Isınma turu: Jonah Yano

Yazı: Elif Öz

2020’de ilk albümü yayımlandığında “İçimdeki her şeyi dökmekten korkmuyorum çünkü bunu yapabileceğim tek yer burası” demişti Jonah Yano müziği hakkında. Hiroşima doğumlu ve Montreal’de yaşayan müzisyen, şarkılarında kalp kırıklıkları, kişisel tarihi ve ailesinin tarihinden ilham almakla kalmayıp, âdeta başına gelenleri şarkılarıyla çözümlüyor. Yano’nun ocak ayında yayımlanan ikinci albümü portrait of a dog kendisine eşlik eden muazzam müzisyenlerin doknuşularıyla kompozisyonu, inceliği ve dürüstlüğüyle her ânında merak uyandıran ve hipnotize eden bir proje. Müzisyenin henüz birkaç gün önce paylaştığı “concentrate” ise sanatçının canlı grubunun yanı sıra bir süredir turnede ön grubu olarak çaldığı sanatçı Clairo’nun geri vokalleri ve klarnet eklentisiyle, 15 Kasım İstanbul konserinden önce kulakların pasını siliyor. PSM Loves2Gather serisi kapsamında %100 Studio’da gerçekleşecek konserin biletleri burada.

Jonah Yano serüveninden satırbaşları

2016’da telefonunda yaptığı ses kayıtlarıyla müziğe atılan Jonah Yano’nun profesyonel anlamda müzik yapmaya başlaması ve kendini giderek daha büyük prodüksiyonlu işlerin içinde bulması biraz tesadüfi oluyor diyebiliriz. 2017’de Toronto’da taşındığı bir evde duran eski bir gitar ve orgla küçük küçük oynarken ilk şarkısını yapıyor ve şarkılarının üzerinde çalışmak isteyen başka Torontolu müzisyenlerle tanışıyor. Lokal bir sahnede o zamanki ev arkadaşları Kanadalı duo MONEYPHONE ile sahne alırken, yine Toronto çıkışlı BADBADNOTGOOD’un davucusuyla tanışması üzerine ise grupla uzun yıllar devam edecek bir ilişkiye başlıyor. O sıralar ilk kısaçalarının üstünde çalışan Jonah Yano, grupla ilk iş birliği olan “nervous”a da bu projede yer veriyor. Genelde jam sessionlarından caz esintili güzellikler doğan BADBADNOTGOOD’un sonik paletinin Yano’nun sesi ve tarzıyla ne kadar iyi işlediğini hemen belli olduğundan olacaktır ki EP’nin ardından beraber yaptıkları, Majestics’in 1982 şarkısı “Key to Love (is Understanding)” coverı, hâlâ müzisyenin en çok dinlenen parçalarından.

Toronto’nun onu kucaklayan müzik topluluğu sayesinde yeteneği, özgün tarzı ve hikâyelerini anlatmadaki başarısı kısa zamanda bir platform buluyor. Yano’nun diğer müzisyenlerle etkileşim hâlindeyken ortaya çıkarabildikleri kadar kendi içine, “özüne”, ailesine dönünce de yaratabildikleri de etkileyici. 2020’ye tarihlenen ilk albümü souvenir’de Japonya’dan Kanada’ya dört yaşında göç eden biri olarak kimliğini, çocukluğunda ayrılan anne babasının ilişkisinin kendindeki yansımasını ve özellikle uzun yıllar görmediği babasıyla olan ilişkisininin mahzenlerine inmişti. Hatta albümdeki “shoes” şarkısı, babasına ulaşmak umuduyla içine gizli bir mesaj sıkıştırdığı bir şişe görevinde sanki. Jonah Yano, kendi gibi müzisyen babası Tatsuya Muraoka’nın bir şarkısına İngilizce sözler yazarak ve çok küçükken babasının hediyesi bir çift ayakkabının hikâyesiyle ortaya çıkarıyor parçayı ve “shoes” ikilinin gerçekten 15 yıl sonra yeniden görüşmesine öncü oluyor. Bu kadar sembolik bir yolla, babadan oğula kalan ayakkabıların, yine babadan oğula kalan bir şarkıya dönüşmesi de Yano’nun sanatının ve duygu dünyasının zenginliğini doğruluyor.

Jonah Yano – portrait of a dog
Göz yaşartan bir kırılganlık ve akıl uçuran aranjmanlar

Jonah Yano’nun son uzunçaları portrait of a dog’da ise yine kendisinin en yakın arkadaşıymışız gibi bir açıklıkla karşılaşıyoruz. Albümün ilk saniyesinden itibaren kurulan sonik dünya; önceki işlerinden çok daha geniş, katmanlı ve kasıtlı. Prodüktörlüğünü ise Yano’nun kariyerinin her ânında olan BADBADNOTGOOD üstlenmekle kalmayıp, kayıt sürecinde grup üyeleri enstrümanlarıyla Yano’ya destek olmuş. Koleksiyonun her karesi Yano’nun biyografisinden minik detaylarla dolu. portrait of a dog zamanındaki partneri elinden çıkma bir tablonun adıymış ve ilişkileri boyunca evlerinin duvarında asılı tek esermiş. Bir röportajda hikâyesini oldukça soğukkanlılıkla anlattığı tabloyla ilgili “albümün temsil ettiği zamanı özetlemek için mükemmel bir yoldu” diyor. Şarkılarda da yaşadığı ayrılıktan, hafızasını kaybetmekte olan büyükbabasıyla eski aile albümlerini karıştırdığı bir güne, Japon-Kanadalı kimliğinin hayatındaki yansımalarına kadar Yano’nun son senelerinde zihninde yer tutmuş her şeyi bulmak mümkün. Albümdeki “haven’t haven’t”da büyükbabasının evinde geçirdiği günden bir ses kaydını bulmak bile gizli. Konu hassasiyetse Yano’nun eline su dökmek zor.

Tabii Yano’nun kafasındakileri müziğe dökmek, belki onlara müzikle anlam katmak veya müzikle aşmasından bahsederken şarkılarına sayısız boyut katan müzisyenleri anmamak olmaz. Albümün davul, bas, elektro gitar ve tenor saksafon departmanları tamamen BADBADNOTGOOD üyeleri Alexander Sowinski, Chester Hansen ve Leland Whitty’nin ellerinden. Piyanoda Felix Fox-Pappas döktürürken albümde sık sık karşımıza çıkan çelloda ise Eliza Niemi var. Başından sonuna kadar kendine hayran bırakan aranjmanlarla dolu albümde, Yano’nun önceki işlerindeki doğaçlama kendini daha planlı bir enstrümantasyona bırakıyor. Beraber parladıkları anların yanında ayrı ayrı her müzisyene kulak verip onları takdir edecek zaman ve alanı da açıyor bize albüm. Caz hissinin ön planda olduğu kayıtta, folk ve alternatif rock sularına da dalınıyor. Yano’nun özenle seçilmiş sözcüklerinin sarmalandığı akılalmaz aranjmanlara ve bestelerin tansiyonun yükseldiği outrolara hazır olun. Enstrümanların müdahalesi olmasa albüm boyunca gözlerimizi yaşla dolduracak çok an olduğunu şimdiden söyleyelim. Demans hastası büyük babasının “müziğini yayımla ve bunun amcan için olduğunu söyle” demesinin üstüne büyükannesinin onun hatasını düzelttiği bir ses kaydıyla açılan “so sweet”de bir saniye bile kaybetmeden giren davul bunlardan yalnızca biri. Portrait of a dog müzisyenin hayatını ön sıradan izlerken her hatırasını biraz daha pekiştiren bir soundtrack.