Emre Şahin ve Cem Yiğit Üzümoğlu ile “Rise of Empires: Ottoman”ın perde arkası

Hakan: Muhafız, Atiye ve yayın tarihi henüz belli olmayan Aşk 101 gibi Türkiye yapımı dizilerin ardından, Netflix’in Fatih Sultan Mehmet’in hayatını ve İstanbul’un fethini anlatan yeni yapımı merakla bekleniyordu. Belgesel ve kurmaca türlerini harmanlayan büyük prodüksiyonlu Rise of Empires: Ottoman, 24 Ocak 2020’de Netflix’te 190 ülkede izlenebilecek şekilde gösterime başladı. Biz de bu heyecanlı projenin ortak yapımcısı, senaristi ve yönetmeni Emre Şahin ve Fatih Sultan Mehmet rolünde izlediğimiz Cem Yiğit Üzümoğlu ile bir sohbete oturduk.

Röportaj: İlayda Tenim

Nedense tarih ve belgesel deyince insanlar bunun kuru ve sıkıcı olması gerektiğini düşünüyor. Ben buna kesinlikle karşıyım. Bu yerleşmiş düşünceyi kırmamız lazım. Benim için bu projedeki öteki önemli şey de bir şekilde yaşanmış ama tarih kitaplarında yer bulamamış hikâyeleri yaşatmaktı. Bunu da sinematik kurgu ile yaptık.
Emre Şahin

Öncelikle tebrikler. Belki de hepimizin en az bir kez aklından geçen ‘GOT, LOTR gibi yapımlar kalitesinde küçüklüğümüzden beri tarih derslerinde öğrendiklerimizi anlatan uluslararası bir yapım olsa nasıl olurdu acaba’ sorusuna muazzam bir cevap olmuş. Rise of Empires: Ottoman’ın hem ortak yapımcısı, senaristi hem de yönetmenisiniz. Proje nasıl ortaya çıktı, biraz bahseder misiniz?

Emre Şahin: Tarihi seven birisi olarak liseden beri hayalimde hep İstanbul’un fethini anlatan uluslararası bir proje yapmak fikri vardı. Bu tam nasıl ve ne zaman olurdu bilmiyordum ama bir şekilde bu epik hikâyeyi geniş bir platformda dünyaya sunmak hep hayalimdi. Senelerce bu konu hakkında çok araştırma yaptım ve bunun sonucunda bildiğimi sandığım birçok şeyin aslında yüzeysel kaldığını ve asıl hikâyenin o âna kadar yeterince geniş ve detaylı anlatılmadığını gördüm. Etrafımdakilerle konuşunca da genelde de böyle bir eksiklik olduğunu gördüm. İnsanların ya hikâyeye çok dar bir pencereden baktıklarını veya eksik bilgiler ile hikâyenin hakkını vermediklerini gördüm. Pek çok insan bu hikâyeyi okuldan hatırladıkları 3-4 şey ile özetleyip bitiriyor. Ama aslında bu hikâyede anlatılmayan ve bilinmesi gereken o kadar çok şey var ki… Bunun için 2 saatlik bir sinema filminin yetmeyeceğini düşündüm ve daha kapsamlı bir proje geliştirmeye karar verdim. 

Belli standartlara sahip olduğunu bildiğimiz Netflix’le çalışmak nasıldı? İçerikte elbette tarihi danışmanlıklar çerçevesinde, ne kadar özgürdünüz? 

EŞ: Bundan önce Amerika’da Netlfix ile Shot In The Dark adlı başka bir proje yapmıştım ama onun türü çok daha farklı idi. Jake Gyllenhaal’in oynadığı Nightcrawlers filminin ilham kaynağı olan, Los Angeles’ta gece haber kovalayan kameramanların gerçek hikâyesi idi o proje. Farklı şekilde çılgındı. Hem o projede hem Rise of Empires: Ottoman’da Netflix bize inanılmaz destek oldu. Netflix’in dünyadaki seyirciye ulaşma hali ve yaratıcılara sunduğu özgürlük gerçekten çok farklı bir yerde.

Daha önce hem belgesel hem de kurgu birçok yapımda yapımcı ve yönetmen olarak yer aldınız. Yarı belgesel yarı drama olan Rise of Empires: Ottoman’da Charles Dance’in anlatımı ve Dr. Celal Şengör gibi çeşitli isimlerin yorumlarıyla tarihi gelişmeleri dinleyip bir yandan da kaliteli oyunculuklarla anlatılanları yaşıyoruz adeta. Diyaloglar ve tarihi bilgilerin verildiği anlatım arasındaki bu dengeyi nasıl yakaladınız?

EŞ: Bu projenin sadece kurgu veya sadece belgesel olarak hayata geçmesi anlatımda büyük eksiklik bırakırdı. Daha önce de dediğim gibi hikâye bu kadar epik ve çok taraflı olunca onun hakkını vermek lazım diye düşünüyorum. Bunun da doğru yapılması için bence seyirciye sık sık bu yaşananların gerçek olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bu da araya giren uzmanlarla mümkün oldu. Bu konu hakkında uzmanlaşmış, dünyanın önde gelen araştırmacıları ve tarihçileri ile konuştuk. Burada ekrana yansımayan isimler de var. Ama öteki taraftan da bunların ders gibi anlatılmadan seyirciye aktarılması önemli. Bunun için bu projedeki uzmanların heyecanını yakalamak için çok çalıştık. Nedense tarih ve belgesel deyince insanlar bunun kuru ve sıkıcı olması gerektiğini düşünüyor. Ben buna kesinlikle karşıyım. Bu yerleşmiş düşünceyi kırmamız lazım. Benim için bu projedeki öteki önemli şey de bir şekilde yaşanmış ama tarih kitaplarında yer bulamamış hikâyeleri yaşatmaktı. Bunu da sinematik kurgu ile yaptık. Mesela Ana karakteri araştırmalar sonucunda yarattığımız ama özünde gerçek şeyler olan bir karakter. Veya Mara karakteri gerçekte yaşamış ve çok önemli bir karakter ama şimdiye kadar çok az işlenmiş. Onu hikâyeye dahil ettik çünkü zaten merkezinde olması lazım. Son olarak, bu iki ayaklı anlatımı yaparken izleyiciye tek bir izleme tecrübesi olarak vermemiz çok önemliydi. Yani hikâye ve uzmanlar arası git-gelde olayların kopmaması ve tam tersine birbirlerini desteklemesi önemliydi. Bunun için projenin en başından son noktasına kadar çok uzun ve detaylı çalıştık.

Belgesel ve drama arasında yakaladığınız bu dengenin yanında dizinin ritmi ve müzikler de izleyici deneyimini yukarıya taşıyor. Osmanlı deyince aklımıza gelen oryantal ezgilerin yanında özellikle çatışma sahnelerinde çok modern ve dozunda gerilim yaratan müzikler kullanılmış. Müzik seçimini nasıl yaptınız?

EŞ: Projeyi geliştirirken en başından beri müziğin projeye özgün olmasını istedim. Osmanlı projesi olunca illa ki “klasik” anlamda Osmanlı müziği olması lazım diye bir şart yok bence. Tam tersine bunun dışına çıkmamızı ve projeye kendine özgü bir his vermemizi istedim. Kendimizden, ama özgün olan bir müzik yaratmak için çalıştık. Müziği yapan Deniz Cuylan ve Brian Bender bizim bu isteğimizi çok daha ileri götürerek bence çok başarılı bir iş çıkarttılar.

Proje ilk duyurulduğunda izleyici olarak hepimizin korkusu klişe kalıplar ve tek taraflı bir bakış açısıyla karşılaşmaktı. Örneğin, Batı’nın gözünden sakallı ve sarıklı Osmanlılar ya da Türkiye’nin gözünden öznel bir zafer gibi. Ama tam aksine, yalnızca askeri ve siyasi başarılarıyla anıldıkları kitap sayfalarından kurtulup motivasyonlarıyla, hayal kırıklıklarıyla ve hatta muziplikleriyle hayat bulan karakterler izliyoruz. Bu konuda senaryo kadar castingin de çok büyük bir payı var sanırım. Böyle yıldız bir kadroyla çalışmak nasıldı, casting sürecinden biraz bahseder misiniz?

EŞ: Bir yönetmen olarak böylesine yetenekli ve özverili bir cast ile çalıştığım için çok şanslıyım. Bu karakterleri araştırırken ve yazarken ben hepsiyle ayrı bağlantı kurdum ve sevdim. Hayatta çok az insan sadece kötü veya sadece iyidir. Koşullar onları iyi veya kötü şeyler yaptırmaya zorlar genelde. Bunu projede yansıtmak istedim. Yani iki insan savaşta cephenin farklı taraflarına düştü diye birisi iyi birisi kötü değil. Başka koşullar altında belki de dost olabilecekken koşullar sonucunda birbirleriyle savaşırken bulmaları daha hayatın gerçekleri ile uyuşuyor ve böylece hikâye de daha ilginç oluyor bence. Cast’i kurarken de bu karakterleri gerçekten yaşatabilecek oyuncular aradım. 21. yüzyıldan bugün bildiklerimizi senaryonun üzerine koymadan, 15. yüzyılda bu olanları gerçekten o anda yaşayan oyuncular istedim. Uzun bir cast süreci oldu. Dediğim gibi, bu kalitede oyuncular ile çalışabildiğim için kendimi şanslı görüyorum.

“15. yüzyılda birçok önemli şeyin arkasından Mara çıkıyor ama bu nedense çok anlatılmıyor. Özellikle sanat, diplomasi ve dinler arası ilişkiler konusunda çok çok önemli birisi. Şu anda Mara ile ilgili başka bir proje geliştiriyorum bu arada. Gerçekten zamanının çok ilerisinde ve inanılmaz bir karakter.”

Özellikle daha önce Hakan: Muhafız’da izlediğimiz Cem Yiğit Üzümoğlu, Fatih Sultan Mehmet rolünde alıştığımız ‘uzak, haşmetli ve asık suratlı Sultan’ tiplemesinden çok daha gerçek bir performans sunuyor. Yola çıkarken aklınızda nasıl bir Fatih Sultan Mehmet imajı vardı?

EŞ: Fatih Sultan Mehmet tarihin çok önemli ve farklı liderlerinden birisi. Tarihteki yeri her zaman farklı bir yerde olmalı. Ama tarih kitaplarındaki başarıları dışında bu projede ben insan olarak Fatih’i tanımak istedim. Yaşadığı binbir türlü zorluğa rağmen yılmayan ve istediğini başaran inatçı, zeki ve vizyon sahibi bir liderdi. Bunu onun gözünden görmek istedim. Bir süper kahraman hikâyesi olsa bu proje onun “origin story”si olurdu. Çünkü aslında bizim tanıdığımız Fatih Sultan Mehmet genelde başardıkları ile anlatılan kişi. Ama ben onun bunları daha başarmadan yaşadıklarını anlatmak istedim. Asıl hikâye orada. Fatih’in o dönem hissettikleri hepimizin gençken hissettiği duygular ile aynı aslında. Bu da bugünkü seyirci ile o dönemki Fatih arasında bu proje ile bir köprü kurmak demek oluyor. Hayatında bir vizyonu var, yapmak istedikleri var ama bunların henüz hiçbirini yapamamış ve onu durdurmak isteyen, ona inanmayan birçok insan ve unsur var ama her şeye rağmen bunları aklı, stratejisi ve eğitimi ile yenip isteklerini gerçekleştiriyor. Onu asıl farklı kılan bu zekâsı zaten. Yoksa sadece orduyu şöyle yönetti, düşmanı şöyle yendi gibi bir açıdan anlatırsak asıl hikâyeyi es geçmiş oluruz diye düşünüyorum. Fatih’i sadece askeri deha olarak değil daha çok yönlü birisi olarak gördüm ve bunu yansıtmak istedim. Tabii bu arada sanat, bilim ve diğer konularda bildiğimiz Fatih Sultan Mehmet asıl bu hikâyeden sonra ortaya çıkıyor çünkü bütün bunları yaparken daha 21 yaşında!

Sıra herkesin aklındaki soruya geldi, niçin yapım dilinin İngilizce olmasını tercih ettiniz? Bir izleyici olarak oyunculuklar ve aksanlar beni hiç rahatsız etmedi, fakat Damla Sönmez’in hayat verdiği Ana karakterinin arada Türkçe konuşması ve Fatih Sultan Mehmet’in de bundan bahsedip İngilizce konuşmaya devam etmesi biraz kafamı karıştırdı doğrusu.

EŞ: Projenin ilk gününden beri İngilizce olması önemliydi. Başta da dediğim gibi bu projenin uluslararası bir proje olması benim için olmazsa olmaz bir şeydi. Öyle olunca da İngilizce olması şart. Chernobyl mesela İngilizce oluyor da bu proje neden olmasın? Başka ülkeler kendi hikâyelerini dünyaya İngilizce anlatabiliyor da biz yapınca kötü mü oluyor? Burada ben takılacak bir şey görmüyorum. Dünya buraları çoktan geçti biz de bence geçebilmeliyiz.

Canstantine XI, Cenevizli Giovanni, Lord Loukas gibi figürlerin yanında Tuba Büyüküstün, Damla Sönmez ve İlayda Akdoğan’ın hayat verdiği çok güçlü kadın karakterler izliyoruz. Hatta belki de ilk defa cariye olmak dışında bir vasıfla tanıtılan ve romantik bir yan hikâye ekseni dışında da kendine yer bulan karakterler bunlar. Yazma aşamasında sizin motivasyonunuz neydi?

EŞ: Projeyi araştırırken maalesef o dönemin tarih kitaplarında güçlü kadın karakterlerin çok az yazıldığını gördüm. Onun için bilinmeyen ama yaşamış bu karakterleri bulmak için çok çalıştık. Bu süreçte Mara’yı bulunca çok heyecanlandım. Araştırdıkça da çok önemli ve farklı bir karakter olduğunu gördüm. 15. yüzyılda birçok önemli şeyin arkasından Mara çıkıyor ama bu nedense çok anlatılmıyor. Özellikle sanat, diplomasi ve dinler arası ilişkiler konusunda çok çok önemli birisi. Fatih’in hayatında belki de en çok önem verdiği kişi. Bütün hayatı boyunca Mara’ya özel bir saygı ile yaklaşıyor. Bütün hayatı boyunca yakın olduğu ender kişilerden. Bu zaten onun ne kadar önemli ve saygın biri olduğunu gösteriyor. Şu anda Mara ile ilgili başka bir proje geliştiriyorum bu arada. Gerçekten zamanının çok ilerisinde ve inanılmaz bir karakter. Therma da gerçek bir karakter ama maalesef hakkında çok az şey biliniyor. Oradaki bilgi boşluklarını dönemin soylu aileleri hakkında öğrendiklerimiz ile kapatıp bir hikâye çıkarttık. Ana ise hem savaş sırasında önemli bir unsur olan casusluk konularına değinmemizi sağladı hem de şehirde yaşayan normal bir insanın yaşadıklarını yansıtmamız için önemli bir karakter oldu. Bu üç karakteri canlandıran Tuba, Damla ve İlayda’ya da karakterlere verdikleri sevgi ve özveri için teşekkür ediyorum. Onların sayesinde çok daha katmanlı bir hikâye ortaya çıktı.

Rise of Empires başka bir imparatorluğa odaklanan ikinci bir sezonla devam edecek mi? Sizi ikinci sezonda ya da başka bir Netflix projesinde bir daha görecek miyiz?

EŞ: Projenin devamı için çalışmalarımız var. Onun da dışında bizim Türkiye olarak uluslararası platformlarda anlatacak birçok hikâyemiz var. O yönde de çalışmalarımız devam ediyor.

“Bizlerin, kişileri ulvileştirme, hatta neredeyse tanrılaştırma gibi bir eğilimi var. Bence bu eğilim tarihi daha iyi anlamamızı zorlaştırmakta. Biz insana dair olanı insandan ne kadar uzaklaştırırsak, ona dair anlayabileceğimiz şeyleri de o kadar azaltıyoruz.”
Cem Yiğit Üzümoğlu

Hakan: Muhafız’la başlayan Netflix yolculuğunuz Rise of Empires: Ottoman ile devam ediyor. Sizi bu projeye çeken neydi, nasıl dahil oldunuz?

Cem Yiğit Üzümoğlu: Daha öncesinde de çalıştığım Netflix gibi böylesine büyük ve güzel bir aile ile beraber çalışmak benim için çok önemliydi. Tabii bütün dünyaya mal olmuş ve tarihimizin en büyük olaylarından birini, Netflix gibi uluslararası bir platformda sadece ulusal sınırlar içinde kalarak değil, hikâyenin diliyle de uluslararası bir boyutta seyirciyle buluşacak şekilde tasarlanmış olması beni bu projeye çeken önemli etkenlerden biri oldu. Bütün bunların dışında Fatih Sultan Mehmet gibi tarihi bir figürü kendimce yorumlayabilme fırsatı beni kamçılayan en önemli şeydi. 

İngilizce bir Netflix Orijinal yapımında Fatih Sultan Mehmet’i canlandırmak büyük bir yük olsa gerek. Hatta belki de canlandırdığınız karakterle ortak noktanız, onun da omuzlarında babasının yenilgisi ve ordusunun şüpheleri gibi büyük yükler taşıması. Dizide bana en çok keyif veren şey, ders kitaplarına hapsolmuş büyük bir tarihi figür olan Fatih Sultan Mehmet’i, aslında 19 yaşında; sabırsızlıkları, hayal kırıklıkları ve hatta muziplikleriyle kanlı canlı bir insan olarak görmek oldu. Bu izlediğimiz Fatih Sultan Mehmet portresine nasıl hazırlandınız?  Örneğin, Emre Şahin direkt zihninde belirli bir imajla mı geldi yoksa yolculuk sırasında sizin de karaktere kattığınız şeyler oldu mu?

CÜ: Yansıtmaya çalıştığımız şey de tam olarak buydu aslında. Bizlerin, kişileri ulvileştirme, hatta neredeyse tanrılaştırma gibi bir eğilimi var. Bence bu eğilim tarihi daha iyi anlamamızı zorlaştırmakta. Biz insana dair olanı insandan ne kadar uzaklaştırırsak, ona dair anlayabileceğimiz şeyleri de o kadar azaltıyoruz. Benim bu işte kendime yüklediğim en büyük görev, yaptığım araştırmalar doğrultusunda ortaya çıkan Fatih Sultan Mehmet’i insana en yakın haliyle yansıtmaktı. Ne mutlu ki çok güzel ve kapsamlı bir senaryomuz vardı. Tabii yönetmenimiz Emre Şahin’in dürüstlüğü ve özgüveni de biz oyunculara yansıdı ve set ortamında da disiplinli, programlı ve özgür bir çalışma ortamının oluşmasını sağladı. Onunla beraber yaptığımız uzun sohbetler, bolca okumalar, tartışmaların ardından sete çıkarken yönetmenimiz Emre Şahin, rolümle beni baş başa bıraktı. Bana o kadar çok güvendi ve beni o kadar özgür bıraktı ki izleyeceğiniz Fatih Sultan Mehmet’in yaratımında herkesten çok etkisi oldu.

Fatih Sultan Mehmet gibi İngilizce, Farsça, Slavca, Yunanca vb. birçok dili bilen bir kişiden bahsediyoruz; tamamı İngilizce olan yapımın birkaç sahnesinde bu dillerde de replikleriniz var. Sahneyi paylaştığınız Türkiye’den bir oyuncuya ‘paşa’yla başlayan bir cümleyi İngilizce devam ettirmek sizi rolünüze yabancılaştırıyor muydu, kaç take alıyordunuz örneğin?

CÜ: Tabii ki sette bizim de eğlendiğimiz yerler oluyordu ama yabancılaştığımı ya da yabancılaştığımızı söyleyemeyeceğim. Çünkü burada önemli olan bir ifadeyi iletirken dil düzleminde kalmamak, onun alt metinlerini ortaya çıkartmak. Söylediğimiz kelimelerin yüzeyselliklerini bir kenara bırakıp, asıl söylemeye çalıştığımız şeyi yani yürekten gelenin sesini dinlemeye ve onu iletmeye çalışmak. O zaman ne “paşalar” ne “sultanlar” bizi yabancılaştırabilir.

Kostümleri, set dizaynı, müzikleri, kısacası yarattığı bambaşka atmosferle tarihi ya da fantastik yapımlar, seyircilerin gönlünde ayrı bir yere sahip oluyor genelde. Bir izleyici olarak sizin en çok keyif aldığınız tarihi ya da fantastik yapımlar neler? Zaten Fatih Sultan Mehmet’le çok yüksek bir açılış yaptınız ama, gönlünüzde canlandırmak istediğiniz başka bir tarihi figür var mı?

CÜ: Benim için en muhteşem yapım Samsara ve Baraka ardından, Schindler’s List, Amadeus, Into the Wild, Capote, Gladiator, The Elephant Man, Munich, Son of Saul ve daha pek çok film hem tarihsel arka planı hem de kurgusal gücü ile en sevdiğim ana akım filmlerinden. Aklımda tabii ki etkilendiğim, oynamayı istediğim pek çok tarihi figür var ama doğru bir senaryo olmadan şu şudur, demek mümkün değil.

Aslında tiyatro temelli bir oyuncusunuz, hatta 2017 yılında 21. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı” ödülüne layık görülmüştünüz. Ufukta sizi izleyebileceğimiz yeni oyunlar var mı? Netflix’te güzel bir momentum yakalamışken bir daha TV dizisi yapmayı düşünür müydünüz?

CÜ: Bu sezonun başında Evlat oyununa başladık, o devam ediyor. Onun dışında şimdilik görünürde herhangi bir dizi ya da sinema projesi yok.