Frida Kahlo’nun iç dünyasında hafif gerçeküstü bir gezinti

Yazı: Utkan Çınar

Sundance Film Festivali’nin Belgesel kategorisinde Jonathan Oppenheim Kurgu Ödülü’ne uzanan Frida, görsel açıdan baş döndürücü bir yapım. Frida Kahlo’nun yaşadıklarını kendi ağzından aktarırken, sanatına eşsiz ve çarpıcı bir yorumla hayat veren belgesel 14 Mart’ta Prime Video’da erişime açıldı.

Ne hakkında?

Meksikalı ressam ve ikon Frida Kahlo’nun özel yaşamı. 

Zaman dilimi ve mekân

Kahlo’nun 1907’deki doğumundan 1954’teki vefatına kadarki dönemini izliyoruz. Memleketi Mexico City’nin yanı sıra New York, Detroit ve Paris de fon oluşturuyor hikâyemize. 

İlk intiba?

Frida Kahlo 20. yüzyılın en büyük ikonlarından, en tanınan yüzlerinden biri. Onun portreleri bir Che Guevara, bir Marilyn Monroe gibi küresel ve toplumsal hafızaya kazınmıştır. Hakkında da sayısız kitap yazıldı, belgeseller, filmler yapıldı. “Bu iş, söylenmemiş ne söyleyecek?” sorusu ilk akla gelen tabii. Bu tarz; yani sanatçının “kendi sözleriyle” kurgulanan, röportajsız belgeselleri her zaman sevmişimdir. Günlükleri, karalamaları devreye girince, akademik veya lineer bir biyografik bir yaklaşımdan çok Kahlo’nun iç dünyasında hafif gerçeküstü bir gezintiye çıkıyoruz.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Kariyerini montaj masasında geçiren Carla Gutierrez’in ilk yönetmenlik denemesi olduğunu belirtelim. Zaten belgeselin kusursuz ritmini tadıp, animasyonların geçişleri ve diğer görüntülerin anlatımla birleşmelerini izleyince, bu konudaki yeteneğine şahit oluyorsunuz. 

Belgesel nasıl yöntemler / malzemeler kullanıyor? 

Yapımın en güçlü yanı burası. Her ne kadar Kahlo’nun yapıtlarına müdahale yaptığı yönünde eleştiri almış olsa da yönetmen Carla Gutierrez’in, sanatçının resimlerinden meydana getirdiği kısa animasyonlar belgeselin nefes almasını sağlıyor. Ayrıca çok sayıda güzel fotoğraf ve video da var. Özellikle videolar da belli ki elden geçmiş. Daha önceki belgesellerinden de bildiğimiz görüntüler çok daha iyi görünüyor burada.

En çok neyi sevdin?

Öncelikle Frida’nın sözlerini seslendiren Fernanda Echevarría del Rivero’ya bir alkış. Çok iyi iş çıkarmış. Kahlo’nun yaşadığı duygusal fırtınaları tutkulu ama abartısız şekilde aktarıyor. Ayrıca zaten bilinen bir şey olsa da Kahlo’nun çok küçük yaşlarından beri sahip olduğu fotojeniklik ve karizma hakikaten çok rastlayabileceğimiz bir şey değil. Bunun bombardımanı insanı hipnotize ediyor âdeta. Kahlo’nun zenginlere, elitlere olan nefretini gayet basit hakaretlerle anlatması da çok eğlenceliydi.   

En az neyi sevdin?

Geçen aylarda izlediğimiz June Carter Cash belgeselindeki gibi burada da asıl konumuz “hayatındaki erkek”, sanki biraz fazla rol çalmış gibi. Özellikle belgeselin ilk yarısında Kahlo kadar; iki kere evlendiği, kendisi de müthiş bir yetenek olan Diego Rivera’nın da hayatını izliyoruz. Bir de müzikler kendi başlarına fena olmasalar da bu kadar güçlü görselleri izlerken dikkat dağıtma sorunu yaratabiliyor birkaç yerde. 

Modunu nasıl etkiledi?

Frida’nın yaşam sürecinin üzerinden çok zaman geçmesine rağmen günümüzde de gayet geçerli dertlerine ortak olmak güzel. Böyle bir “özgür ruh” ikona her zaman ihtiyacımız var. Böyle insanları tanımak her zaman ilham verir insana. Ayrıca geçirdiği talihsiz kaza sonrası yaşam boyu bedeniyle yaşadığı sorunlarla yüzleşme şekli de benzer sıkıntılar yaşamış veya yaşayanlar için dikkat çekici.

Bunu seven şunları da sever 

Hayatıyla ilgili birçok belgesel olsa da geçen yıl PBS tarafından yayımlanan Becoming Frida Kahlo’yu söylesek yeter herhalde. Bu tarz animasyonlu belgesel işleri sevenlere 2018 tarihli, Luis Buñuel’in Las Hurdes isimli filminin çekim sürecini konu alan, pek keyifli Buñuel in the Labyrinth of the Turtlesı önerelim. Sanatçının kendi sözleriyle kotarılan işlere iyi bir örnek de 2015’ten, Marlon Brando’yu konu edinen Listen to Me Marlon olmalı. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar

Frida’nın 1960’ları yaşamamasına rağmen cinsel özgürleşme konusunda ne kadar ilerici bir karakter olduğunu da görüyoruz. Hatta belgesel, sanatından çok bu konuya eğiliyor. Cinsellik ve aşk konusundaki soru işaretleri, “açık ilişki”yle ilgili yorumları, eşcinsel ilişkilerini de sayarsak; sanatının yanı sıra kadının kendi cinsel özgürlüğü üzerindeki düşüncelerinin ta 1930’larda, 100 sene önce günümüzden daha ilerici olması muazzam bir şey. Ayrıca sürrealizme olan ideolojik gıcıklığı da güzel bir tartışma konusu.