Bowie hakkında değil, ona dair bir film: Brett Morgen ile Moonage Daydream üzerine

Kurt Cobain: Montage of Heck, On the Ropes, Jane gibi ödüllü belgesellerle tanınan Brett Morgen’ın dört yıldan fazla süredir üzerinde çalıştığı, prömiyerini 75. Cannes Film Festivali’nde yapan David Bowie filmi Moonage Daydream an itibarıyla vizyonda. David Bowie’nin yaratıcı, müzikal ve ruhsal yolculuğunu keşfe çıkan yapım; “belgesel” ya da “biyografi” tanımlarının ötesinde, “sinematik bir deneyim” olarak yorumlanıyor. Bowie’nin aile üyeleri tarafından geçer not almış ilk sinema projesi olduğunu da ekleyelim.

Moonage Daydream’i anlatmak üzere, söz yönetmen Brett Morgen’da…

Bowie ile ilk tanışma ve projenin doğuşu

Hangisinin önce geldiğinden emin değilim -ergenlik mi yoksa Bowie mi- ama ikisinin de bildiğim dünyayı kökten değiştirme konusunda benzer etkileri oldu. 12 ya da 13 yaşındaydım. Bunun hakkında konuştuğumda söylediklerimin içi klişe dolu, ama hepsi doğru. Muhtemelen kendi paramla satın aldığım ilk sanatçıdır. 

Plakları kardeşimden, anne ve babamdan ödünç alırdım; Bowie’nin ardından bana müzik dünyasını tanıtacak plakları ödünç almaya başladım – The Clash, Siouxsie ve Banshees. Onlar da punk ve diğer türlere doğru önümü açtı. Ama her şey Bowie ile başladı. Kültürel uyanış, Burroughs’la tanışmam, Velvet Underground, Nosferatu, Alman Dışavurumculuğu; her şey. Biri beni anlıyormuş, fark ediliyormuşum gibi bir his vardı. Yani, hayatıma ilk girişi bu şekilde. Kaldığı yer orası olsaydı, bu da yeterli olurdu. Çünkü dönüştürücü bir rol. 

Bu film üzerinde çalışmaya başladığımda 46 – 47 yaşlarındaydım. David’i hiç araştırmadım, onun hakkında kitap okumadım, YouTube’a girip röportajlarını izlemedim. Ama müziğinin hayranı olarak kaldım. Ve röportajlarını izlemeye başladığımda, her şey çok aydınlatıcı geldi. Onun harika bir sanatçı olduğunu biliyordum. Fakat hayata dair, sanata yaklaşımıyla da uyumlu olan bir felsefi ve ruhsal yaklaşıma ne kadar bağlı olduğunun farkında değildim. Çok erken yaşlarda, çoğumuzun 30 yaşına kadar yaşamak isteyip bunu başaracağımıza inanmadığımız bir zamanda, David hayatın kısalığına derin bir hayranlık duyuyordu. Ve gerçekten her gün ve her fırsattan en iyi şekilde yararlanmak istedi. Bu yüzden stillerini olabildiğince sık değiştirdi. Kendini tehlikeli, zorlu ve cüretkar ortamlara soktu. Çoğu sanatçı, hayranlarının sadakatini kaybetme korkusuyla kendi iyi bildikleri ve iyi oldukları şeylere tutunur. Bowie her zaman kendi merakını ve kendi arayışlarını önceliklendiriyor gibi görünüyordu. İzleyiciler takip ederse ne âlâydı. 

Albüm satmanın umrunda olmadığını söylemiyorum, sanırım umrundaydı, ama kendi şartlarında. Bu söylediğimin Moonage Daydream filmimde bir karşılığı var. Bu yüzden filmi kendi öznelerimle ilgili yapmaktan ziyade, öznelerin filmim aracılığıyla kişileşmesine uğraştım. Öznelerin deneyimleriyle alakalı filmler. David gibi biri üzerine film yaptığım zaman farkındayım ki tarihe, zamana, mekâna, ona ilham veren ve ondan ilham alan insanlara dair onlarca kitap, birkaç harika belgesel var. David, benim zamanımın en çok araştırılan isimlerinden biri. Bu yüzden Bowie üzerine bir projeye yaklaşırken, fazlasıyla katedilmiş bir yolu arşınlamak istemedim. Daha gizemli, esrarengiz, yüce ve samimi olmalıydı; tıpkı David gibi. David Bowie hakkında bir film olarak tasarlanmadı. Alıntılarda Bowie ve Bowie deneyimi kapsamında, Bowie’ye dair bir film olarak tasarlandı.

Bowie’nin kişisel arşivlerine erişebilmek

Dünyadaki en iyi işe sahip olduğuma inanırım. Kahramanlarımı keşfetmek için tam erişim iznim var, hayatım gerçekten de bundan ibaret oldu. Bilirsiniz, Bob Evans’la iki yıl yaşadım. Keith’in kitabı çıktıktan hemen sonra, grubun en kritik döneminde The Rolling Stones ile bir yıl geçirdim. Kurt (Cobain) ile iki yıl gibi bir şey… 

Peki bu iş nasıl oldu? David’le 2007’de tanıştım. David ve yönetici menajeri Bill Zysblat’a kurgusal olmayan, hibrit formatta, arşiv kullanımı gerektirmeyen bir film pitch ettim. 60 gün boyunca, dünyanın her yerinde çekim yapmamızı gerektiriyordu. Sonra Bill beni aradı ve “David pitch’i çok beğendi, ama şu anda yarı emeklilik gibi bir şeyde. Zamanlama doğru değil.” dedi.

2015 yılında yeni bir janr yaratma fikri geldi aklıma, daha iyi bir sözcük olmadığı için adını “IMAX müzik deneyimi” koydum. Biyografiden uzak, izleyicinin karşısındaki sanatçıyla bir deneyim yaşamasına alan yaratan 15 filmlik bir seri olacaktı. Bundan kısa bir süre sonra David’i kaybettik. Bill’i aradım ve ne yapmak istediğimden bahsettim. Bill beni toplantıdan hatırladı. Kendisi Stones’la çalışmıştı. Crossfire Hurricane ve The Kid Stays In The Picture‘ın büyük bir hayranıydı. Ve son 25-30 yıldır David’in her şeyi arşivleyip toparladığını söyledi. Her şeyi biriktirmişti. İşte o zaman ben çıkageldim ve Bill, “Ne mutlu bir tesadüf” dedi. Bu hususta, bir dönem David’le tanışmış olmamın da büyük rahatlık sağladığını düşünüyorum. 

Bu arşivlere erişen ilk sinemacı olmaya dair hisleri

Bir arşive erişen ve belki de daha önce kimsenin karşılaşmadığı şeyleri gören ilk kişi olmak her zaman benzersiz ve yoğun bir duygu. Rolling Stones’ta da durum buydu. Crossfire Hurricane’i yaptığımda, Cocksucker Blues‘un her karesini -çekim hataları dâhil- inceledim. 27 saat. Bu bir deneyimdi. Kelimeler kifayetsiz. Açıkçası bazı Cobain kasetlerini izlemek de yıkıcıydı. Neredeyse fazla “samimi”. 

Bowie’yle ilgili birkaç an vardı ki gördüklerimi görmeleri için kapıyı açıp tüm dünyayı kurgu odama davet etmek istedim. Gördüklerim, insanın aklını başından alırdı. Bu yüzden paylaşmak istedim. Malzeme kalitesinden dolayı IMAX’i kaldıramayacağını, dolayısıyla filme dâhil edemeyeceğimi bildiğim kimi görüntüler vardı. En sinir bozucu şey buydu. “Aman Tanrım! Bu inanılmaz, bunu kimse görebilecek mi?” gibiydim. İçimdeki hayran YouTube’a gidip her şeyi yüklemek, kasetleri özgürleştirmek istiyor ama haddime değil.

Eldekileri mukayese ettiğimde, biri diğerinden daha heyecan yaratan bir materyal yoktu bence. Daha önce görülmemiş bir David Bowie performansı da hiç bilinmeyen bir BBC röportajı kadar keyifli, heyecanlı, ilham verici. Yani parçalardan ziyade bütün beni heyecanlandırdı diyebilirim.

Moonage Daydream’in nasıl tasarlandığı üzerine

Film kesinlikle bir kolaj. Orkestrasyonlu bir montaj. En heyecan verici şeylerden biri de… Bunu oğlum 13 yaşındayken söyledi, çok takdir ettim; şöyle dedi: “Filmle ilgili harika olan şey, bir sonraki adımda ne olacağını asla bilmiyorsun. 52 farklı film gibi hissettiriyor. Sürekli şu ya da bu yöne gidiyor.” Tasarımım tam anlamıyla bu şekildeydi. Ziggy’nin bölümünü bittiğinde, geleceğini düşündüğünüz son şey 50 yaşındaki David’dir. Böyle virajlar olsun istedim. Ziggy ile işiniz bitti sanıyorsunuz, fakat onun “Rock and Roll Suicide” için geri döneceğini düşünmüyorsunuz. Filmin merak uyandıran yönlerinden biri bu. 

Biyografik elementlere yaklaşımı

Filme herhangi başka bir ismi dâhil etmek istemedim, biyografik kısımlar istemiyordum. Kendimi yabancılaşma ve izolasyonun olduğu, belirli bir noktada buldum. Şu kafadaydım: “Bazı bağlamlara ihtiyacımız var. 30 dakikayı geçtik; parçaları birazcık, sadece birazcık birleştirebilmemiz gerekiyor.” 

Biyografik elementlere karşı çok katı kurallarım olduğu için annesi, babası ve erkek kardeşi ile ilgili bölümü koyduğumda kendime ihanet ediyormuşum gibi hissettim. Ancak, David Bowie üzerine bir film çekerken anlaşılması gereken ilk şey, sanatın mükemmel olmadığı ve bu nedenle, elbette, kuralların çiğnenmesi gerektiğidir. Ve bu, Iman bölümünü de tetikledi – aile kısmı ve bu kısım birbirine eşlikçi parçalar. Biyografiye apaçık şekilde yaklaştığım iki alandılar. Ama annesi ve babası hakkında konuşurken pek bir şey söylemiyor, sadece anne ve babayla konuşuyor. Bunun genel geçer olması gerekiyor ki onu kendi deneyiminizle ilişkilendirebilin. Ben de bunu kendi deneyimime bağlayabilirim. 

Ziggy Stardust’tan üç ay önce, Mick Rock ile Bowie’nin kullanmadığım harika bir röportajı vardı. Bir soyunma odasındalar ve Mick diyor ki “Hey, plak şirketinden David bana Ziggy Stardust şeyini sormamı söyledi. Benim duyduğum şey, bir uzay adamı gibi bir şey, her neyse. Nedir bu?”. David de diyor ki: “Çok kıyak bir şey. Sadece bir uzay adamından ve radondan bahsettim. Bu kadar. Ortada başka bir şey yok! Boşlukları onlar dolduracaklar. Bunu tamamen başka bir şeye dönüştürecekler.” Tipik Bowie – hiçbir şey, asla açıklanmıyor.

Sinema tarihindeki diğer David Bowie belgeselleri

Sürecin başlarında Francis Whately’ye -David hakkında üç harika belgesel yapan kişi- yazdım çünkü bana bir parça materyal lazımdı. Ve dedim ki: “Dinle, sana karşı çok net olmak istiyorum. Filmlerini çok seviyorum, onları taklit etmeye çalışmıyorum; filmlerinin var olduğunu bilerek kendi filmimi yapıyorum. Filmlerinin David’in şu ya da bu sanatçıyla ne zaman ve nasıl çalıştığıyla ilgili daha akademik bir yaklaşımı var, bu yüzden daha açıklayıcı.” Ben ise kitaplarda yer vermek için çok fazla malzeme olduğunun bilinciyle, bir kitapta anlatamayacağın her şeyi bu filmde yapmak zorundaydım.

D.A. Pennebaker’ın Ziggy Stardust filmini 1983’te Westwood’daki United Artists Six’te izledim, Wilshire Bulvarı’nın biraz güneyinde. Ve onunla ilgili hatırladığım kırmızı, grenli ve odak dışı olduğu. Albümü ilk duyduğumda aklımda canlanan Ziggy Stardust gibi bir şey değildi. Ve bu projeye geri döndüğümde Pennebaker filminin dahiyane olduğunu düşündüm. Bir performans daha zekice belgelenemezdi. Oradaki Ziggy değil, Ziggy kılığındaki David Bowie. Ben de Ziggy bölümüyle ilgileniyordum, Ziggy’deki gökkuşağı renklerinin her birini yaratmayla. 400 saatlik bir renk çalışması yaptık. Kırmızıları mora boyamaya, yanlara da sarılar eklemeye başladık. Ve sonra animasyonu sayesinde, başka renkler de ekleyebileceğimizi fark ettik; böylece Ziggy kısmının sonu bir gökkuşağı hâline geldi. Bu heyecan vericiydi: Ziggy’yi izah etmedik, sadece Ziggy’yi sahneledik.

Önceki üretimlerinin Moonage Daydream’e tesiri

Her üç filmde de ilk işim, ipuçlarımı seçmek oluyor. İlk yaptığım şey. Moonage Daydream’i yazmam şu şekilde oldu: Kaostaki geçiş çizgisini kurduktan ve uygulayabileceğim şeylerin daha esnek tanımlarını yarattıktan sonra, 1967’den başlayarak her albümden bu temalarla ilgili üç şarkı seçtim, bir düzen ve akış buldum. Bu da bir filme dönüştü.

David Bowie’nin mirasını idare edebilmek

Sorumlu kişiler, “Dilediğin gibi kullan” dediler. Tek prensip şuydu: David filmi yetkilendiremeyeceği veya onaylamayacağı için “Brett Morgen’ın kafasındaki David Bowie” fikri üzerinden ilerledik. Bugüne dek inanılmaz destek oldular ve ne istersem yapmama izin verdiler. 

David’in bu filmi sevip sevmeyeceğini cevaplamak bana düşmez fakat filmi gösterdiğimiz tüm ortaklar ve meslektaşları, David’in bu filmi seveceğini söyledi. 

Gelecek projeleri hakkında

Sonraki filmim ikonik bir oyuncu üzerine. Bowie üzerinde çalışan bir sanatçı olarak öğrendiğim şeylerden biri, konfor alanımdan çıkmaya ve kendime meydan okuma ihtiyacım olduğu. Bu film benim için öyle oldu ama öte yandan arşiv filmlerini 20 yıldır yapıyorum ve artık risksiz benim için. İnsanlarla etkileşime girmek zorunda olmadığım, çok güvenli bir yer. Kendi alanımda, evimde oturuyorum ve yaratıyorum, ve bu çok rahat. Cinéma vérité’den 1990 yıllarında vazgeçtim çünkü gidip tüm zamanımı başka birini takip ederek geçirmek istemedim. 

Bir sonraki konuya nasıl yaklaşacağımı düşündüm, bir mitoloji yaratma yoluna girecektim; her zaman yaptığım şeyi, yani bu aktörün mitolojisini alıp markalaştıracak bir yola girecektim ama bunun fazla konforlu olacağını fark ettim. İleriki filmimde, bir oyuncunun senaryoyu eline aldığı andan setteki son gününe kadar 7/24 evde onu takip edeceğim, doğrudan cinéma vérité,  Fred Wiseman-vari bir film olacak. Ve kural şu ki, bana hiçbir zaman kamerayı kapatmamı söyleyemez. Ona bunun benim için korkunç olacağı ve onun için de korkutucu olacağını söyledim, çünkü ikimizin de kontrolü yok – fakat ikimiz de kontrol manyağıyız!

Çeviri: Cansu Çubukçu