Kuir hafızamıza dijital izler: Alt-cut

Çatallı dillerin, keskin tırnakların, şefsiz orkestraların ve canavarların aşkına… Lubunyanın yeni dijital alanı Alt-cut, YouTube’dan yayınına 1 Mart’ta başladı! “Silip yeniden yazılamayacak [kuir] tarihimizi göğüslenerek” geliyor, gullümlerle kürlenmek isteyen herkesi yanlarına bekliyor ve nefrete inat büyümeye devam ediyorlar.

Alt-cut’tan Efe Mine, Ceytengri, Akış Ka, Florence Delight ve Kiki Cicinash ile biriken sanat kolektifinden Okan Urun buluştu. Zoom’dan dosdoğru, kalplerinizin orta yerine… 

Okan: Hoş geldiniz, hoş geldiniz! Bazılarınızın kişisel YouTube hesaplarındaki paylaşımlarını ya da Instagram paylaşımlarını biliyordum. Kiminiz daha sık, kiminiz daha az paylaşım yapıyordunuz. Ama sonra bir anda Alt-cut çıktı. Alt-cut’ın ortaya çıkma nedeni nedir? Herkesin birbirinden bağımsız yaptığı işleri tek bir çatı altında toplamak mı, yoksa Alt-cut diye bir içerik şapkası üretelim ve bunun altını hep birlikte dolduralım mıydı maksat? Yani Alt-cut niye var öncelikle?

Efe: Bir çatı altında toplamaktansa bir alan yaratmaktı dijital dünyada. Lubunyalar hep aynı sıfatlarla ve aynı biçimlerle sunuluyor ya… Kendimize bir yer bulamıyoruz aslında çoğu mecrada. O yüzden dedik ki bu alanı biz kendimiz kuralım ve giderek genişlesin. Bu şekilde başladı.

Okan: Peki bu alanı kurarken birkaç kişi bir araya gelerek mi başladınız? Sen mi çağırdın Efe onları? Yoksa Flo mu telefon açtı “hadi böyle bir şey yapalım” diye? Nasıl oldu?

“Şu an için bir alana ihtiyacımız var ve bu dijital olmak zorunda.” -Efe Mine

Efe: Hepsi Alt Platform’dan Emre’nin başının altından çıktı aslında. O bir süredir ısrar ediyordu “hadi bir şeyler yapalım” diye. Ben ikna olamıyordum bir türlü. Ama pandemiyle birlikte zaten mekânlar kapandı, baskılar arttı; işte hepimizin bildiği bir sürü şey oldu. Ben de o zaman tamam dedim; bu zaman tam zamanı. Şu an için bir alana ihtiyacımız var ve bu dijital olmak zorunda. O yüzden ben de söylediğin gibi dijital ortamda üretim yapan bu yetenekli arkadaşlarımıza, kuir performans sanatçılarına telefon açtım. Bir araya geldik.

Okan: Peki, birazdan herkese içerikleriyle ilgili ayrı ayrı soru soracağım. Ama şimdi soracağıma herkes cevap verebilir. İzlediğim kadarıyla videolarda – belki her biriniz için süreç farklıdır – bir senaryo olduğunu hissediyorum. Yani düşünülüp taşınılmış bir şey var gibi. Belki her ânı, her noktası değil ama en azından başı sonu düşünülmüş bir şeyler var. Böyle bir senaryo ekibi mi var? Bu ekip siz misiniz? Ayrı bir kurgu ekibi ve çekim ekibi mi var? Yani kaç kişilik bir ekip var orada?

“Bir YouTuber veya content creator ne zaman otantik oluyor? Kendini kurgulayarak istediği şekilde gösterdiğinde mi yoksa kendinin en raw halini ortaya koyduğunda mı?” -Ceytengri

Efe: Biz varız, ben varım, bir de çekimlerde Yiğit, Emre ve Dirty Projector var ama bu kadar kişiyiz. Metinlerde de bazı videoları tek bir kişi yapıyor, bazen hep birlikte yapıyoruz. Ben de yardımcı oluyorum. O klasik YouTube klişelerinden yola çıkarak kendi fantezi dünyamızı yaratmaya çalışıyoruz. Bazıları senaryolu oluyor. Ama bazıları öyle değil; bir fantezi yaratıyoruz aslında. Bu da önemli bir şey oluyor; bu kuir hafızayı o fantezi dünyasıyla oluşturuyoruz…

Cey: Otantiklik uzun süredir yabancı YouTube’da tartışılan bir şey. Yani bir YouTuber veya content creator ne zaman otantik oluyor? Kendini kurgulayarak istediği şekilde gösterdiğinde mi yoksa kendinin en raw hâlini ortaya koyduğunda mı? Bu en raw hâli ortaya koyma olayı bazen otantiklikten uzaklaştırabiliyor. O yüzden bu yapmacıklık ve işte böyle önceden metin yazmak, veya evimizde ya da stüdyoda –ben gerçi evden en raw hâlimle de bir şeyler çekiyorum ama– makyajlı falan hallerimizle başka bir gerçeklik yaratmak bana daha taze geliyor.

Okan: Ben şöyle düşünüyorum aslında: Efe’nin de dediği gibi hepinizin o YouTube’daki trend içeriklerle ve (hayatlarımıza giren) “içerik üretmek” olayıyla dalga geçen bir hâliniz var. Kiki’den başlayacağım. Onun evlere konuk olma durumundan… Ben 83’lü biri olarak biliyorum; 90’larda “eve konuk olma” mevzuları vardı. Mesela Seda Sayan gecekondulara gidip birtakım yardımlarda bulunurdu. Sonraki dönemlerde evlere girip değiştirme, yeniden düzenleme gibi programlar yapıldı. Sonra bu tarz işler YouTube’da da yapılmaya başlandı. Kiki mesela gittiği evlere o kadar amaçsızca giriyor ki, o benim çok hoşuma gitti. Evine girdiği kişi kesinlikle umrunda olmuyor. Konunun merkezinde kendisi oluyor. Bu tarz programlarda tam tersidir ya genelde; ev sahibi ve onun eviyle ilgilenilir, ama Kiki’nin tüm derdi “sen varsın ama buraya asıl benim için gelindi” mesajı vermek. Bu formatı sen nereden esinlenerek çıkardın Kiki? Nasıl ilerletiyorsun veya niçin insanların evine girmek istedin? Ne arıyorsun o evlerde aslında?

Kiki: Stüdyoda çekmeyen sanırım bir tek ben varım. Bir de benim kameramanım da çok ayrı: Dirty Projector. Buradan ona sevgiler yollayayım. Nihal Yalçın’ın Life Sux diye bir programı vardı. Çok da keyiflenerek izliyordum. Sadece Mercan’ın evine girmişti. İlk izlediğimde bayağı keyif almıştım. Sonra onu izlerken eskilerden de böyle programlar olduğunu hatırladım. Ama kim olduklarını hatırlamıyordum. Geçenlerde Florence gösterdi. Evrim Akın, “Ev Kuşu” diye bir program yapmış zamanında. Seda Sayan’ınkini biraz araştırınca öğrendim. Neden ben de böyle bir şey yapmayayım, diye. Sonra nasıl yaparım kimlere giderim diye genel hatlarıyla düşünürken dedim ki en yakın çevreye gideyim. Drag scene’e, kuir scene’e gideyim… Zaten beni çağırmıyorlar, bu vesileyle gitmiş, tanışmış olurum. Evlerine girmiş olurum.

Gerçekten temelinde biraz bu yatıyordu. Flo’yla mesela uzun zamandır tanışıyoruz, konuşuyoruz falan ama Flo’nun kürlüğü; hiç evine çağırmazdı. Bu vesileyle evine gittim.

Flo: Çağırdım çağırdım, aşk olsun!

Kiki: Sus ayol. İlk önce en yakın olduğum kişiyi tercih ettim. Syntia ile gerçekleştirdik bunu. Ama o kadar bir anda gerçekleşti ki bu program; yasak vardı sanırım, yasaktan çıkar çıkmaz hemen Dirty’yi aradım, dedim ki böyle bir projem var. Dâhil olmak ister misin, diye sordum. Ama öncesinde Alt-cut için yapacağımı düşünmüyordum açıkçası. Kendi YouTube kanalım olabilir diye düşündüm. YouTube’a astroloji videoları çekiyordum çünkü. Kanalımda veya Instagram’da yayımlarım diye düşünüyordum. Ama bir yandan şunun da farkındaydım astroloji videoları çekerken: Canavar maskesiyle çektiğim için nefes almam, görüşüm zorlaşıyordu. Bir de bütün prodüksiyonu tek başıma yapınca benim için çok meşakkatli bir hâle geldi. Dedim ki tamam, ben vazgeçiyorum. Bu insanlar için falan değmez çektiğime modundaydım. Sonra Syntia’ya gittik. İlk videoyu çektik. Ben amatörüm, ne yapacağımı bilmiyorum. Dirty [Projector] amatör, ne yapacağını bilmiyor. Syntia zaten, “neden beni tercih ettin ki” kafasında. Tüm video boyunca öyleydi bu arada. Bir buçuk saat falan çektik.

Okan: Syntia, Alt-cut’ta birinci bölümde evine konuk olduğun değil mi?

Kiki: Evet. Birinci bölümdeki.

“Canavarı yaratırken en büyük ilham kaynağım benim toksik annemdi. Bu arada annem kara büyücü ve bunu ticarete döken bir kara büyücü.” -Kiki Cicinash

Okan Urun: O zaten senin de henüz Canavar’a geçmediğin ve sevecen davrandığın bir video. Ondan sonrakilerde “ailenizin canavarı” kimliğinin altını dolduruyorsun. Florence’ın evine gittiğinde de biraz öyle ama özellikle Cey ve Akış Ka ile olanlarda gerçekten ev sahibi asla misafir ağırlamak istemiyor, sen de asla misafir gibi davranmak istemiyorsun. O gerginlik hissediliyor ve Canavar’ın altı doluyor. “Yani niye geldi bu insan buraya?” gibi bir his yaratıyor ve çok da tatlı oluyor o rahatsızlık aslında. O canavar personasını da bu rahatsızlığı yaratmak için mi kurguladın? Tabii bir süre sonra tatlı bir canavara dönüşüyor o…

Kiki: Canavar’ı yaratırken en büyük ilham kaynağım benim toksik annemdi. Bu arada annem kara büyücü ve bunu ticarete döken bir kara büyücü. Küçükken hep böyle bir odanın içinde dabbevari görsellerle ve perdenin arkasındaki gölgelerle falan büyüyen bir insandım. Hâliyle bu spiritüellik bana da geçti. Ben resim okudum ve yıllarca hep korkunç figürler çizdim. Çizerken de korkuyordum aynı zamanda. Sonra drag yapmaya başladığımda bir anda böyle bir persona ortaya çıktı ve şunu anladım: “OK, ben zaten yıllardır Canavar’ı arıyormuşum.” Aradığım cevabın vücut bulmuş hâli oldu benim için. Ama Canavar’ın şöyle bir durumu var: Hollywood’da falan gördüklerimiz gibi öyle salt korku figüründen oluşan bir tipleme değil. Hemen eşarbını giyip, otrişini takıp pavyona çıkabilecek, parmaklarını şıklatıp, “Buraya oturmaya mı geldik ayol” tarzında şeyler yapabilecek bir canavar. Avam bir tip ve o avamlığını seviyorum aslında. Sanırım insanlar da onu seviyor.

İlk performansımda mesela insanların baktığını ama aynı zamanda da korktuklarını fark ettim. Çünkü eli yüzlü kanlı, çirkin bir şey var. Bir yandan bakmak da istiyorlar. Yanıma birkaç kişi gelip “Ben senden korkuyorum o yüzden seni takip etmek istemiyorum ama çok da beğeniyorum” diyordu. Ben de OK diyordum yani. Sonrasında bu videolarda “Orospu Seyhan” karakterinin silik olması pek Kiki’nin yapacağı bir şey değildi. Yani ben bir program serisi yapacaksam başrol, evine gittiğim kişi olmamalı. O kişi ben olmalıyım. Hatta programlarda “Bugün bu kişiye konuk olduk” değil de “Bugünkü konuğumuz buydu” tarzında bir yaklaşımla, sanki ben oraya gidip işgal ediyormuşum, orayı kendi meskenim hâline getiriyormuşum gibi bir etki yaratmak benim özellikle istediğim ve videolara kattığım bir şeydi.

Okan: Peki teşekkür ederim. Evet Ceytengri, şimdi size geçiyorum. Anladığım kadarıyla sen kendini “20 yaşında, popstar, Alt-cut’ın sahibesi ve starı” olarak tanımlıyorsun.

Cey: Evet, doğru.

Okan: Kendi videolarında da oranın sahibesi ve kraliçesi olduğunun altını çok çiziyorsun. Bir özeleştiriyle başladın Alt-cut’a. Daha önce kendi kanalına astroloji yorumları koyduğunu hatırlıyorum. Uzun zamandır izlediğim en keyifli videolardan biriydi astrolojiyle alakalı olarak. Ama sanırım birçok insan her şekilde üstüne alındı o videoyu. Yani alınmayan bile alındı galiba. Niye öyle bir özeleştiriyle başlamak istedin? Bir de şunu merak ediyorum: Ben seni o kadar iyi tanımıyorum belki ama özellikle “Dudakların Cengi” zamanında senin bir şeyleri, teatral olanla çok güzel harmanladığını düşünüyorum. Hep bir mizansen durumu var. Senin dışarı yansıtmak istediğin özellikleri sergiliyorsun ama bir yandan bunları çok mizansenli bir şekilde yapıyorsun. Hep doğru zamanlamalar, doğru duraklamalarla yaptığını görüyorum bunları. Senin bir tiyatro geçmişin de var diye biliyorum, doğru mu? Varsa bu süreci nasıl etkiliyor? Biraz karmaşık bir soru oldu hatta soru bile değil aslında ama…

Cey: [Tiyatro geçmişim] var. Lisede ailem benim sürekli yaşımdan büyük erkeklerle buluşmamdan korktuğu için çok fazla dışarı çıkmama izin vermezlerdi. O yüzden hep tiyatro kursu, dans kursu gibi şeylerle sosyalleşme sağlıyor ve koli yapıyordum.

Önce belediye tiyatrosunda bir yere girdim. Sonra devlet tiyatrosuna geçtim. Sonra özel bir tiyatroda eğitim aldım falan. Aslında hiçbiri o kadar tutmadı, hiçbirinde o kadar parlamadım. Çünkü orada hep daha maskülen roller oynamamızı bekliyorlardı bizden ve benden de o çıkmıyordu. Çıktığında da işte tutuk, iyi görünmeyen bir şey oluyordu. O yüzden çevremdeki herkes kendisini benim iyi bir oyuncu olmadığıma inandırmıştı. Ama benim kendime inancım tamdı. Böyle başlayayım. Yani orada alan bulamadığımın farkındaydım. Sonra drag yapmaya başlayınca her şey yerli yerine oturdu. Aynı vizyona sahip olmam gereken bir yönetmen yok, istediğim şekilde hareket edebiliyorum, biraz aldığım eğitimle sahnede ne yapmam, nasıl durmam gerektiğini biliyorum. Hem kendimi istediğim gibi presente edebiliyordum hem de o tiyatro geçmişimin meyvesini yiyordum. Boğaziçi’nde şöyle bir performansla başlamıştım gösteri hayatıma: Küçük şehirden veya köyden gelmiş Naciye, kendini pavyonda buluyor ve oranın starı oluyor falan ve bir daha asla geri dönmüyor. İstanbul’a yeni gelmiştim zaten ve kendi hayatım için aslında kurmak istediğim şeyi gösterdim insanlara. Sonra da gerçekleştirdim galiba bir tık.

“Kuir hafızamıza dijital izler: Alt-Cut” röportajının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:75’e ulaşabilirsiniz.