"Her katmanıyla farklı bir deneyim": Battles

24-25 Eylül akşamları Salon İKSV’nin yeni sezonunu açacak olan Battles, son albümü La Di Da Di’nin ardından çıktığı uzun soluklu turnenin Avrupa’daki son durağı olarak İstanbul’da olacak. Grubun davulcusu John Stanier’la Battles’ın müzikal yaklaşımı ve turne hakkında konuştuk.

“Turnenin son konserini izleyeceğiniz için çok şanslısınız.”

Röp: Cem Kayıran – İllüstrasyon: Sadi Güran

Yeni bir turneye başlamak üzeresiniz ve sanırım bir süredir Berlin’desiniz.

Evet, artık New York’tan çok burada yaşıyorum. Ama tam olarak bir haftadır buradayım.

Turnede yalnızca bir günlük bir boşluğunuz var. Böyle bir turne için kendinizi nasıl hazırlıyorsunuz?

Açıkçası kendimi çok fazla hazırlamam gerekmiyor. Bu turne iki hafta içinde on iki konserlik bir turne. Her gün uçtuğun ve zig-zaglar yaptığın turnelerden. Helsinki’de çalacağız ve ardından İspanya’da Sevilla ve Madrid’de konserlerimiz var. Sonrasında Hollanda, İtalya ve Norveç var. Bu hiç uyuyamayacaksın ve her gün sabah 7’de havaalanında olacaksın demek oluyor. Ama bu turnelerle ilgili en iyi şey bir anlamda çılgın ve kısa olmaları. Tam “Ah, bu çok fazla!” dediğin anda turne bitiveriyor. Yani bu mükemmel.

Sizi La Di Da Di’yi yayınlaman hemen önce ve albüm yayınlandıktan bir süre sonra izleme şansım oldu. Böyle turnelerin sizi grup olarak daha sıkı bir hale getirdiğini düşünüyor musun?

Turne takvimimizin son aşamalarındayız. Bu turneden sonra bir de Güney Amerika’ya gideceğiz ve bu kadar. Bir yıldır turnedeyiz. Her albümde yaptığımız şeyler tamamen değişiyor. La Di Da Di de farklı bir şekilde tamamlandı. Artık hepimiz New York’ta yaşamıyoruz, Ian’ın bir çocuğu var, ben Berlin’deyim… Temelde turneye başlamadan önce provalar yapıyoruz. Ve ilk iki turnenin ardından her şeyi kavramış oluyoruz. Bu anlamda kesinlikle haklısın. Bu yüzden son turneleri seviyorum. Siz de epey şanslısınız çünkü İstanbul’daki konserlerimiz turnenin son konserleri olacak.

İki gece üst üste çalacaksınız. Birbirinden farklı iki konser mi beklemeliyiz? 

Belki. Haha!

Dört yıl önceki ilk İstanbul ziyaretinizden aklına ilk gelen şey nedir?

Sanırım en azından bir tam günümüz boştu. Dürüst olmak gerekirse çok heyecanlıydım. Şimdi Berlin’de yaşıyorum ve burada binlerce Türk var. Ama New York’tan geldiğim zaman, Türkiye hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ve New York’ta, Berlin’de olduğu gibi bir “Küçük Türkiye” yok. Bu yüzden harikaydı.

La Di Da Di yayınlanalı tam bir yıl oldu. Albümle ilgili şu an nasıl hissediyorsun? 

Gerçekten iyi hissediyorum. Albüm yayınlanmadan önce birçok video ve bir sürü şey yaptık. Aslında bir buçuk yıl, hatta iki yıldan fazla olduğunu söyleyebiliriz bizim için. Çok uzun süren bir hazırlık aşaması oldu. Turne yapıyorsun ve dünyanın her yerindeki arkadaşlarını görüyorsun ve bu gerçekten eğlenceli. Turneler biterken her zaman biraz depresif olurum. Çünkü biliyorsun, bitiyor. Sonrasında sadece oturup bir sonraki albümü beklemen gerekiyor. Ve bu bir sonraki albümün ne zaman olacağını da hiç bilmiyorum. Ama sonuç olarak, yapmak istediğimizi başardığımızı düşünüyorum. Ama yeni bir şeyler yapmak için de biraz kaşınıyorum.

Yani bir sonraki albüm için dört yıl beklemeyeceğimizi mi söylüyorsun? 

Hiçbir fikrim yok! Umarım olmaz. Gloss Drop için bir yıldan fazla süre turne yaptık. Sonrasında herkes, anlaşılabilecek bir şekilde biraz ara vermek istedi. Ben bir de çaldığım diğer grupla bir turne yaptım. O da bir yıl sürdü. Sonrasında şarkı yazmaya ufak ufak başladık. La Di Da Di’yi bitirip Warp’a teslim ettiğimizde bize “Son teslim tarihini kısa bir süreyle kaçırdınız” dediler. Sonrasında dokuz ya da on ay daha beklememiz gerekti. Bu da neredeyse bir yıl daha ekliyor.

Warp, en sevdiğim plak şirketlerinden biri. Yakın zamanda da ilk albümlerinizi yeniden bastılar. Onlarla çalışmak nasıl?

Bence onlar harikalar. Her zaman o plak şirketinin bir parçası olmaktan keyif aldım. Tarihleri de gerçekten çok etkileyici.

Üçünüz ilk kez bir stüdyoda bir araya gelip çalmaya başladığınızda nasıl bir şeyler çıkmıştı ortaya? Hatırlıyor musun?

Çok uzun zaman önceydi. Sanırım 14 yıl oluyor. Bir hayli ilginçti ama kesinlikle ilk başta “bu harika bir şey” diyeceğin türden bir şey değildi. Ne yapıyor olduğumuzu anlamamız biraz zaman aldı. Aslında ne yapıyor olduğumuzu anlamamız bir yıl boyunca sürekli olarak çalmakla mümkün oldu.

Bir röportajınızda Battles’ı bir “power trio” olarak gördüğünü dile getirmiştin. Bu anlamda, grubun müzikal yaklaşımını nasıl tanımlarsın? 

Yine her albümümüzün her katmanıyla farklı deneyimler olduğunu söyleyeyim. İlk albümde dört kişiydik ve hepimiz New York’taydık. Daha çok doğaçlama çalıyorduk. Her gece stüdyodaydık. Gloss Drop’taysa bu tamamen farklıydı. Bir anlamda her şeye en baştan stüdyodaydık ve bu zamanın yarısında bir arada çalıyor yarısında da kendi başımıza çalıyorduk. Son albümse çoğunlukla hepimizin tek başına çaldığı bir şekilde ortaya çıktı. Her albümün tamamen farklı yaklaşımları var. Bunların parçalarda duyulabildiğini düşünüyorum. Bu yüzden bir sonraki albümde de ne olacağına dair en ufak fikrim bile yok.

Ayrıca loop’ların da Battles müziğinin omurgası olduğunu söylüyorsun. Tekrarlar şarkı yazımı anlamında sizin için ne ifade ediyor? 

Loop’lar her zaman bu grubun omurgasıydı. Bugüne kadar öyleydi ve bundan sonra da öyle olacak. Loop’larla yaptığımız şey, onları söylemeye çalıştığımız şeyi uygun bir bağlama yerleştirebilmek için kullanıyoruz.

la-di-da-di
la-di-da-di2

La Di Da Di için yaptığınız görselleri çok seviyorum. Belki burada da bir benzerini Türk yemekleriyle yaparsınız. 

Hahaha. Evet, kesinlikle! Bunu bir kez yapmıştık sanıyorum. Galiba Berlin’deyken. Bir röportaj yapmıştık ve sonrasında bize yemek getirmişlerdi. Sanırım Türk yemeğiydi ama emin değilim. Evet, Türk yemekleriyle bir tane yapmak çok ilginç olurdu!

Ayrıca bir Ajax taraftarı olduğunu ve futbolla ilgili olduğunu da biliyorum.

Evet, aslında İstanbul’da olduğumuz ilk gece Galatasaray-Fenerbahçe maçı olduğunu gördüm. Bunun dünyadaki en büyük rekabetlerden biri olduğunu biliyorum. Ama gidebileceğimden emin değilim, çalmamız gerekiyor.