Müzisyenlerden mektuplar: Su İdil

Bant Mag. No:74’te müzisyenlerin farklılaşan hisleri, gerçeklikleri ve deneyimlerine kulak verelim istedik. Pandemi ve yaşanan türlü gelişmeler müziğe olan yaklaşımlarını nasıl değiştirip dönüştürüyor? Yeni üretimlerinde nasıl izler sürülebiliyor? Neler onları motive ediyor? Neler öğreniliyor? Neler çok can sıkıcı? Neler “devam” dedirtiyor? Sorularımızı Türkiye ve dışarıdan pek çok müzisyene, DJ’e yolladık. Yanıt alabildiklerimizden size mektuplar topladık.  

İlk albümü Anlat Bana’yı 2020’de yayımlayan, yerli caz sahnesinin dikkat çeken seslerinden Su İdil yanıtlıyor.

“Bu hak etmediğimiz cezayı atlatabilmemiz epey zaman alacak galiba.”

“Pandemi yaşamımla ilgili sahip olduğum, beni tanımlayan ve en sevdiğim kimliklerimden birini tamamıyla susturdu. Hüzünlü ve bir miktarda küskün bir suskunluk bu. 15 yaşımdan beri, yani neredeyse 12 yıldır sahnede olan bir insanım. O yaşımdan beri de tek gelir kaynağım şarkı söylemek oldu. Gelir kaynağının ötesinde ergenlikten yetişkinliğe ‘Şarkıcı Su’ olarak geçtim ben ve sanki şu an içimde bir uçurum açıldı; beni ben yapan çok majör bir parçam da öteki tarafta kaldı, ulaşamıyorum ona. Pandemi başından beri dönem dönem kendimi zorlayıp ses tellerimi de tembelleştirmemek adına egzersizler yapıyorum, piyano çalışıyorum. Ama en son ne zaman içinden geldi de bir şarkı söyledin, diye sorarsanız, hatırlamıyorum. Üretim kısmı da bu psikoloji içinde kendi adıma epeyce sekteye uğradı. Sanırım bir şok evresindeyim hâlâ. Hani olur ya düşersiniz ya da kaza geçirirsiniz ve şoku atlattıktan sonra bir duygu belirtisi gösterirsiniz. Muhtemelen benim üretim olarak çıkacak duygularım da kendi memleketinde öksüz bırakılmış büyük bir sektörün parçası, bir müzisyen olmanın şokunu atlattıktan sonra gösterecek kendini. Derler ya bir insana verilebilecek en büyük ceza onu yok saymaktır. Bizim bu hak etmediğimiz cezayı atlatabilmemiz epey zaman alacak galiba.” 

“Hem genç bir insan hem de sanatla uğraşan biri olarak acı bir gerçekle bu kez yadsıyamayacağım bir şekilde yüzleştim. Türkiye’de müzik yapmak istiyorsan mutlaka bir B planın olmalı. Çünkü diğer tüm sanatçılar ve sektörde dayanıştığın pek çok insan gibi yalnızsın. Dolayısıyla sanatına inanılmaz saygı duyduğum pek çok illüstratörün affına sığınarak birkaç senedir benim için kafa boşaltma aracı olan çizimlerimi satmaya başladım. Önümü görebileyim, onun da ötesinde sabahları beni yataktan kaldıracak bir amaca tutunabileyim diye. En azından bir yol çizebildiğim için şanslı hissediyorum kendimi. Ancak ne tuhaftır ki kendi adıma yarattığım bu çıkış yolundan duyduğum mutluluk, suçlu hissettiriyor bana. Pandemi başından beri haberlerini aldığımız, geçim sıkıntısından canına kıyan yüzlerce müzisyenin acısı, bireysel mutluluğumu bastırıyor. Yaşadığım ülkede bizden sorumlu olan insanlardan bir talebim… Yok. Yerine gelmeyeceğini bildiğim için defalarca çarptığımız o duvara bi kez daha toslamak istemiyorum. Dolayısıyla bir beklenti, umut da beslemiyorum. Beni ayakta tutan tek şey kendi şarkılarımı söyleyeceğim ilk gün buluşacağım müzisyen dostlarım, göreceğim güler yüzler ve hasret kaldığım alkış sesi…”

“Nasıl günler bu günler: Müzisyenlerden mektuplar” dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No: 74’e ulaşabilirsiniz.