Gelişigüzel zaman ve sessizliğin çevirisi: Embryo Larva Butterfly

Yazı: Meltem Demiraran

2015’te yayımlanan ilk uzun metrajı Impressions of a Drowned Man ile dikkatleri üzerine çeken yönetmen Kyros Papavassiliou’nun ikinci filmi Kambia Nymfi Petalouda / Embryo Larva Butterfly / Embriyo Larva Kelebek senenin festival favorisi işlerinden biri. 43. İstanbul Film Festivali kapsamında izlediğimiz Kıbrıs-Yunanistan ortak yapımı Embryo Larva Butterfly filmini, Yunan Yeni Dalgası meraklıları mutlaka listesine yazsın.

*Bu yazı, Embryo Larva Butterfly filmini henüz izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.


Zaman dilimi ve mekân 

Akşam yatmışsın 2024’tesin, sabah kalkmışsın 2073’te. Öbür gün bir bakmışsın 1982’de. Her an her şey olabilir. 

Konu nedir?

Zamanın lineer değil gelişigüzel aktığı bir dünyada, bir çiftin ilişkisi hem geçmişe hem âna hem de geleceğe dair sınanıyor gözlerimizin önünde.

İzlemeden önce bilmemize hiç gerek olmayan bazı şeyler

Son yıllarda kelebek ve güvelerle sıklıkla karşılaşıp vakit geçirir olduğum gerçeğinin dışında bir metafor olarak da hayatımda “larva” ve “kelebek” kendini bir şekilde gösteriyor gibi. Bu elbette pandeminin ortalarında başlayan bir soluğu taşrada alma ritüelini sıklıkla yinelemem ile doğrudan ilintili. 

İlk şoku çörek otu çiçeklerinin dibinde oturduğumda saçıma konan kelebeklerle, ikinci şoku ise bir sinekliğin kenarını delerek odanın yanan lambasına kendilerini birer birer vurarak toplu bir intiharı gerçekleştiren güve sürüsü ile karşı karşıya kalınca yaşamıştım. 

Dönüşümün önemi en nihayetinde içten geliyor olması. Bir devinimin parçası olduğunu anlamak, kabullenmek, bu kabullenişin ardından etki alanını görebilmek ve bu dönüşüme ayak uydurabilmek de içten gelmeyince pek kolay olmuyor ne yazık ki. Çoğumuz belki de larva sürecini gereğinden uzun yaşıyoruz. Bence Penelope için de durum biraz böyle. 

İlk intiba?

Biraz karmaşık duygular içindeyim. Film ile alakalı karmaşık duygular içinde miyim? Yoksa film beni karmaşık duygulara mı sürüklüyor? Bu iki sorunun cevabını bile net olarak veremiyorum dürüst olmak gerekirse. Ama şunu net olarak söyleyebilirim: Yunan Yeni Dalgası’na can geldi.

Hem senaryo itibariyle hem de görselliğiyle çok ince düşünülmüş bence film. Alps (2011) ve Pity’den (2018) aldığım tatlara yakın bir tat aldım diyebilirim. Hele bir an yaşandı ki aman aman! Az sonra anlatacağım.

Bir gün 23, bir gün 47 yaşında uyandığınız bir yaşam elbette zor. Üstelik böyle bir yaşamın ortasında bir ilişki sürdürmek daha da zor. İşte Penelope ve İsodoros da bunu yaşıyor. Birbirlerine her gün sordukları sorular var. “Hamilelik? Şu an. Boşanma? Gelecek.” Bu sorularla bir önceki gün hayatlarının hangi noktasında olduklarını anlatıyorlar birbirlerine. İsodoros cenazesinin olduğu günün ertesinde bir kuruma gidip duygu durum testine girmek zorunda bile kalıyor. Zamanı gelişigüzel yaşamanın yükünün ağırlığı herkesin gözlerinden okunuyor. Lineer zamana gidebilmek ise bir ayrıcalık. 

En çok neyi sevdin?

Filmin dünyasında bir sessizlik çevirmeni olmasını. Şuradan başlayayım anlatmaya: Penelope’nin erkek kardeşi için lineer zamandan gelen bir sessizlik çevirmenini görüyoruz sınırda. Sonra da bir teste tabi tutuluşunu görüyoruz. Karşıdan karşıya geçen birini anlatıyor bize, hem de bu kişiyi yalnızca bir mobese kamerasından izleyerek. Elbette Yunan Yeni Dalgası dediğimiz için Penelope’nin kardeşinin zihninde porno izlemekten başka bir şey olmadığını öğrenmesek olmuyor. 

Fakat bu ikisinden daha da etkileyici bir detayı var meselenin. Sessizlik çevirmeni ağaçların ne dediğini de çevirebiliyor. Üstelik her ağaç sürekli aynı cümleyi söylüyormuş. Kendi cümlesini. Hiç durmadan. Bir mantra gibi.

En az neyi sevdin?

Gelişigüzel zamanda yalnızca Penelope ve İsodoros’un yaşadıklarına şahitlik etmeyi. Çok daha farklı birçok karakterin bu akışta neler yaşadığını görmek isterdim. Yine bir derinleşme sorunumuz var gibi.

Bebek meselesi de biraz fazla sündü sanki. Çok vurucu bir biçimde anlatılabilirdi bana kalırsa. Maalesef biraz zayıf kaldı bu mesele her şeyin yanında. 

En çok hangi sahneye yükseldin? 

İşte geldik o anlatacağım şeye. Hani hep denir ya “Bu filmi sinemada izlemek gerek!” diye; bu filmi de sinemada izlemek gerek. Sınır kapısını gördükten sonra gelişigüzel zamandan lineer zamana geçişin sağlandığı yerin bir sinema salonu olabileceği fikri hiç mi hiç gelmemişti aklıma. Üstelik sinemada izlemeden gerçekten anlaşılabilecek bir his yaratmıyor bu sekanslar. Sinema perdesi bir aynaya dönüşüyor gözünüz önünde. Siz de “Bir dakika? Ne oluyor? Ne bu şimdi?” diye sudan çıkmış balık gibi perdeye bakıyorsunuz.

Modunu nasıl etkiledi?

Çıktığımda bir süre pek bir şey hissedemedim. Sonra birden çok şey hissettim. Sonra yeniden hiçbir şey hissemedim. Sonra çok şey düşündüm. Dediğim gibi biraz karmaşık. Fakat iyi bir karmaşa. Bazı dönüşümleri tetikliyor olabilir. 

Kimler sever? 

Arthouse severler ve Yunan Yeni Dalgası’nda keyifli bir sörf yapmak isteyenler mutlaka izlesin derim. 

Bunu seven şunları da sever 

Alps (2011) , Pity (2018), Attenberg (2010) ve Black Moon (1975)