John Grant: Teenage Kicks

Röportaj: Cem Kayıran, Kolaj: Edip Eren Kılıç

John Grant, her daim adımlarını takip etmesi, söylediklerine kulak kesilmesi ve şarkıları eşliğinde tebessüm etmesi canlandırıcı bir etkiye sahip müzisyenlerden biri. 90’lar alternatif rock rüzgârına iz bırakan gruplardan The Czars serüveninin ardından 2010’da Queen of Denmark ile start verdiği solo kariyerinin yeni halkası olacak The Art Of The Lie ile gündemimizde bu sıralar. 

İlk tekli “It’s A Bitch” ile kendisiyle özdeşleşen hayat kurtarıcı mizah kıvamının yerli yerinde olduğunu görmüş ve funk groove’unu hafızaya atmıştık. Albüme doğru ikinci durak olan “The Child Catcher” ise hiç acelesi olmayan, destansı ve düşsel bir atmosferde vuku buluyor. Yoğun synth blokları arasında Grant’in vokal melodilerine tutunarak sayfalarını çevirdiğimiz bir masalı andırıyor.

Müzisyenlerin büyürken dinlediği müzikleri ve bu müziklerin üzerlerinde bıraktığı tesiri kurcaladığımız; ismini genç olmanın melodisini yazmış meşhur The Undertones şarkısından alan Teenage Kicks (Ergenlik Yılları / Gençlik Hevesleri) köşemizin konuğu John Grant. Yüzümüz geriye dönük olsa da yeni parça “The Child Catcher”ın da DNA’sını ayıkladık.

Zoom ekranında büyük bir tebessümle beliren John Grant, “Merhabaaaa” diyerek başlattı sohbeti. Bildiği Türkçe kelimeler “Merhaba”yla kısıtlı değil; hatta dilimize epey ilgi duyuyor. 2015’teki albüme ismini de veren “Black Pressure” şarkısının “karabasan” kelimesinin dümdüz bir çevirisi olduğunu hatırlatıp haznesindeki diğer Türkçe sözleri sıralıyor: “Allahaısmarladık”, “Güle güle”, “Ben eve gitmek istiyorum.” Almanya’da bir zamanlar çalıştığı lastik fabrikasındaki Türkiyeli iş arkadaşlarından öğrenmiş bu kelimeleri. Onları ne kadar sevdiğini anlatırken bir anda gözlerini kocaman açarak heyecanlı (!) bir soru fırlatıyor:

“Bir hesap makinesinde yazabileceğin Türkçe kelime hangisidir?”

Evet, LEBLEBİ’den bahsediyor. 

John Grant’le Türkçenin inceliklerine dair sohbet etmeye devam etmek güzel olurdu elbet ama vakit dar ve konu heyecanlıydı. Ergenlik yıllarında içine işleyen sesleri ondan dinlemek konusunda beynimde şimşekler çaktıran şey, yoldaki albümü The Art Of The Lie için yayımladığı tanıtım klibinde Vangelis ve Grace Jones plaklarını elinde tutarak bu albümlere övgüler dizmesi olmuştu. Teenage Kicks sohbetimiz de benzer bir deneyime; heyecanla ayağa kalkıp plak dolabından bahsettiği albümü çekip göstererek anlattığı bir seansa dönüştü. 


-Ergenlik yıllarım 80’lere denk geliyor yani uzun zaman oldu, biraz kopya çekmem lazım. Bir yandan 80’ler playlistime bakacağım, tahmin et bu liste ne kadar uzun?

-6 saat?

-Yakın bile değil, 65 saat!


John Grant 13-15 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Sanırım Missing Persons – Spring Session M. ve Devo – Oh, No! It’s Devo albümlerinden bahsetmeliyim. O zamanlardan bu yana ikisini de dinlemeyi hiç bırakmadım.

Önceki albümümdeki “Rhetorical Figure”, Missing Persons’ın bir parçasından, daha doğrusu bas yürüyüşünden yola çıkarak yazılmıştı. 

Oh, No! It’s Devo ise devasa bir albüm. Devo’nun her şeyine sahip olmam gerekiyor gibi hissediyorum. Yeni bir box set de çıktı, sabırsızlanıyorum.  

Bu albümler her gün benimle birlikte. İkisiyle de radyoda tanıştım. Missing Persons’tan duyduğum ilk şarkı muhtemelen “Destination Unknown”du. Dinlediğim ilk Devo kaydı da muhtemelen “Beautiful World” veya “Working on a Coal Mine” (Allen Toussaint cover’ı) olmalı. Sonraları Oh, No! It’s Devo çıktığında radyoda “That’s Good”u duydum ve tam anlamıyla kafayı yedim. Albümde “Explosions” diye bir şarkı var, tüm zamanlardaki en favori şarkılarımdan biridir. 


John Grant 16-18 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Nina Hagen’dan NunSexMonkRock albümüne saplantılı şekilde tutulmuştum. Ne albüm ama! İlk şarkı “Antiworld”ü dinlemen lazım, sadece başlangıcını dinlesen İstanbul’da popüler bir şarkı olabileceğini anlarsın. Sonrasında biraz korkutucu bir hâl alıyor. Dinlediğimde aklım uçmuştu ve bu zamana dek de öyle bir müzik duymadım. Kesinlikle hakkı yeterince verilmemiş bir başyapıt. 

Yeni albümümde “Antiworld”e de bir referans var. Şarkının tom tom davulları, “Marbles” adlı şarkımın davullarına ilham oldu. NunSexMonkRock baştan sona inanılmaz bir albüm. Kesinlikle de baştan sona dinlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta İstanbul sokaklarında yürürken bu albümün sana eşlik etmesini tavsiye ederim. Etrafındaki her şeyi dönüştürecek. Rolling Stone dergisi, zamanında “Yılın en dinlenemez albümü” seçmişti. İnanılır gibi değil. Hakkında pek iyi şeyler düşünmediğim Pitchfork da geçtiğimiz günlerde NunSexMonkRock hakkında bir değerlendirme yayımladı; bir başyapıt olduğunu söyleyerek. En azından bir taraftan haklı çıkıyorum!

O zamanlar dinlediğim çok fazla harika albüm var ama Talk Talk’la devam edelim. Albüm, The Colour of Spring. Yaptığım her playlistte “Time It’s Time” parçası mutlaka olur. Hayatım boyunca duyduğum en güzel şarkı olabilir. Tüm zamanlar listemde top 10’da yer alıyor olmalı. Eğer bir gün “top 10 şarkı” listesi yapmam gerekirse kendimi öldürmem gerekecek galiba! Çok zor olurdu ama en azından şimdilik şarkılardan birini biliyorum. Muhtemelen NunSexMonkRock’tan “Future Is Now” da listede olurdu. Talk Talk’a dönelim, albümdeki bütün şarkılar çok iyi ama “Happiness is Easy” tüm zamanların en harika davullarına ve en havalı enstrümantasyonuna sahip. Kapağı da süper klasiktir.


John Grant 19-20 yaşlarındayken neler dinlerdi?

Cocteau Twins ve Dead Can Dance’e tutulduğum yaşlar. Cocteau Twins – Victorialand ve Dead Can Dance – Within The Realm of A Dying Sun.

Victorialand, benim için müthiş öneme sahip. Hâlâ sıkılmadan dinlemeye devam ettiğim albümlerden biri. 30-35 yıldır dinliyorum ve sihrini asla yitirmiyor. Aynısı Within The Realm of a Dying Sun için de geçerli. Yeni şarkım “The Child Catcher”da hem Cocteau Twins hem Dead Can Dance’in etkilerini hissedebilirsin. Kendi sesimi asla Elizabeth Fraser’la kıyaslamam, tüm dünyadaki en harika kişi o. Ama “The Child Catcher”daki şarkı söyleyişim bana onun stilini anımsatıyor. En azından Cocteau Twins’ten çok fazla ilham aldım. 

Müzik de son derece Dead Can Dance. Bir anlamda Dead Can Dance ile Vangelis’in Blade Runner müziklerinin bir karışımı.


Prodüktörlüğünü Beyoncé’den Grace Jones’a birçok isimle çalışmış Ivor Guest’in üstlendiği yeni John Grant albümü The Art Of The Lie, 14 Haziran’da Bella Union etiketiyle yayımlanacak. Kapak görseli ve şarkı listesi hemen aşağıda.

The Art Of The Lie

01- All That School For Nothing
02- Marbles
03- Father
04- Mother And Son
05- Twistin Scriptures
06- Meek AF
07- It’s A Bitch
08- Daddy
09- The Child Catcher
10- Laura Lou
11- Zeitgeist