Nasıl yapılır?: Meltem Şahin
İllüstratör ve animatör Meltem Şahin, farklı kavramsal yaklaşımlar, fikirler ve pratikleri kesiştiren bir sanat yaklaşımına sahip. Dijital alanı da kapsamına alan son dönem projeleri arasında kürasyonunu üstlendiği ve 2017’de Bant Mag. Havuz / Bina’da açılan Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisi PMS, karantina günlerinde “kaygılarıyla başa çıkmak” için başlattığı #myquarantinefriend serisi, çeşitli Instagram filtreleri, geçtiğimiz yaz Kıraathane İstanbul’da açılan üçüncü solo sergisi Birinin acısı öbürüne geçmiyor ve yakında lansmanını yapacak, orman yangınlarında zarar gören bal ekosistemine odaklanan NFT merkezli sosyal sorumluluk projesi Beeing Hope var.
Bir süredir Muğla’da yaşayan Meltem Şahin, farklı disiplinlerden sanatçıların yaratıcı süreçlerini anlattığı Nasıl yapılır? başlıklı serimizin ilk konuğu. İllüstrasyon ve animasyonu “konfor alanı” olarak tanımlayan Meltem Şahin, hem üretme motivasyonunun zaman içinde nasıl şekil değiştirdiğini hem de bu süreçte takip ettiği metotları detaylı bir şekilde anlattı.
Son dönemde çalışmalarına yön ve ilham veren başlıca unsurlar/temalar neler?
Son yıllarda içimdeki aktivist sanatçı beni ele geçirdi diyebilirim. Türkiye’de yaşayan bireyler olarak o kadar talihsiz olaylara tanık oluyoruz ki, bir sanatçı olarak buna kayıtsız işler üretemiyorum. Özellikle kadın ve queer konuları üzerine çalışıyorum. Son zamanlarda beni heyecanlandıran iş yapış biçimleri ise kapsayıcı, transparan, toleransı yüksek ve katılımcı süreçler. Ortak yapılan işlerde ise işe başlamadan, o işin savunduğu değerlere ve o değerlerin benimkilere ne kadar örtüştüğüne bakar, ona göre karar veririm.
Seni en çok neler bir şeyler üretmeye yönlendiriyor?
Geçtiğimiz aylarda Rhode Island School of Design’da üretim süreçlerim üzerine sunum yaptım. Ve bu sunum için hazırlanırken farkettim ki benim iki farklı yaratım sürecim var. Biri daha içgüdüsel, süreç odaklı, doğaçlamalardan oluşan bir süreç. Bazen bu süreçte sanat üretimini kendi sanat terapim olarak kullanabiliyorum. Duygularımı, acılarımı, mutsuzluklarımı, zavallılıklarımı gözlemleyebilmemi, gerekirse arkamda bırakabilmemi sağlıyor. Diğer yaratım sürecim ise daha zihin odaklı, araştırmaya dayalı, merak ettiğim, işlerime dökmek istediğim konular, fikirler üzerinden ilerliyor. Bu fikirler de geçtiğimiz yıllarda daha sanat felsefesi odaklıydı ama son dönemlerde çoğunlukla kadın ve queer konuları beni yeni yapıtlar üretmeye itiyor.
Teknolojinin gelişmesi ile ortaya çıkan medyumlar beraberinde getirdiği aksiyomları ile beni yeni şeyler düşünmeye zorlayıp beni bir sanatçı olarak geliştiriyor. Son yıllarda artırılmış gerçeklik, ve makine öğrenimi teknolojilerini takip ediyorum. 2017 yılında Bant Mag. ile yaptığımız kadınların PMS deneyimini konu alan sergi, Türkiye’nin ilk artırılmış gerçeklik sergisiydi. Artırılmış gerçeklik dünyasına girdikten sonra aynı teknolojiyi kullanan filtrelere yöneldim. Ben dijital işler üreten, filtreler yapan bir sanatçı olarak; filtrelerin yeni bir sanat biçimi olduğunu düşünüyorum. Fransız filozof Merleau-Ponty, bir ressamın vücudunu dünyaya ödünç vererek dünyayı resimlere çevirdiğini söylemiş. Bu fikir beni bir sanatçı olarak da hep etkiledi. Bu fikri filtre bağlamında düşündüğümde ise filtrelerin sanatçılar dışında kullanıcılar için de onları sanata dönüştürebilen bir imkân yarattığını fark ettim.
Hayatının son dönemlerinde üretimlerin ve çalışma pratiklerin üzerine seni yeniden düşündüren ya da dönüştüren neler oldu? Hangi açılardan?
2020 Mart ayının başında 3 arkadaşımla birlikte İstanbul’da tam Covid patlamadan önce İstanbul’dan Marmaris’in bir köyüne taşındık. Bu karantina döneminde kaygılarımla başa çıkmak için #myquarantinefriend projesini başlattım. Yavaş temposu ve sakinleştirici doğasını göz önünde bulundurarak arkadaşımı boncuklardan dikerek yaratmayı seçtim. Karantina arkadaşımla dostluğum yaratım sürecinde başladı ve bittiğinde de devam ediyor.
O yılın mart ayından haziran ayına kadar tüm dijital üretimleri durdurmuştum ve bu ara benim için inanılmazdı. Bu süreç bittiğinde dijital çalışmalarıma tekrar dönmek bana çok iyi geldi.
Geçtiğimiz sene getirdiği bütün olumsuzluklara rağmen, kariyerim açısından en başarılı yıllımdı diyebilirim. Yapay zekâ teknolojisini kullanarak ürettiğim işim National Gallery’nin AI koleksiyonuna seçildi. GIPHY platformu yeni özellikleri için benden kısa animasyonlar istedi ve o animasyonlar dünyadaki en önemli illüstrasyon yarışmalarından biri olan Society of Illustrators’ta gümüş madalya aldı. Bir de Apple ile Perspektif İstanbul kapsamında workshop verebilmek benim için bir onurdu. Tüm bunlar yıllardır durmadan, yorulmadan üreten bir sanatçı olarak beni devam etmem için inanılmaz motive etti, bana doğru yolda olduğumu gösterdi.
Son dönemde üzerinde çalıştığın ve bizimle en çok paylaşmak istediğin projen/çalışman nedir?
Son zamanlarda hem Pera Müzesi için çok heyecanlandığım bir Instagram fitresi üzerine, hem de Beeing Hope isimli, geçtiğimiz yaz Muğla’da çıkan yangınlarda zarar gören bal ekosistemini odağına alan bir sosyal sorumluluk projesi üzerine çalışıyorum. Yangını doğup büyüdüğüm Marmaris’te yaşamış, evini savunmak zorunda kalmış, iki hafta boyunca sahalarda çalışmış bir sanatçı olarak hem korumaya çalıştığımız arılar ve onlara bağlı ekosistem için hem de NFT dünyasının yaratabileceği sosyal faydaya örnek teşkil etmesinden dolayı bu projeyi çok değerli buluyorum. Bu proje, Türkiye’de NFT alanında multidisipliner bir yaklaşımla oluşturulmuş ilk proje olması açısından da çok önemli. Bu projede illüstratörler, grafik tasarımcılar, fotoğrafçılar, heykeltıraşlar, animasyon ve ses sanatçılarından oluşan 30’u aşkın sanatçının oluşturduğu 10 bin dijital eser, NFT’ye dönüştürülerek doğaya destek vermek isteyenlerle buluşacak.
Bu projeyi üretirken eskizden/taslaktan/fikirden “son” hâle gelene kadar nasıl bir süreç işledi senin için? Aşamalar neler? Bu aşamaların farklılık gösterdiği durumlar oluyor mu? Aşamaları belirleyen ne oluyor?
Yazın yangınlardan sonra bu yaşadığım travmatik deneyimi çizmek istedim. O dönemler bana çok ağır geldi ve konuyla ilgili hiçbir şey üretemedim. Fakat bir ay kadar önce bu projenin güzel ekibi ve çoğu arkadaşım olan sanatçılarla buluşup yanan yerlere bir daha gittiğimde, tüm bu yangınlara ve genel olarak iklim krizine karşı olan karamsar yanımda bir umut doğdu benim için. Ve illüstrasyonları üretirken hiç zorlanmadım, aksine büyük bir heyecan ve mutlulukla yaptım. İllüstrasyonlarımda yanmış, kararmış görsellerden ziyade, bitkiler ve arıların ilişkisini konu aldığım daha neşeli bir dünya yaratmak istedim. Her illüstratör bu proje için kod ile üretilmiş (generated) 360 iş hazırladı. Çizimlerimi iPad Procreate’de yaptıktan sonra, düzenlemelerimi Photoshop üzerinde bilgisayarımda yaptım.
Bu proje için çizdiğim her karakteri parçalara böldüm. Mesela çiçek kafalı bir karaktere 5 farklı çiçek kafası çalıştım ki tüm bu karakterlerin ve arka planların varyasyonlarından toplamda 360 iş çıkabilsin. Bu süreç benim için çok farklı, keyif verici ve öğreticiydi. Özellikle NFT dünyasında çok karşılaştığımız, generated işleri üretmeyi de bu proje sayesinde deneyimleyebilmiş oldum.
Nasıl bir çalışma ortamın var? çalışma masanda ya da ortamında olmazsa olmazların neler? Seni işe motive eden bir obje var mı mesela?
Üç ay öncesine kadar kendime ait sabit bir çalışma masam olmamıştı. Beni en çok motive eden şey sanırım bir objeden ziyade, başka insanların yanında çalışabilmek. Karantina öncesinde Marmaris’e taşınmadan önce Atölye diye ortak çalışma mekânına gidiyordum. Oraya gitmediğim zamanlarda ise kafelerde çalışıyordum. iPad’imle illüstrasyonlarımı yaparken benim için en ideal versiyon bu sanırım. Şimdi Marmaris’te benzer deneyimi kendime ait stüdyomda arkadaşlarımı çağırıp birlikte çalışarak yaratabiliyorum.
Bir şeyler üretmek için işin başına oturmada modun etkili oluyor mu? Ne şekillerde?
İllüstrasyon ve animasyonu kendimi en kötü hissettiğim anlarda bile yapabilirim. Onlar benim konfor alanım. Onları yapmaktan o kadar zevk alıyorum ki bazen sosyalleşmemin bile önüne bile geçebiliyor. Hayatımda bunların dengesini korumaya çalışıyorum. Eskiden işlerimi karanlık tarafımdan, gölgemden beslenerek üretirdim. Üretirken duyduğum zevk ve tatminin yanında bir yandan tekinsiz, güvensiz hisseder bir nevi acı çekerdim. Artık çok daha rahat bir yerden işler üretebiliyorum. Hele çizim tabletinden iPad’e geçtikten sonra ister masamda, ister yatakta, ister koltukta çalışabiliyorum.
Ama mesela şu an sizinle yaptığım söyleşi veya makale gibi şeylerde, modumun etkisi oluyor, çok çabuk dağılabiliyorum. Onları sabah çok erken, daha kendime gelemeden, kimseler uyanmadan, telefonum çalmadan yapmayı tercih ediyorum.
İş başında olmadığında da devam eden zihinsel bir süreç var mı? Biraz açar mısın?
İstanbul’da yaşarken çok fazla toplu taşıma kullanırdım. Ve Marmaris’e taşındığımda farkettim ki yapıtlarımdaki neredeyse tüm fikirlerimi kafamı cama yaslayıp şehrin bir yerinden diğerine giderken buluyormuşum. Yeni yerimde benzer deneyimi yakalayabilmek için doğa yürüyüşlerine çıkmaya başladım. Zihnimi bir taraftan yola bakmak, yürümek gibi aktivitelerle meşgul edince, aslında daha özgür, stres olmadan düşünebildiğimi farkettim. Onun dışında da evdeyken özellikle duştayken ve hemen uyumadan önce işlerimi hep düşünürüm. Hatta o gün yeni bir iş bitirmişsem, gece yatmadan ve sabah kalktığımda mutlaka tekrardan açıp bakarım nasıl olmuş diye.