Müzisyenlerden mektuplar: Şevket Akıncı

Bant Mag. No:74’te müzisyenlerin farklılaşan hisleri, gerçeklikleri ve deneyimlerine kulak verelim istedik. Pandemi ve yaşanan türlü gelişmeler müziğe olan yaklaşımlarını nasıl değiştirip dönüştürüyor? Yeni üretimlerinde nasıl izler sürülebiliyor? Neler onları motive ediyor? Neler öğreniliyor? Neler çok can sıkıcı? Neler “devam” dedirtiyor? Sorularımızı Türkiye ve dışarıdan pek çok müzisyene, DJ’e yolladık. Yanıt alabildiklerimizden size mektuplar topladık.  

24 yıldan sonra gelen ilk “şarkı albümü” olan Radyo Ekoton’u 2020’de paylaşan müzisyen, prodüktör ve akademisyen Şevket Akıncı yanıtlıyor.

“Örgütlenmemiz gerektiği gerçeğini her gün daha çok görüyorum. Maddi açıdan varlığımız buna bağlı.”

“Çok uzun süredir verdiğim konserlerin çoğu doğaçlama ve yaptığım müzik o anda orada, sahnede şekillenir. Bu bağlamda müzisyenlerle aramda karşılıklı etkileşim hatta dinleyici ve mekânla etkileşim ve enerji alışverişi son derece elzem. Walter Benjamin’in bahsettiği ‘aura’nın ortaya çıktığı yer sahnedir. Bu sadece doğaçlama müzik için geçerli değil tabii, her tür müzik için öyle… Ama doğaçlama için ilk şart budur! Ayrıca, sadece maddi, tinsel ve duygusal bir ihtiyacı tatmin eden bir şey değil müzik, müzisyenlerin ‘mesleği’ değil sadece, bir hayat biçimi. 24 saat süren bir şey bu. Eve kapanmamız büyük bir yoksunluğa ve varoluşsal bunalıma sebep oldu. Müziği nasıl paylaşacağımızı bilemedik. Instagram’da canlı konserlere verdik kendimizi. Ama aynı şey olmadığını çok kısa sürede anladık.” 

“Çoğumuz gibi benim de 2020’ye dair planlarım altüst oldu. Geçen sene ocak ayında yayınlanmış son şarkı albümüm ‘Radyo Ekoton’ için sadece bir konser verebildim. Bu tabii birçok müzisyenin şanssızlığı. Sene boyunca klipler çekerek tanıtmaya çalıştım. Pandemi olmasaydı bu kadar sık klip çekmezdim gibi geliyor bana. Bunun dışında çok önemli konserler iptal oldu. Bir Avrupa turnem vardı. Ruşen Alkar ile konserlerimiz vardı. İKSV Caz Festivali bir kompozisyon siparişi vermişti, Arter’de gerçekleşecek 50 kişilik bir önemli konser olacaktı. O konser için çok çalışmıştım ve tahmin edersiniz bu işin organizasyonu çok zordu. İptal oldu. Beethoven’ın 250. yılı için Duisburg’da düzenlenen bir festival için üç kompozisyon siparişi almıştım. Prömiyerine katılamadım. Bu elbette hepimizin yaşadığı problemler. Bahçeşehir Üniversitesi’nde dersler verdiğim için maddi açıdan belirli bir gelirim var ama tahmin edebileceğiniz üzere artık yetmiyor. Çocukların okul taksidi, faturlar derken ay başında bitiyor para. Fransızca dersler vermeye başladım ben de. Yine zor tabii.”

“Uzun süre hiçbir şey yapmadım, Netflix’de dizi izledim. Anksiyete olduğu için de epey aptal diziler izlemeye gayret ettim. Ne var ki, ne zaman biteceğini bilemediğimiz bir sürecin içinde olduğumu anlamam uzun sürmedi. Normalde yapamadığım şeyleri yapmaya başladım. Uzun süre cazı boşlamıştım, Charlie Parker soloları çıkarttım, Bill Evans’ın chord sololarına çalıştım. Tekniğim kötü sayılır, o yüzden pratiğe verdim kendimi. Bu bir süre iyi geldi bana. Ama bir süre sadece. Üretmeden kendini boşlukta hissedenlerdenim. Ancak yeni yeni başka bir alanda var olmaya başladım.” 

“Doğaçlamanın bir tanımı hızlandırılmış beste olduğunu düşünürsek, beste de yavaşlatılmış doğaçlamadır diyebiliriz. Dolayısıyla bestelemek ve doğaçlamak da aynı ihtiyacı karşılıyor bende. Yeniden beste yapmak sahnede doğaçlayamamanın yarattığı boşluğu bir açıdan dolduruyor. Şimdi bu oluşturduğum parçaları kaydediyorum. Ve peş peşe beste yapmaya başladım. Ponza ve Deli Bakkal’dan tanıdığımız Mehmet Korkmaz’ı prodüktör olarak seçtim ve onun evinde kayıtlar yapıyorum bugünlerde. Ayrıca kendim de prodüktörlüğe de daha fazla vakit ayırabiliyorum. Selin Baycan, Öykü Aras, Cansun Küçüktürk, Serhat Aka gibi arkadaşlarımın prodüktörlüğünü ve aranjörlüğünü yapıyorum. Ayrıca başka projeler de var. Anıl Eraslan’ın, Tolga Tüzün’ün, Zeynep Oktar’ın albümlerinde çaldım ya da çalacağım. Serdar Ateşer ile birlikte yürüttüğümüz enteresan bir proje var. Bunlara odaklanıyorum.”

“Hepimiz gibi, kanıksadığımız bazı özgürlüklerin değerini daha iyi anladım. Hepimiz mahkum psikolojisi yaşıyoruz diye düşünüyorum şahsen. İzin saatlerin var. Görüşme alanların var vs. Pandemiden önce bir koşuşturma içindeydik. Değişim hızı da o kadar çoktu ki, neyin doğru ve neyin yanlış olduğunu anlamamıza fırsat bulamadan karar vermeye zorlanıyorduk. Etrafım boşalınca kendi iç sesimi duymaya başladım. Yalnız insanlarda duyular keskinleşir. Yalnız insanlar, bizim göremediğimiz şeyleri görürler, dünyaya daha duyarlı bir bakışla bakarlar. Biz de insanlarla görüşerek düşünmekten kaçarız, çevremizde olup bitenleri gözlemleyemeyiz. Bu nedenle yalnız insanlar bizim göremediklerimizi görürler. Bir odada yalnız kalan insan saatin vuruşlarını açık seçik duyar ama odaya biri girerse ve bir konuşma başlarsa onu artık duymaz olur. Oysa vuruşlar duyulmaz hâle gelmemiştir. Şimdi hepimiz yalnızız. Ben de tabii… O yüzden kendimle ve çevremle de yüzleştim. Bu zor oldu elbette. Hesaplaşma geçmişimle, geleceğimle ilgili korku dolu düşüncelere sebep oldu. Ama bir taraftan an’a odaklanma becerisini de geliştirdim. Yazdığım şeylerde içimdeki özgür olana daha çok bağlandım, sanatçı olmama sebep olan içimdeki merak eden ve keşfeden çocuğun sesini daha çok duyar oldum. Pandeminin öğrettiği şeylerden biri de bu sanırım.” 

“Örgütlenmemiz gerektiği gerçeğini her gün daha çok görüyorum. Maddi açıdan varlığımız buna bağlı. Sadece müzisyenler değil, mekân sahiplerinden garsonuna, eğitimcisinden radyo programcısına, müzik yazarından DJ’ine. Ama cemaatçilik gibi bazı bizim memlekete özgü bazı şeyler var; haset, kıskançlık, rekabet, önyargı reflekslerimizi kıramadığımız için bir türlü fikir birliğine varıp, karşılıklı yardımlaşmaya dayalı kolektif bir güce dönüşemiyoruz. Bu umut kırıcı. Çünkü çözümü örgütlenmede görüyorum.” 

“Bu süreçte özellikle yurt dışında tanımadığım insanlarla iş birliği yapma fırsatı buldum. Pandemi olmasaydı bunu yapamazdım. Aklıma gelmezdi. Buradaki müzisyen çevresi ile yetinmeye alışık olduğum için. Çok da düşünmüyordum ayrı bir müzisyen çevresiyle etkileşim içinde olmayı. Belirli bir ataletten ve rutinden kurtulma fırsatı buldum.” 

“Taleplerim: Devletin müziğin medeniyet ve demokrasinin ayrılmaz bir parçası, hatta bir ihtiyaç olduğunu anlayıp, ona göre bir düzenleme yapması. Bin liralık sadakalarla olacak iş değil bu. Devletin müziğe, sanata ayıracak parası var. Tüm suçu otoriteye atmak da doğru değil bu arada, toplumun büyük bir kısmı köleliğinden memnun gibi nedense… Bilmiyorum. Mesele şu bence: aslında kolektif duygu ve kamuoyunun gücü bugün bile çok ciddi bir güç. Peki toplumsal güç varsa, nasıl oluyor da bu güç insanları daha ahlaklı daha ‘insan’ bir hâle getiremiyor? Çünkü bu güç hâlâ kendisini insanileştirememiş vaziyette. Problem, toplumsal yaşamın, insana saygıya değil, kutsala tapınmaya, özgürlüğe değil ayrıcalıklara, kardeşliğe değil sömürüye, adalet ve gerçeğe değil, kötülük ve aldatmaya dayalı olmasıdır. İnsanların büyük bir bölümünün çektiği acı, pandeminin yani doğanın merhametsizliğinin ya da doğaüstü yasaların kaçınılmaz sonucu değil, insan iradesine bağlı toplumsal gerçekliklerden doğuyor ve ancak insanın çabasıyla ortadan kaldırılabileceğine inanıyorum. Bu gerçekleri başımızdaki otorite kabul ederse ancak sadece biz müzisyenler değil tüm toplum düzelir. Ama hepimizin bildiği üzere bu ahval ve şeraitte bu düzenle bu iktidarla bu imkânsız…”  

“Nasıl günler bu günler: Müzisyenlerden mektuplar” dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No: 74’e ulaşabilirsiniz.