Yarı-mitik bir intikam hikâyesi: Monkey Man 

Yazı: Zeynep Naz Günsal

Kariyeri boyunca gerek stereotiplere derinlik verip meydan okuyarak, gerek bunları tümüyle alakasız kılan performanslarla kendine Hollywood’da önemli bir yer kazımış Dev Patel; Monkey Man filminin başrolü, yaratıcısı ve yönetmeni, ayrıca yapımcısı olmakta. Senaryoyu Paul Angunawela ve John Collee ile yazmış Patel’in Jordan Peele ve yapım şirketi Monkeypaw’u, ayrıca Universal’ı da arkasına alarak Hint kültürüne gümbür gümbür bir vigilante kazandırma misyonuyla giriştiği mitik ve alabildiğine vahşi aksiyon filmi şu anda vizyonda. 

*Bu yazı henüz Monkey Man filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Zaman dilimi ve mekân

Günümüz civarında yaklaşık bir aylık bir süreç. 

Konu nedir?

Kimliği belirsiz genç bir adam ya da “Kid” anonim güreşlerden yenilerek para kazanan bir dövüşçüdür. Çocukluğunda yaşadığı derin travmaların sorumlusu fesat insanların uğradığı ayrıcalıklı kulüpte çeşitli hileler sonucu iş bulur ve annesinin ölmesine sebep olan, yoksul ve güçsüzleri mağdur eden yozlaşmış liderlere karşı bir intikam yolculuğuna atılır.

İzlemeden önce bilinmesi gerekenler

Monkey Man, Patel’in sözleriyle dokuz aylık çekim süreci boyunca “ters gidebilecek her şeyin ters gittiği” bir proje olmuş. Kimi majör aksilikleri sıralayayım:

*Pandemi patlak verince Hindistan’ı terk etmeleri gerektiği için tüm lokasyonları kaybediyorlar bir anda. Çekimlerin devamı için Endonezya’ya geçildiği aşamada Patel’in prodüksiyon tasarımcısı, John Wick’in filmde beraber çalışacakları efsanevi dublör ekibi derken projede aylardır çalışan bir sürü aktör ve set çalışanının ekipten ayrılması gerekiyor. 

*Patel çekimler başlamadan önce provalar sırasında ayak parmaklarını, ilk dövüş sahnesini çekerken de elini kırıyor. Bu yüzden o zamana dek herkesin çoktan yalayıp yuttuğu bütün koreografiyi revize etmeleri gerekiyor ve CGI’la saklamak için bütçe olmadığından alçı da yapamadıkları için Patel tüm çekimi alçısız tamamlıyor. 

*Filmin gaffer’ı çekimler sırasında kalp krizi geçirerek vefat ediyor.

*Finansör çekimlerin ortasında iflas ediyor, sonrasındaysa esas yapımcısı pandemide projeyi salmaya karar veriyor. Tam herkes havlu atacakken neyse ki Monkeypaw devreye giriyor ve Monkey Man kurtulmuş oluyor. 

İlk intiba

Patel’e helal olsun gerçekten. Çok cesur ve özgüvenli bir ilk film. Bir başyapıt değil ama önemli iş. Yönetmenliğin, hele ki ilk yönetmenliğinin hakkını her şeyiyle vermiş. Sadece aktör kisvesinde bile o kadar büyük bir şey üstlenmiş ki! Bu Dev Patel’in böylesine vurdulu kırdılı ilk aksiyon rolü. The Green Knight’ta ufaktan aksiyon yapar gibi olmuştu ama kendisinden Monkey Man’e değin böylesini görmedik. Yukarıda bahsi geçmiş tüm sakatlıklara rağmen rolde çok inandırıcı, koreografi ve genel “aksiyon aktörü” cakası üstünde katiyen eğreti durmuyor diyebilirim. 

Filmin ilk yarısı arka planı ve dünya inşasıyla baya etkili ve ikna edici. Sokaklar, insanlar, o darlık, o kalabalık hemen içine alıyor ve çok acayip aktarılıyor. Öte yandan sosyal boyutta çok teması olan bir film. Sadece gümbür gümbür aksiyonuyla değil; değindiği koşullarla da ciddi. Adaletsizlik, sosyal eşitsizlik, kast sistemi, yozlaşmış güç, zorba milliyetçilik derken hem alttan alttan hem de çekinmeden Hindistan’ın güncel yapısı hakkında betimlemeler ve yorumlar yapan bir öykü. Nerede olduğumuz, karakterin sadece annesinin akıbetinden değil; kendi gibi küme düşürülmüş insanların vaziyetinden aldığı motivasyonu etkin biçimde inşa eden bir bölüm. 

İkinci yarı ise alabildiğine ihtişamlı bir vahşet. En okkalısından bir aksiyon filmi. Dövüş sekansları ustalıklı ve ardındaki koreografiye hayran ederken bir yandan çok spontan da bir histe. Mutfaktaki, merdivenlerdeki POV’li -filmin kalanında biraz fazla başvuruluyor buna- dövüş sekansları tek kelimeyle harika.

Herhangi bir intikam filminden bilindik tüm, evet tüm- trope’ların (alacaklıyla stand-offlar, yardıma yetişen onurlu savaşçılar, vs.) yanına teker teker tik atılıyor. Öykü Hint mitolojisinden beslenen tarafları ve aktardığı gerçeklik dışında tipik bir intikam hikâyesi şablonunda. Fakat buna niye gücenelim ki! Kalıplardan serpilen bir tür ve yapımın da hedeflediği buna Hint bir karakter de kazandırmak. Kalıpsallık karakterin inandırıcılığından bir şey eksiltmiyor. Batı estetiğinde Bollywood stili bir John Wick armağan etmek, iki kültüre de… Seriye kısa bir sahnede referans veriyorlar filmde ki gerek stil gerek öykü bazında bu böylesine bir ilham kaynağıyken yapmasalar ayıp olur zaten;  bunun bilincinde olmamaları çok zor.

Patel’in tanıtım kampanyalarında ve birçok röportajda –Peele çoğunda hep yanında, destek verme ve onaylama motivasyonuyla–  yinelediği şey yapımın “inanç hakkında bir intikam filmi” olması. “Kid”in annesiyle olan anılarına yapılan flashbackler karakterin geçmişini çizmek bir yana filmin bu yönünü de vurgulamak işlevinde. 

En çok hangi sahneye yükseldin? 

İdman montajı çok acayipti. Ravi Shankar, hatta The Beatles ile turlamış tabla ustası Zakir Hüseyin ile yaptıkları jughalbandi tanımlı âşık atışması dinamiğinde oldukları, kurgusu ritmi apayrı mest eden bir sahne.

Neyi sevdin?

İnterseks tanrı Ardhanarishvara’ya (Hint mitolojisinden Parvati ve Shiva’nın birleşimi yahut Lord Shiva’nın başka bir formu) tapınan interseks / trans bireylerin oluşturduğu Hicra topluluğu ve temsili. Grup ve başını “Alpha” rolünde çeken muhteşem Vipin Sharma filmde hatırı eksik olamayacak yere sahip ve bu topluluğun marjinalize edilmeden kahramanlaştırılması ve onurlandırılması, üstelik filmde ve karakterin gelişiminde fazlasıyla önemli rolü olması.

Ayrıca neyi sevdin? 

Charlize Theron’dan sonra en sevdiğim Güney Afrikalı Sharlto Copley’i tekrar görmek sevindirdi. 

En az neyi sevdin?

Senaryo çözüme doğru çok zayıflıyor. Hem tempo şaşıyor, hem de film özellikle ilk yarıda yarattığı sıkı formu ve sürükleyiciliği yitirebiliyor. Aynı şey diyaloglar için de geçerli. Özellikle filmin sonlarına doğru baya göz devirten bir jenerikliğe indergeniyor kimi konuşmalar.

Öte yandan sonu çok ağırlıksız, sanki tamamlanmamış gibi geldi. “Devam edecek…” tarzı önermelerle sonlanmadı ama bir devam filmine dair umutlar mutlaka vardır. 

Karakterlere dair

“Kid”in yolculuğunun bir bakıma paralel tutulduğu Ikarus-eks Hindu ilahı yarı-tanrı Hanuman hikâyede sıklıkla zikrediliyor ve film kendini bunun üstünden mitolojize ediyor gibi. Hâlen travmalarının esiri olan, anonim dövüş kariyeri resmen başarısızlık üzerinden işleyen bir karakter ve “underdog”luğuna da inanıyorsunuz izlerken. Tıpkı annesini öldüren komutan ve serfi olduğu din kişisi Baba “Aslan” Shanti’nin olduğu katlara adım adım çıkması gibi, karakter de kademe kademe Robin Hood’umsu erdemde bir yere yükseliyor. En nihayetinde bir taşla iki kuş vurarak hem annenin intikamını almayı başarıyor hem de kast sisteminin en önemli aktörlerini elimine etmiş oluyor. Maymun maskesinin ise fragmandaki gizemi filme pek yansımıyor ama sıkıntı yok

Kötüler de boş değil. Queenie, Komutan Rana ve kimlerden ilhamla yaratıldığı gayet belli Baba “Aslan” Shakti merak yaratan karakterler; çözüme doğru ağırlıklarını yitirseler de. Özellikle Shakti, o ve dünyası yeterince iyi kurulup sonraki diyaloğunda arkası getirilmeyen bir karakter gibi. Rana çok daha kaliteli, etraflı bir villain mesela ama Shanti’nin hizmetinde bir komutan esasında. 

Hafiften bir romantik ilişkilenme durumumuz da oluyor bir noktada. Bu sulara çok dalınmaması iyi ama devam filmine bıraktıkları da belli. Bir sebeple birbirlerinin dikkatini çekiyorlar o kadar. Zaten çocukcağızın işi başından aşkın, ortalık mahşer yeri…  

Kimler sever

Kinetik kamera işçiliği içeren aksiyon filmleri sevenler.

Bunları seven şunları da sever

Çocukluğundan beri sıkı bir aksiyon türü ve özellikle Bruce Lee hayranı olduğunu söyleyen Dev Patel’in Letterboxd mülakatını hiç uzatmadan şuraya yapıştırayım.