!f İstanbul filmlerine dair kısa kısa yorumlar

18 Şubat’tan bu yana İstanbul’u bağımsız filmlerin coşkusuna boğan !f İstanbul, hazır 3-6 Mart arası Ankara ve İzmir’i ziyaret edecekken, biz de programın öne çıkanlarını sizler için derledik.

anomalisa

ANOMALISA
Being John Malkovich, Adaptation. ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind gibi senaryolarıyla akılları baştan aldıktan sonra yönetmenliğe soyunduğu ilk filmi Synecdoche, New York ile de kendine has bir hayran kitlesi edinen Charlie Kaufman’ın yazıp, animasyon yönetmeni Duke Johnson’la ortaklaşa yönettiği bu aşırı derecede kendine özgü stop-motion animasyon, seyircisini orta yaş bunalımındaki kahramanının renksiz dünyasına hapsedip yabancılaşmaya doyuruyor. Abluka gibi Altın Aslan için yarıştığı Venedik Film Festivali’nden Jüri Büyük Ödülü kazanan film, En İyi Animasyon kategorisinde Oscar, Altın Küre dahil, pek çok ödül ve adaylığın da sahibi oldu.

DEMOLITION
C.R.A.Z.Y. ve Café de Flore gibi mütevazı ve pek nefis filmlerinin ardından Dallas Buyers Club ile daha geniş kitlelere seslenen ve son olarak geçtiğimiz yıl Wild ile karşımıza çıkan Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallee’nin üst üste çektiği filmlerin sonuncusu olan Jake Gyllenhaal, Naomi Watts ve Chris Cooper’lı Demolition, eşini kaybeden bir genç adamın duygusal iniş çıkışlarını merkeze alıyor. Senaryoda, özellikle ikinci yarıda başlayan karmaşa nedeniyle hafif yoldan sapan film, Vallee’nin her zamanki olağanüstü kurgu marifetinden nasibini alıyor. Yönetmenin her zaman seyirci tarafından kucaklandığı Toronto Film Festivali’nde dahi, açılış filmi olmasına rağmen harika dönüşler almayan film, Oscar yarışını ıskalayıp Amerika’da nisan aylarında gösterime giriyor. Ancak başrolde Gyllenhaal’un epey başarılı bir performans sergilediğini söyleyebiliriz.

GREEN ROOM
Bir önceki filmi Blue Ruin ile dünya çapında çok sayıda izleyici sinemasına hayran bırakan Amerikan bağımsız sinemasının yeni gerilim ustalarından Jeremy Saulnier, yanlışlıkla bir cinayete tanık olan bir punk-rock grubuna bela dolu bir gece yaşatıp, kan banyosuna sokuyor. Seyir zevki epey yüksek olan ve teen slasher türüyle gore’u muazzam bir biçimde katmerleyen bu geceyarısı filmi, yıl boyu çok sayıda fantastik ve korku filmleri festivalinden de ödül ve övgülerle ayrıldı.

i-smile-back-movie-image-4

I SMILE BACK
Komedyen Sarah Silverman’ı çeşitli film ve dizilerde görmeye alışığız ve performansının da fena olmadığını biliyoruz. Ancak Silverman çapındaki bir komedyenden I Smile Back’teki kadar güçlü bir dram performansı görebilmek açıkçası oldukça şaşırtıcı. Banliyö hayatı içerisinde sıkışıp kalmış, bağımlı bir evhanımının çıkışsızlığını olağanüstü gerçek bir yerden oynayan ve neredeyse tek kişilik şov yapan Silverman, bu kendi halinde Amerikan bağımsızını yukarıya taşıyor.

KILL YOUR FRIENDS
İngiliz sinemasının şiddete meyilli ve epey dengesiz kahramanlara sahip, ahlaksız roman uyarlamalarından bir yenisi olan Kill Your Friends, Owen Harris’in yönettiği ve hem başrole kurulup hem de yapımcılığını üstlenen Nicolas Hoult’un performansına sırtını yaslayan eğlenceli bir seyirlik. Yer yer birkaç sezon önce izlediğimiz Filth’i andıran İngiliz bağımsızı, Owen Harris’in sonraki işlerine dair merak uyandırıyor.

KRISHA
Geçmişe ait yarım kalmış hesaplarını da alarak kocaman bir şükran yemeği organizasyonunun ortasına bomba gibi düşen, orta yaşlarının sonundaki alkolik ve epey problemli Krisha’nın kabus gününe odaklanan film, dram ve gerilim dozu aşama aşama artan, nefes kesici bir ilk film. Cannes Film Festivali’nde Eleştirmenler Haftası bölümünde görücüye çıkan ve izleyici ve eleştirmenlerden tam not alan bu gergin dram, yazar-yönetmen Trey Edward Schultz’ın sonraki işlerine dair de merak uyandırıyor.

LOVE
Olaylı filmlerin vazgeçilmez yönetmeni Gaspar Noe’den yeni bir provokasyon şeklinde özetlenebilecek film, üç boyutlu bir porno-drama… Uzunca bir oral seks planıyla açılan film, iki buçuk saatlik süresi boyunca üçlü bir aşk hikâyesini bol sevişme sahnesi ve epey sıkıcı duygusal sahnelerle geçirmesi nedeniyle bolca konuşulsa da filmin üç boyutlu olmasının tek nedeni olan, seyircinin üstüne doğru gelen meni planının dijital çiğliği de üzücüydü.

MUSTANG
Deniz Gamze Ergüven imzası taşıyan ve beş kız kardeşin taşradaki büyüme hikâyesine odaklanan bu ilk film, prömiyerini yaptığı Cannes’ın en konuşulan filmlerinden biri olmuş ve yıl boyu topladığı ödül ve övgüler onu Oscar’lara kadar getirmişti. Türkiyeli taraftan bakıldığında yer yer oryantalizme göz kırpan film, çok fazla tartışmanın konusu oldu. Yabancı eleştirmen ve sinemacıların favorilerinden olan film, hikayesini masalsı bir tonda ele alırken, mantık hataları, senaryo ve diyalog sorunlarıyla da dikkat çekici.

assassin-the-still-4

NIE YIN NIANG (THE ASSASSIN)
Hou Hsiao-hsien’in seyircisini bambaşka bir dünyaya davet eden ve kapılıp gidenlerin mest olduğu son filmi, bir wuxia harikası… Hsiao-hsien’in sıklıkla başvurduğu geniş planlarla, izleyicisine pastoral tablolar arasında gezintiye çıkartan görsel seçimleri ve muazzam kostümleri. Cannes’dan en iyi yönetmen ödülüyle ayrılan filmin yıl boyu uluslararası ödül ve övgüler, de pek boldu.

TANGERINE
Tamamı iPhone 5 ile çekilerek dünya sinema tarihinde bir ilke imza atılan bu kalıbına sığmayan film, en yakın arkadaşından, sevgilisinin kendisini bir kadınla aldattığını öğrenen trans bir bireyin çılgın hesaplaşma gününe odaklanan, eğlencesi ve seyir zevki bol bir film. En İyi Film dahil çok sayıda kategoride Independent Spirit adaylığı kazanan ve özellikle başrol oyuncularının pek eğlenceli performansıyla göz dolduran bu bağımsız hit, yılın ve festivalin en eğlencelilerindendi.

THE WOLFPACK
Geçtiğimiz yılki Sundance’ten bu yana dolaştığı onlarca film festivali ve yarattığı sükseyle yılın belgesel olayına dönüşen bu dev aile trajedisi, New York’un göbeğinde yaşamalarına rağmen sokak yüzü görmemiş yedi kardeşin kendi içlerine kapalı, sıra dışı dünyalarına odaklanan rahatsız edici bir seyirlik. Filmin kendisinin de önüne geçen hikayesi, Amerika’da geçtiğimiz yılın en çok konuşulan hikayelerinden birine dönüşürken, yıl boyunca çok sayıda festivalin de programında yer alan The Wolfpack’i muhakkak yakalayıp izlemek lazım.

KISA KISA

* Submarine ile yıldızı parlayan oyuncu Craig Roberts’ın yazıp yönetip, başrolünü Emile Hirsch’le paylaştığı ilk filmi JUST JIM, zararsız bir ergen dramedisi.

* Alışık olduğumuz disfonksiyonel aile taşlamalarının arasından, alternatif aile temsili üzerinden bir taşlamaya girişerek sıyrılan NASTY BABY, güçlü bir Amerikan bağımsızı.

* Bu yılın en şaşırtıcı ve en acayip filmlerinden biri olan Alman harikası DER BUNKER, pek çok festivalden ödülle dönen, keşfedilmeye değer bir ilk film.

* Wolf Children’ın yönetmeni Mamoru Hosoda’dan THE BOY AND THE BEAST, yılın en acayip ve izlemesi zevkli Japon animelerinden.

* Amerikan bağımsız sinemasının en üretken isimlerinden Alex Ross Perry imzalı QUEEN OF EARTH, başroldeki Elisabeth Moss’un doz doz çığrından çıkan performansıyla parlıyor.