Öteki dünyalılık ve yeni yerler yaratma dürtüsü: Fontaines D.C. ile istikamet Romance

Röportaj: Elif Öz - Fotoğraf: Theo Cottle

İngiltere ve İrlanda taraflarından esen yeni nesil post-punk rüzgârının imza gruplarından biri olan Fontaines D.C., son yıllarda müzik sahnesinin en büyük heyecanlarından biri aynı zamanda. 2022 tarihli Skinty Fia albümüyle dünya çapında bir sansasyona dönüşmelerinin ardından, 23 Ağustos’ta XL Recordings etiketiyle yayımlanan yeni albüm Romance’le rotayı bambaşka bir yöne çeviriyorlar. Baştan söyleyelim: Bu, bir albümden fazlası. Fontaines D.C. tarafından tasarlanmış kurgusal bir mekâna konuk oluyoruz.

İlk iki albüm Dogrel (2019) ve A Hero’s Death (2020) ile İrlandalı kimlikleri, devlet ve Katolik Kilisesi’yle dertleri, işçi sınıfın hayat gailesi, Dublin’deki günlük yaşantılarından yansımalar, aidiyet kavramı kurcaladıkları başlıklardan birkaçıydı. Kolektif olarak İrlanda edebiyatına ve şiire duydukları ilgiden olsa gerek; onlarca referans ve alaycı metaforları, solist Grian Chatten’ın karakteristik şarkı söyleşiyle harmanlayıp uzun zamandır benzerini duymadığımız zenginlikte işler yaratmışlardı. 

Bu ikiliyi takip eden Skinty Fia’da ise grubun Londra’ya yerleşmesiyle İrlanda’yla bağdaştırdıkları problemler havuzuna dışarıdan bakmaya başladılar. Belki de geride bırakmanın üznüyle aidiyet konusu çok daha kompleks bir hâl aldı. Grubun gün geçtikçe ünlenmesiyle sonik imkânlar da çoğalınca oyuna yepyeni elementler, daha maceracı ve  genişletilmiş bir sound ile sinirli, cevap arayan, biraz mizantrop, içinde büyüdüğü yerle uzaktan çatışan bir lensin arkasına geçtiler.

Şimdi hem lensi iyice açıp hem de bambaşka bir yöne çeviriyor Fontaines D.C. üyeleri. Yeşiller ve pembelerin parladığı görselleri, yepyeni saç modelleri ve neredeyse gelecekten gelen kurgusal karakterler gibi stilize edilen taptaze imajlarıyla bir anda karşımıza “Starburster” ile çıktıklarında hepimiz -en pozitif anlamıyla- şaşırdık. Skinty Fia’da çok seyrek de olsa ipuçları verilmişti ama Fontaines D.C.; ilk kez bu kadar açık bir şekilde trip hop, electronica, hip hop estetiklerine serbest dalış yapıyor. Evet, grubun diskografisi için bir tazeliğe işaret ediyor bu şarkı ama yeni kayıtta bizi bundan da daha fazlası bekliyor. Romance ile işi yeni bir yöne çekiyorlar demek yetersiz kalır; bambaşka bir Fontaines D.C. dinliyoruz. Alaycı tavır ve karamsarlık bir bakıma geride kalmış, gri bulutlar nefes almamız için dağılıyor. Belki bir yere değil de bir kişiye ait olma ihtimali ilk defa akllarını fazla kurcalıyor. Nitekim bu sefer yeni gerçekliklerde ve kurgusal yerlerde konumlanıyoruz. 

Grian Chatten’ın aklına giren “dünyanın sonunda âşık olma” meselesi kıyameti, aşkı ve umudu aynı anda içinde taşıyor ve koleksiyon boyunca bu konseptin etrafında döndüğümüzü hissediyoruz. Romance, Fontaines D.C. üyelerinin kendilerine yarattığı kurgusal bir alan ve içini de bu şarkılar dolduruyor. Fantezi ve gerçeklik arasında meçhul bir yerde yanımızdaki insanın varlığı devam etmemiz için tek sebep. 

Bant Mag. Haziran 2024 sayısı için grubun gitaristi Conor Curley’e, Londra’daki stüdyosuna bağlandık. Fontaines D.C.’nin yeni dünya kurgusunu, bu dünyaya nelerin ilham verdiğini, çeşitlenen ses paletlerini, Romance’in umut kavramını nasıl işlediğini konuştuk; biraz da içinden Trish Keenan geçen hayaller kurduk.


“Albümün adı Romance; dolayısıyla amfilerle dolu bir kanepede oturup sigara içmek gibi sıradan şeyler kaydın havası için kesinlikle çok önemliydi bana kalırsa.” 

Geçtiğimiz günlerde gündem olan bir haberle başlamak istiyorum. Carlos ve Grian’ın sosyal medya platformlarındaki Track Star programına katıldıklarını ve kazandıkları tüm parayı Filistin için Sınır Tanımayan Doktorlar’a bağışladıklarını gördüm. Bunun Filistin’e verdiğiniz ilk destek olmadığını biliyorum, bu konuda sessiz kalmamanızın anlamı büyük. 

Teşekkürler, bence bir grubun yapabileceği en küçük şey bu. Tabii ki para bağışlamak harika bir şey ama seslerimizi yükseltmek bile çok küçük bir şey olmasına rağmen çok önemli, o yüzden evet, teşekkürler. 

Romance’in kayıt sürecinde Paris yakınlarındaki bir malikanede zaman geçirdiğinizi ve stüdyodaki ekipmanların arasında uyuduğunuzu okumuştum. Biraz bize bu deneyimi anlatır mısın? Yaptığınız, ürettiğiniz şeye fiziksel olarak da bu kadar iç içe olmanın albüme nasıl bir etkisi olduğunu düşünüyorsun?

Bence Paris’teki La Frette muhtemelen en iyi stüdyolardan biri. Tam olarak bu dediğin nedenlerden dolayı da albüm kaydı için bulunduğum en iyi yer kesinlikle. Tüm ev stüdyonun yaşayan bir organizması gibi; siz de oradaki her şeyle iç içesiniz. Bir de tabii orada önceden kaydedilmiş onlarca harika albüm var. Nick Cave’in Skeleton Treesi orada kaydedildi mesela. Nick Cave’in de bir zamanlar orada olduğu ve kayıt yaptığı, yani orada bizimle aynı şeyleri deneyimlediği fikri inanılmaz derecede ilham verici oluyor. Albümün adı Romance; dolayısıyla amfilerle dolu bir kanepede oturup sigara içmek gibi sıradan şeyler kaydın havası için kesinlikle çok önemliydi bana kalırsa. 

Sizi albüm için havaya sokmuş gibi anlaşılıyor. Bu anlamda yazım ve kayıt sürecinden biraz bahsedebilir misin? Fontaines D.C. için şarkı yazma sürecinin neye benzediğini merak ediyorum. Bu süreç kariyeriniz boyunca aynı mı kaldı yoksa sürece yaklaşmak için yeni yollar geliştirdiniz mi?

Her ikisi de biraz geçerli. Genel süreçte henüz albümün temeli şekillenmeden önce herkes bireysel fikirleriyle geliyor. Hepimizin sunabileceği bir şeyler oluyor; bunlar tamamlanmamış demolar, telefon kayıtları veya melodiler hakkında ufak tefek fikirler olabilir. Sürece başlarken önümüze bir tahta alıyoruz ve tüm fikirleri yazıyoruz, genellikle 30-35 fikir etrafında başlıyor ve sırasıyla onları inceliyoruz ve üzerlerinde çalışıyoruz. Şu âna kadar bütün albümler için bu süreci gerçekleştirdik -belki ilk albüm hariç çünkü onun yazımı ve kayıtları sırasında grup daha yeni yeni başlıyordu zaten. Ama son iki kayıt için (A Hero’s Death ve Skinty Fia) izlediğimiz yol buydu. Romance için bütün bu hazırlık sürecini de bir prova alanı yerine stüdyoda yaptık; dolayısıyla genel düzenlemeler yerine her spesifik bölümün ses tasarımına odaklanabildik. Eskiden olan “gitar tonunu şimdi boşver stüdyoda düşünürüz” gibi bir süreçten ziyade her şey çok daha aktif katılımlıydı; stüdyonun kendisini de ekstra bir araç gibi kullanabildiğimiz için her sonik detayı yazım sürecinde üretiyorduk. Evet, yine bütün fikirlerin üzerinden geçtik; kimisi kolay, kimisi daha zorlu oluyor tabii. Bazıları hazır ve çoktan tamamlanmış gibiydi, güzel bir süreçti. Bence rahat ettiğiniz, tutarlı şeylerin bir karışımına ulaşmak ve sonra hepsini birbirine katarak yeni bir şeyler eklemek iyi oluyor. 


“Turne otobüsünde Cowboy Bebop izlemeyi seviyordum çünkü onların bir uzay gemisiyle farklı yerlere seyahat etmesi, turnedeki hâlimizi düşündürüyordu; bence ikisi birbirine epey benziyor. Bu ‘öteki dünyalılık’ duygusu ya da yeni yerler yaratma dürtüsü albümün temelinde var.”

Sürecin tamamında stüdyoda, ekipmanla iç içe olmanın elbet deneysellik anlamında daha çok imkân yaratmıştir. Mesela albümün çıkış teklisi “Starburster”, şimdiye kadar yayımladığınız işlerden kesinlikle ayrışıyor. Albümü iki kez dinledim, özellikle yaylı aranjmanları çok dikkat çekici, “Horseness is the Whatness” çok etkileyici. Romance’in geri kalanının sonik evreni hakkında ne gibi ipuçları vermek istersin?

Doğru, albümde çok fazla yaylı var. Gruptan iki kişi mellotron aldı ve birdenbire gerçekten çok güzel olan yaylı sesleri çıkarmak için oldukça yetkin bir yolumuz oldu. Bu sebeple yeni albümde diğerlerinden daha fazla yaylı var. Bence yaylı sound’u Romance başlığıyla beraber düşünülünce çok bütünlüklü oluyor; daha sert bir şarkı olsa da yaylılar girince her zaman aklınıza 1950’lerin klasik aşk şarkılarını getiriyor. Dolayısıyla albümün atmosferini yaratmakta çok önemli bir unsurdu. 

Belki “Sundowner” hakkında da kısaca konuşabiliriz, yanılmıyorsam vokallerde seni duyuyoruz. Kendi sesini duymak hoşuna gidiyor mu?

Bilmiyorum, şarkıyı söylemekten mutlu olup olmadığım konusunda henüz nihai karar verilmedi! Bir süredir üzerinde çalıştığım bir şarkı, birkaç yıl önce bir arkadaşım hakkında yazmıştım. Şarkıyı biraz soğuk hayal ettim ve içinde bir hüzün olduğunu hissettim. Şarkı söyleme konusu benim için kesinlikle yeni, özellikle de grubu neslimizin en iyi solistlerinden biri olduğunu düşündüğüm biriyle paylaştığım için onunla aynı albümde bir şarkı söylemek benim adıma da hayret verici. Canlı performanslar için şarkı söyleme becerilerimi geliştirmem gerekecek, bakalım nasıl olacak.

Romance‘in sonik yönünü şekillendirirken, spesifik albümler veya herhangi bir zaman dilimi gibi belirli referanslarınız var mıydı?

Bu albüm için çok daha modern şeyler dinledik, Shygirl ve Eartheater gibi şu anda etrafta olan çağdaş pop gruplarını mesela. Onların şarkılarındaki prodüksiyon kulaklarımızı şenlendiriyordu, çünkü çok farklıydı. Bu müzisyenlerin işlerindeki yaratıcılık ve seslerin kullanımı harika ve çok ilham verici. Gitar açısından bakacak olursak, çok fazla Deftones dinliyordum. Bence Steph Carpenter aynı anda en iyi shoegaze ve en iyi metal gitaristlerinden biri; bu ikisi arasındaki çizgiyi tutturma şekli kesinlikle harika. Arctic Monkeys ile çıktığımız son turnede grupça çok fazla The Replacements dinliyorduk ve sanırım “Favourite” gibi şarkılarda bu tür bir etki açıkça görülüyor. Temelde bunlardan ilham aldık, geniş bir karışımdı. Ayrıca çok fazla hip hop dinledik; ben kişisel olarak Massive Attack’le çok fazla vakit geçiriyordum.. Sanırım “Sundowner” aslında başta çok daha trip hop sularındaydı ama gitarları eklenince başka bir hâl aldı. Trip hop ideolojisi çok ilginç bir şey. Aslında pek çok müzisyenin yapmaya çalıştığı şey, kendini pek çok türün arasında bir yere oturtmak ve şarkı yazarken her birinden beslenmek.

İlham havuzunuzun çeşitliliği aşikâr ve Romance, son üç albümle karşılaştırdığımda tam anlamıyla yeni bir gezegen gibi hissettiriyor. Sonik anlamda çok daha fazla deneysellik var ama bu, albümdeki temalar için de geçerli bence. Alaycılık ve kasvet biraz kaybolmuş gibi sanki. Deegan albümle ilgili bir açıklamada grubun her zaman idealizm ve romantizm duygusuna sahip olduğunu ancak her albümde bunu İrlanda merceğinden gözlemlemekten biraz daha uzaklaştığınızı söylemiş. Bu albümdeki diğer mercekler ya da perspektifler sence neler?

Sanırım izlediğimiz bazı filmlerdeki temalardan gerçekten ilham aldık; pek çok anime ve özellikle de Cowboy Bebop’tan. Turne otobüsünde Cowboy Bebop izlemeyi seviyordum çünkü onların bir uzay gemisiyle farklı yerlere seyahat etmesi, turnedeki hâlimizi düşündürüyordu; bence ikisi birbirine epey benziyor. Bu “öteki dünyalılık” duygusu ya da yeni yerler yaratma dürtüsü albümün temelinde var. Albümdeki tüm şarkıların içinde var olmasını tasarladığımız kurgusal “Romance” mekânını yaratmak, albümü inanılmaz derecede uyumlu ve bütünlüklü hâle getirdi. Bu tarz bir yaklaşım geliştirmek, her albüm yazmak istediğimizde yeni bir şehre taşınmaktan daha temiz bir ilham kaynağını mümkün kıldı. 

Açılış şarkısı “Romance” çok sinematik ve şarkının kendisi de büyük, neredeyse tüm albümün tek şarkılık özeti gibi. Kıyamet gibi başlıyor ama her zaman umut var, özellikle de sonlarına doğru. Skinty Fia ile ilgili bir röportajda Grian, ilk iki albümün kendisi için umutlu bir şekilde sona erdiğini, Skinty Fia‘nın ise mutluluk ve umut hissine albümün yarısında ulaştığını ancak daha kasvetli bir ruh hâlinde bittiğini söylemişti. Romance sence umudu nasıl ele alıyor?

Albüm genel olarak umutla ilgili pek çok tema içeriyor. Bence “Horseness is the Whatness” bu konuda çok şey diyor. Sözlerinde anlattığı romantik ilişkilerin doğasında olan hüznü düşünürsek, “In the Modern World” de bence bir şekilde umutla ilgili. Açıkçası ilk iki albümün nasıl bittiği hakkında düşünmemiştim, ama bu sefer “Favourite” ile bitirmek de Grian’ın söylediklerine benziyor; albümü daha umutlu bir noktada kapatmak gibi. Diğer şarkılarla beraber bakıldığında “Favourite” neredeyse albümün geri kalanından ayrıksı bir tonda gibi duyuluyor; farklı yerleri keşfettiğimiz bu albümü bitirmenin tek yolu buydu bence. Umutlu bir yerde ama aynı zamanda da ama bir sonraki şeyin yönüne de işaret ediyor. Tabii bir sonraki şey nasıl olacak bilmiyorum ama! Ben albümün sonunda bu şarkıyı dinlediğimde böyle hissediyorum. Bir bakıma geri dönüp bakmamanızı sağlıyor; sizi albümü dinlemekten uzaklaştırıp başka bir şeye yönlendiriyor.


“Skinty Fia’dan sonra işler kesinlikle biraz çığırından çıktı. Şimdi bulunduğumuz bu yeni rafa iyice yerleştiğimizi düşünüyorum.”

Romance’in genel olarak sizin için alışılmadık olan mutlu bir sound’a sahip olduğunu düşünüyorum. Grubun imajı hâliyle her albümle biraz değişiyor ama bu seferki değişimle tüm cephelerde yeni bir dönem başlamış gibi. Kıyafetlerden albüm kapağına, grubun görselliğine ne kadar dâhil oluyorsunuz? Aranızda özellikle grubun görünüşüyle ilgilenen var mı?

Carlos her zaman imgelere ve bunun gibi şeylere çok meraklı olmuştur; görsel sanatlara dayanan bir geçmişi var. Kıyafetlerse bence biraz daha kolektif bir çaba gibiydi. Kendimizi yeniden tanıtmaya çalışıyoruz. Dediğin gibi müzik bize farklı bir gezegendeymişiz gibi hissettiriyordu, bu yüzden sanırım bunu kendimizi nasıl sunduğumuza da yansıtmak istedik. Sanki farklı bir gezegendeki aynı grupmuşuz ve onlar da böyle giyiniyormuş gibi yaklaştık. Dünyadaki bir grubun giyebileceği, alışılmış takım elbise veya kot pantolon – grup tişörtü görüntüsünün yeni gezegendeki hâli bu olurmuş gibi. Dördüncü albümle görsel olarak işleri biraz daha zorlamak, sahnede gerçek insanlar ya da tam olarak kendimiz olmak yerine daha çok karaktere dayalı bir görsellik yaratmak çok eğlenceliydi. 

Beşiniz de aynı müzik okulundaydınız ve yollarınızı şiire duyduğunuz ilgi kesiştirdi. Uzun zamandır beraber bir yolculuktasınız. Peki Fontaines D.C. seni bir sanatçı ya da bir insan olarak nasıl dönüştürdü? 

Fontaines D.C. kesinlikle şu anda olduğum insanın inanılmaz şekilde ayrılmaz bir parçası.  Grubu 19 yaşındayken kurduk. Sanırım ondan sonraki üç yıl; şu anda neye ilgi duyduğum, nasıl giyindiğim, okumayı tercih ettiğim şelyer açısından ergenlik yıllarımdan daha biçimlendiriciydi. Bu yüzden bugün olduğum kişinin ve bana ilham veren şeylerin neredeyse zeminini oluşturuyor. Beni kesinlike bir insan olarak şekillendirdi. 

İlk iki albüm geniş kitlelere ulaşmış; size bazı adaylıklar ve ödüller kazandırmış olsa da özellikle Skinty Fia‘dan sonra bir anlamda patladığınızı hissediyorum. Albümden sonra herkes sizin hakkınızda konuşuyordu. Sen bu dönemi nasıl okuyorsun? Ya da dönüm noktası olarak hissettiğin başka bir an var mı?

Garip bir yolculuk geçirdik, özellikle ikinci albümümüzün Covid’e denk gelmesi açısından. A Hero’s Death’i yayımladık, hatta bu albüm bir Grammy ödülüne aday gösterildi. Sonra konserler tam anlamıyla yeniden başlayabildiğinde biz üçüncü albümümüzü yayımlıyorduk. İnsanlar tekrar canlı müzik dinlemek için hevesli olduğundan yeni gelen albümle ilgili heyecan çok büyüktü. Sanki her şey bu albümün etrafında büyük bir hype olması için hizalanmıştı ve biz de bir buçuk yıl gibi uzun bir süre boyunca turneye çıkmaya hazır bekledik. Skinty Fia’dan sonra işler kesinlikle biraz çığırından çıktı. Şimdi bulunduğumuz bu yeni rafa iyice yerleştiğimizi düşünüyorum. Bence Arctic Monkeys ile turneye çıkmak; bizden daha da ileride olan bir grubu, profesyonelliklerini, arkadaşlıklarını ve kendilerini nasıl idare ettiklerini görmek de çok ilham vericiydi. Hâlâ öğrenecek çok şeyimiz ve yapacak çok işimiz olduğunu hissettirdi.

Onları her gece sahnede görmek nasıldı sahiden? Daha önce arkadaş mıydınız veya tanışıyor muydunuz?

Alex ve Jamie ile tanışmıştık sanırım ya da Matt ve Jamie de olabilir. Yıllar boyunca sadece ayak üstü konuşmuştuk ama turnede onları daha yakından tanımış olduk. Dürüst olmak gerekirse ayakları yere basan ve özünde hâlâ Sheffield’lı olan bir grup. Bunu gözlemlemenin ve deneyimlemenin rahatlatıcı bir etkisi oldu. Onlar gibi itibarlı insanlar, uzaylı ünlüler gibi olmak zorunda değil. Sadece kendi işlerini yapan müzisyenler ve hâlâ her şeyden çok fazla keyif alabiliyorlar. Bunu giyim tarzlarında, rock yıldızları imajlarında bile okuyabilirsiniz. Nihayetinde kendi kendinize “Evet, birileri bunu yapmalı ve bunu yapanın kafası çalışan, mantığı yerinde sizler olduğunuz için minnettarım.” diyorsunuz.

Geçen yılki Amoeba röportajında Broadcast’in tüm zamanlardaki favori gruplarından biri olduğunu söylemiştin. Hayal kurma zamanı: Trish Keenan’ın rüya gibi sesinden hangi Fontaines D.C. şarkısını duymak isterdin? 

Aslında çok fazla var… İkinci albümden “Oh Such A Spring” bence onun sesi için inanılmaz olurdu. Ayrıca sadece kendi adıma “Sundowner” şarkısını da söylemesini çok isterim çünkü bu şarkıda onların müziğinden epey ilham var. Bence harika olurdu. 

Çok iyi seçimler! Tom (Coll) ile bazen partilerde DJ’lik yaptığınızı okudum. Her zaman mutlaka çaldığın bir plak veya şarkı var mı? 

Aslında birkaç tane var ama şu sıralar genellikle setin ilerleyen kısımlarında biraz daha elektronik şeylere geçtiğimizde Moderat’ın “A New Error” şarkısını çalıyorum. 

Sanırım vaktimizin sonuna geldik, seninle konuşmak çok keyifliydi, çok teşekkür ederim!

Teşekkürler, benim için de öyleydi, yakında görüşmek üzere!