Şehirle konuşmak: How To with John Wilson

Yazı - İllüstrasyon: Sezen Sayınalp

Veronica O’Keane, Eskici Dükkânı’nda1 geçmiş ve şimdiki zaman kavramını tartışır. Zamanı yalnızca geçmişle ilişki kurabilen ve hatıralarda varlık gösteren bir kavram olarak ele aldığımız bir senaryoda şimdiki zaman kavramına şöyle yaklaşır: 

“Şimdiki zaman, ‘gerçek’ zaman mıdır? İster fizikte ister nörobilimde olsun, bilimi anlama konusunda zaman kavramı genel olarak fayda sağlamaz. ‘Şimdi’yi bir zaman kavramı olmaktan çıkarıp bilinç kavramı olarak ele almak kavramsal açıdan daha tutarlıdır. Olayların kaydedilme perspektifinden bakınca, şimdiki zaman bilinçtir. İronik görünse de şahsen zamanın mevcut olmadığı tek yerin bilinç anı olduğunu düşünüyorum. Geçmiş ve gelecek, bizim ‘zaman’ olarak algıladığımız şeye daha yakındır ama şimdiki zaman bilince aittir.” 

How To with John Wilson’ın şehri kaydedişine bir izleyici olarak tanık olurken O’Keane’in bu cümlelerini düşünmeye başladım. Şimdiki zamanda ve bu pasajda dikkat çekilen hâliyle bilinç düzleminde kayda alınan görüntüler, bir taraftan da geçmiş zamana ait hatıralarda yani en başta zamanı tanımlarken referans alınan “geçmiş”te mi duruyordu? Bunu cevaplayabilir miyiz, bilmiyorum ama henüz izlemeyenler için üçüncü ve final sezonu 28 Temmuz’da yayına başlayan bu belgesel seriden ve John Wilson’dan bahsedeyim ki bu soruya vereceğimiz cevaplara dair bir harita oluşturalım. 

John Wilson bir belgesel yönetmeni. Sadece belgesel yönetmeni diye sınırlamayabiliriz çünkü Jingle Berry adında bir uzun metraj filmi de var; ama Wilson bu filmi anmamızı ister mi bilemiyorum. Çünkü How To with John Wilson’ın “How to Throw Out Your Batteries” bölümünde kendisinin bu filmle yollarını ayırdığına şahit olmuştuk. Hâliyle filmin anılarıyla da yollarını ayırmıştı. Tekrar belgesel kariyerine dönelim. 

Wilson’ın kariyeri o daha lise yıllarındayken kamerasıyla gündelik yaşamı, zamanı, insanları, imajları kaydetmesiyle biçimleniyor. Baktığı yerde beliren anlamları o görüntüler eşliğinde zihnine de işliyor diyebiliriz bir yandan. Zamanın tanığı olmak onu 2015 yılında David Byrne turnesine getiriyor. Byrne’ün konserinin sahne arkası belgeseli için Wilson’a teklif geliyor ve “Hey, New York!” selamlayışıyla -bu selamlamaya How To with John Wilson bölümlerinden aşinayız- Temporary Color belgeseli açılıyor. Bu sahne arkası belgeselin ardından Sundance Film Festivali hakkındaki Escape From Park City adlı belgeselle beraber Nathan Fielder’in dikkatini çeken Wilson, HBO’da yayımlanacak serisinin yolculuğunu da başlatmış oluyor. 

Daha önce iş dünyasına orijinal fikirleriyle merhaba diyen Nathan for You adlı yapımla tanıdığımız, şu sıralarda da The Rehearsal adlı gerçek/kurmaca bir provanın izlerini süren yapımıyla izleyenleri şaşkınlığa sürükleyen Fielder, Wilson’ın belgesel serisinin yönetici yapımcısı oluyor ve John Wilson’ın “Hey, New York!” seslenişi kulaklarımızda yankılanmaya başlıyor. 

How To with John Wilson’ı şehir hayatına ve şeylere dair (duygulardan mesleklere uzanan kavramlar bütünü diyebiliriz bu “şeylere”) bir nasıl olur/yapılır belgeseli diye özetleyebiliriz en basit hâliyle. New York’u (eyaletten ziyade New York City’yi) merkeze alan John Wilson, kamerasına aldığı görüntülerin üzerine o görüntülerin çağrıştırdıklarıyla ilgili ya da kendi zihninde beliren soruların cevaplarını ararken ona yardımcı olan görüntülerde yakaladığı anlamlarla ilgili konuşmalar gerçekleştiriyor her bölümde. Kendisini endişeli bir New Yorklu olarak tanımlayan Wilson’ın sesli düşünmesi gibi bir nevi. Bu kayıtlardan bahsederken dikkat çekmem gereken bir nokta var. Wilson’ın kayda aldığı binlerce saatlik görüntüler olduğu belirtiliyor. Bu kayıtlardan seçilip bir araya gelen imgeler Wilson’ın kurgudaki yeteneğini de ortaya çıkarıyor seri boyunca. 

İmgeler, imgelerin çağrıştırdıkları, onların zihnimizde bir araya gelişi demişken John Berger’i de anmak istiyorum. John Berger, Görme Biçimleri’nde2 reklam imgesinin anlık olduğundan bahsederek zamanla ilgili şöyle diyor: 

“Hiç durmadan yenilenip durmaları, zamana uydurulmaları bakımından da anlıktır reklam imgeleri. Oysa hiçbir zaman o andan söz edilmez reklamlarda. Çoğu zaman geçmişten, her zaman da gelecekten söz edilir.” 

“Bu imgelerin bize seslenip durmasına öyle alışmışızdır ki üzerimizde yaptıkları etkinin tümüne pek dikkat etmeyiz. Belli bir imge ya da mesaj içimizden birinin dikkatini bugünlük çekebilir çünkü o kişi o özel şeye ilgi duymaktadır.” 

Bu noktada şehirdeki imgeleri, reklam imgesinin anlık oluşuyla eşleştiriyorum. Yürürken, bakınırken, şehir içinde bir noktadan diğer noktaya seyahat hâlindeyken gözümüze çarpanlar aynı bir reklam imgesi gibi anlık olarak beliriyor. Bize sesleniyorlar mı, bilemiyorum ama üzerimizde yarattıkları etki de o imgelerle kurduğumuz bağın “o an” yarattığı düşüncelerle tanımlanabiliyor. Bir duvar yazısı gibi, çöpün kenarına yuvarlanmış şişeler gibi, yolun karşısında trafik ışıklarını bekleyen, tanıdık mı değil mi hatırlayamadığımız eski bir sima gibi… Geçmişten getirdiğimiz anılar ya da kavramlar şimdiye dair bir şeyler söyleyebiliyor bize. Yazının başında Veronica O’Keane’den alıntıladığım pasajla birleştirirsem, olayları kaydettiğimiz perspektif, şimdiyle yani bilinçle buluşuyor. Bana kalırsa John Wilson’ın kamerasında ve konuşmalarında deneyimlediklerimiz bu bilinçle bir araya gelen sesler ve görüntüler. 

Bir bakıyoruz, “How to Put Up Scaffolding” bölümünde New York’la özdeşleşen inşaat iskelelerini anlatırken o iskelelerin varlıkları ve biçimleri oradan gelip geçen insanların tavırlarıyla, duygularıyla, şimdileriyle bir ortaklık kurabiliyor. Demir iskele bir dans pistine dönüşebiliyor, varoluşa dair seslenebiliyor, şehrin hareketini görünür kılabiliyor. Wilson’ın kayıtlarında belki daha önce dikkat etmediğimiz gündelik imgelerin seslenişini duyabiliyoruz böyle olunca. Ya da pandemiye denk gelen “How to Cook the Perfect Risotto” bölümünde bir taraftan bir yemeğin nasıl yapıldığının peşine düşerken bir taraftan da yıllardır aynı dairede oturan bir New York sakininin orada geçirdiği zamana, hatıralarına ve dünyadaki konumuna odaklanarak pirinç tanesinden duvarların diline uzanan bir yolculuğa çıkabiliyoruz. John Wilson bu yolculuğun haritasını çıkarırken o ânın gerçekliğini de yansıtmış oluyor böylece. Pandemide deneyimlediğimiz gerçeklik gibi. Hatırladığımız gerçeklik, o bölümün kayıtlarında “şimdi”ydi. Şehirle, zamanla ve şehrin bize hissettirdikleriyle bağ kuran bir anlatı sunuyor John Wilson. Bu anlatı kimi zaman felsefi yönü ağır basan sorgulamalara da dönüşüyor. Hafızayı yokladığı ya da rüyaları araştırdığı bölümlerde olduğu gibi. Bunlarla birlikte bir mekânda dolaşmanın, o mekânın hissettirdiklerinin ve orayla bağ kurmanın doğasını da keşfetmeye başlıyoruz. Lauren Elkin, Flanöz3 adlı kitabında şehirlerle ilgili şöyle bir noktayı işaret ediyor:

“Ama bir şehirde kollarınızı salladığınızda, mutlaka onun parçası olan bir şeye ya da orada yaşayanlara temas edersiniz. Hepimiz sağa sola sallanırız. Onun sınırlarına, kendi sınırlarımıza çarparız. Şehir bizi çevreler ve içimize sızar. Biz mi ona dokunuruz, yoksa o mudur bize dokunan?”

Elkin’in burada yönelttiği soru gibi şehrin bize gösterdikleri, bizle konuşan tarafı mı yoksa bizim onda bulduğumuz anlam mı acaba? How To with John Wilson’ı seyrederken düşündüğüm bir soru çünkü bu.  John Wilson, bölüm isimlerinden bir nasıl olur/yapılır sorusunu bir nevi harekete geçme motivasyonu gibi ortaya çıkararak şehrin, farklı zamanlarda insanlara yönelttiği işaretleri bir araya getiriyor aslında. Pencerede duran bir afiş de sokağa bırakılmış bir koltuk da bu seslenişin bir parçası. Aynı inşaat iskeleleri gibi. Ya da daha davranışsal bir yerden bakarsak havadan sudan kısa konuşmaları şehrin kendinde saklı olan imajlarla nasıl tanımladığı gibi. Düşünceyi harekete geçiren sadece gördüğümüz imajlar değil çünkü. Bazen de kimi davranışlar ya da kavramlar imajları harekete geçiriyor. 

John Wilson bu iki yönlü anlam alışverişinde sadece gördüğü ve kaydettiği şeyler üzerine düşünmekle kalmıyor. Bazen de merak ettiği durumların ya da eylemlerin peşine düşerek işi uzmanına soruyor. İnsanlarla tanışıyor, fikirler alıyor, yeni meslekler, yeni hayatlar tanıyor. Wilson’ın bu yönünü Brandon Stanton’ın 2010’da başlattığı Humans of New York adlı fotoğraf projesine de benzetiyorum. Çıkış noktaları aynı olmasa da tanıklık ettikleri yaşamlarla şimdinin kaydını, iletişime geçtikleri insanların o andaki varlıklarıyla tutmaları ruhen bir ortaklık yaratıyor gibi geliyor bana. Orada olmak ve anlamlandırmakla ilgili şehri baz alan bu iki ayrı projeye duyduğum hayranlığın onları birlikte anmamla muhakkak bir bağı vardır. 

Bununla birlikte How To with John Wilson’da John Wilson sadece insanlarla iletişim kurmuyor. Duygular, zamanla birlikte biçimlenen ya da değişen düşünceler, politika, radyodan gelen bir ses, gündelik hayatın işleyişi gibi birçok şey onun konu başlıklarını oluşturuyor. Zamanın ortasında mekânla varlığı tanımlıyor diye düşünüyorum. Benim How To with John Wilson’ı izleme deneyimimde belgesele dair hissettiklerimden biri de şehrin, zaman-mekân ortaklığıyla kendi varlığına ses katabilmesi. Böyle bir tanım genel geçer değil elbette. George Perec’in Mekân Feşmekân’da4 dediği gibi: 

“Aceleye gelecek iş değildir şehre dair bir tanım oluşturmak; şehir çok büyük bir şeydir, yaş tahtaya basmamaya özen göstermek gerekir.”

Şehrin tanımı nedir? Zamandan kastedilen neye karşılık gelmektedir? İmgeler bize nasıl seslenir? Bunlar bir yazıda cevaplanacak sorular değil tabii ki. Ama önemsiz gibi görünen ayrıntıların ya da durumların sokaklarda, caddelerde, karşımıza çıkan imgelerde nasıl karşılık bulduğunu ve “Nasıl?” sorusunun nasıl biçimlendiğini merak ediyorsanız konuşkan flanör ya da kendi tanımıyla endişeli New Yorklu John Wilson’a kulak kabartmanızı öneririm. 


1 O’Keane, V. (2023). Eskici Dükkânı: Anılarımız Nasıl Doğar ve Biz Anılarımızdan Nasıl Doğarız (S. Kiraz, çev.). İstanbul: Minotor Kitap

2 Berger, J. (1986). Görme Biçimleri (Y. Salman, çev.). İstanbul: Metis Yayınları

3 Elkin, L. (2017). Flanöz: Şehirde Yürüyen Kadınlar – Paris, New York, Tokyo, Venedik ve Londra (D. D. Doğan, çev.). İstanbul: Nebula Kitap4 Perec, G. (2017). Mekân Feşmekân (A. Erkay, çev.). İstanbul: Everest Yayınları.

4 Perec, G. (2017). Mekân Feşmekân (A. Erkay, çev.). İstanbul: Everest Yayınları.