi ve zengin sanatsal üretimi insan ilişkileri üzerinden besleyen bir ortamın altını çiziyor.
Gece Hayatı: Manastır’ın özellikle 80’lerin sonlarında ve 90’ların başlarında İstanbul sanat camiasında yakaladığı popülerliğin önemli nedenlerinden biri de sanatsal üretimin ucuna ilişen parti organizasyonları idi. Kayıtlarda farklı aktörler tarafından dile getirilen bir söylem de Manastır’da gerçekleşen bu partiler ile Tarlabaşı mahallesinde yükselen “underground” gece hayatının paralelliği üzerine. Yeri gelmişken belirtelim, SALT’ın Manastır’ı takip edecek olan ve önümüzdeki sonbaharda tamamlanması planlanan yeni sözlü tarih projesi de tam olarak bu alana, lokomotifini Ceylan Çaplı’nın efsanevi mekânları 14, 19 ve 20’ye odaklanıyor.
Alıntılar:
Manastır / İstanbul Sanat Merkezi’nin oluşum sürecinde orada bir şekilde var olan isimlerin röportaj kayıtlarından kulağımıza takılanlar.
“Bana mesela bir gökdelen verseniz, orada resim yapamam. Resim yaptığım alanın, bir Pera havasında, tarihle ilişkisi olması, bir dokusu olması, eski İstanbul olması lazım. […] Manastır çok çekici bir bina, çekici bir 19. yüzyıl binası. Bana başından beri Picasso’nun Le Bateau-Lavoir’ini anımsatmıştı.”
Bedri Baykam
“Oradaki üretimle etrafındaki toplumun ilişkisi neydi acaba? Yeterince bir ilişkisi var mıydı? Uzaktan bakışta belki tek tük vardı ama sanki [Manastır] bir ada gibiydi.”
Nihan Geyran Koldaş
“[Manastır’da] Özellikle 90’ların başından ortasına kadar diyelim, daha önce Türkiye’de hiç örneğini görmediğimiz bir oluşum, bir formasyon var. Oluşumdan da kasıt şu: hiç birbirine benzemez çeşitli insanların, kültür sektöründen de başka sektörlerden de insanların bir araya geldiği; birbirlerinin kimyasını, ekolojisini bozmadan beraber olabildikleri; bir yandan da Tarlabaşı gibi bir mahalleyi de bozmadan, ekonomisini de değiştirmeden, herkesin bir arada yaşadığı bir dönem. Ne daha öncesinde ne de daha sonrasında böyle bir oluşum görüldü. “
Tamer Yılmaz
“Burada hem kendi çalışmalarımızı yapabiliyorduk, hem de farklı disiplinlerden sanatçılarla bir araya gelebiliyorduk. […] O dinamiklerin hiçbiri kalmadı şimdi. Yani istediğin için bir araya gelmek, bir şey üzerinde çalışma alanı sunuyordu İSM. O anlamda çok önemliydi. Aynı zamanda [Tarlabaşı] underground mekânların da toplandığı bir köşeydi. […] Yer altı ilişkilerinin yeşerdiği, sanat üretimi yaptığımız ve yani, mutlu olduğumuz bir ortamdı İSM. “
Tuğçe Tuna (Dans Fabrikası)
“Oranın çok hikayesi var. […] Sekreterimiz yoktu bir zamanlar, sonradan oldu. Adnan Bey kendi sekreterliğini kendi yapıyordu. Mesela restorana rezervasyon alınacak, Adnan Bey müşteriyle telefonda, müşteri soruyor ortam nasıl, Tarlabaşı falan… Adnan Bey tam “içerisi oldukça nezih, aile ortamı vs” diye telefonda bağlama yaparken yeğeni koşarak gelirdi mesela, “Dayı, dayı koş içerde birisini bıçakladılar!” … Kapatırdı telefonu, gülerdik…”
Savaş Kaplan
“Çok ilginç insanlar gelip gidiyordu hakikaten. Sanatçılar, keşler… Yani ayakları yeni oradan kopuyordu, eskiden istedikleri gibi giriyorlarmış belli ki. Buradan bir rant çıkar mı diye gelip teftiş eden müteahhittiler. Ama sahibi ilginç bir karakterdi. Sadece sanat sepet işleriyle ilgilenen tiplere kiralıyordu, başkalarına vermiyordu. “
Ezel Akay
“Çocukluğumda babam şehri yürüyerek çok gezdirirdi. O dönem mesela Tarlabaşı’nı ve şehrin bir sürü sokağını gayet iyi tanıyorduk kız kardeşimle beraber. O giderek değişen şehir, giderek değişen yaşantılar, başka şeye devşirilen binalar, kaybolan mekânlar aslında benim zor atlattığım şeyler. Hala da alışmış değilim…”
Naz Erayda (Kum-pan-ya Sahnesi)