Üstümüze başımıza dert sağanağı: Rain Dogs ve hissettirdikleri

Yazı: Esin Çalışkan

Nereye gitsek orada kovalamaca oynayan annelere bir ağıt, seçilmiş ailelere duyulan minnetlerin karşılığını ziyadesiyle alan bir iç dökme seansı, yetişkinler için bir büyüme parodisi yahut sınıf ve cinsiyet eşitsizliğinin yakıcı gerçeklerine dair bir hikâye… Bunların hiçbiri, HBO ve BBC ortaklığında Cash Carraway tarafından yaratılan Rain Dogs’u anlatmak için geçerli olabilecek benzetmelerden biri değil. Rain Dogs, içlerinden herhangi birine ait olmadığı gibi tek bir bakışıyla hepsini silip atma cüretinde bulunan Daisy May Cooper’ın şahane oyunculuğunun açtığı yolda, sarsıcı ve grotesk bir dram yaratırken yılın açık ara en iyi işlerinden biri olduğunu da cümle âleme duyuruyor.

Bu yazı, diziyi henüz izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Sekiz bölümüyle, yaklaşık iki film süresine tekabül eden akışı boyunca ağır ağır demlenen ve ağızlarda kalan acılığın kaynağını bir türlü anlayamadığınız bu eşsiz seyirlikte, gülmek için soluklandığınız yerler kara komedinin öyle tenha köşeleri ki sonunda kocaman bir yalnızlıkla yüzleşmek gerekiyor. Komedi demişken, bu lafın kaynağını da bir müddet düşünmem gerek. Kötü haber; kolektif yalnızlıklarımız ve geçmişimizin baş köşelerinde saklanan toplumun, sistemin ve başkaca seslerin içimize yaylım ateşi şeklinde yansıttığı çaresizlikler ile baş etme hissi baki ve fazlasıyla gerçek ne yazık ki. Üstelik türünün en umutsuz ve çiğ taraflarından beslenen Rain Dogs, karamsarlığını kendine katık yaparken ufacık bir umut veya ışık belirtisi vermiyor. Yeni bir günün peşi sıra getirdiği belirsizlikler, var olma çabası ve ancak yakınlarımızın omuzlarında yükselerek su üstünde kaldığımız kimi anlar da bir o kadar tanıdık hissettiriyor.

Rain Dogs, Cooper’ın üzerine olabilecek en gerçek şekilde giydiği karakteri Costello Jones’un -99 gündür ayık- kızı Iris ile birlikte kirayı ödeyemedikleri belediye konutlarından; âdeta bir ezberi tekrar edercesine kaçtıkları açılış sahnesiyle başlıyor. İlk bölüm, bu durumun beraberinde gelen evsizlik sorununun etrafında örülü; ikili birkaç saati çamaşırhanede, bir arabanın içinde ve en nihayetinde bedava sunulan bir hizmetin güven vermeyen kurtlarıyla kaplı bir odada geçiriyor. Elbette sonuncusu kısacık sürüyor. Londra’da olsak da metro görmediğimiz, devasa parklarda sabahlama fikrinin ise herhangi bir anne-kız için ne daha romantik ne de daha güvenli gelmediği aşikâr bölümde; bir tacizcinin ağzından çıkan “gıda bankası vücudu” betimlemesinin kesifliği muhtemelen diziden yediğimiz ilk kroşe. Jones kızını, berbat durumların içinden çıkarmak üzere attığı her adımda, bahsini geçirdiğim cankurtaran sıfatına layık iki arkadaşına başvuruyor: Hapishaneden yeni çıkmış, zenginliği sadece hayattaki her şeye nefretini artıran, kendi deyişiyle “akışmayan gay” Selby (Jack Farthing) ve babasının cenaze evinde çalışan, yine de ölüleri hayattan koptuktan sonra pek de kale almadığı belli Gloria (Ronke Adekoluejo). 

Kimselere benzemeyen hayatlara cüretkâr bir göz kırpış

Çarpıcı olan Costello ve Selby arasında yaşanan, kökleri üniversite yıllarına dayanan bu ilişkinin, aslında temelde herhangi bir dostluk ilişkisinin; nasıl toksiklikler içerebileceği üzerine çabucak bir saldırı sağanağı içine düşmemiz. Sevginin yeterli olmadığını görünce bizi kavuruverecek gibi gelen yangınlara göğüs gere gere ayrıldığımız partnerlere koklatmadığımız tahammülü nasıl bir şekilde dostlarımıza öylece buyur ettiğimiz. Costello’nun, hemen her bölümde farklı bir mekânda süren mücadelesi, tahmin ettiğiniz gibi o kadar çok kaynaktan besleniyor ki bir noktada sinir krizi geçirmesi ya da öfkesini ulu orta sergilemesi kaçınılmaz oluyor. Aslında o, tüm bunların yanında ilk kitabını çıkarmak isteyen bir yazar ve yayınevleri kendisinin “yeterince makul” bir işçi sınıfı olduğundan emin olana kadar seks işçiliğinin çeşitli türlerinden para kazanıyor. 

Peki kendisi ile röportaj yapmak isteyen bir gazetenin süs gibi kondurduğu sayfalarında, ağzından hiç çıkmayan sözlerle lanse edilmesi hangi yayıncılık politikasına sığan bir anlayış ola ki? İkiyüzlülük, kapitalizmin değişmez yaması… Sonra kulağım, Carraway’in Bukowskivari sesinin güçlü vuruşlarını duymaya başlıyor. Şok, şiddet ve müstehcen dilin altında, sınıf ve cinsiyet eşitsizliğine dair gerçekleri; daha önce neredeyse hiç kimsenin bu cürette yapmadığı dokunuşlarla harmanlıyor Rain Dogs. Costello’nun Selby ile birlikte gelişmiş, bir sarmaşık gibi birbirini sarmış yönlerine dönersek, burda yaşanan düğümü açmak hiç kolay değil. Selby; intiharı bir hobi gibi görmüş, en sonunda da “sevdiği işi” yaparak ölmüş babası ile oğlundan ne noktada vazgeçtiği şüpheli annesi Allegra arasında normallik anlayışı iyice altüst olmuş, maalesef yıkıntısının büyüklüğü kilometrelerce öteden sezilen bir felaket abidesi. Sevdiği insanları nefret duygusuyla eşlemekte bir beis görmeyecek kadar da ayarı kaçmış bir duygu manipülatörü. 

Dikkat, sınıf alert: Allegra onu uzaklaştırmaya çalıştığında bir çiftlik evini uygun görürken, Costello için çözüm her daim sokak. Bu sırada parlak bir fikirde birleşiyorlar; taşraya birlikte kaçmak ve sanki böyle bir şey varmış gibi işlevsel, zengin bir aile gibi davranmak. Carraway’in sınıf hakkında yazdıkları dahice, “seçilmiş aile”nin korkunç bir deneme sürümünü yamacımıza öylece bıraksa da. Öte yandan, dizinin yan karakterinden biri olarak bahsetmeye dilimin varmadığı eski-hasta bir dikizci rolünü layığıyla oynayan Adrian Edmondson, Lenny kimliğinin altında harikalar yaratıyor. Cooper ile paslaştıkları her sahne, içerdiği duygu geçişleri bakımından insanı dumura uğrattığı gibi bu kendine özgü, kırgın görünüşteki ruhları büyütüyor, izleyicideki karşılığını ise alabildiğine genişletiyor.  

İçlerinden öyle bir sahne var ki tıpkı hikâyenin merkezinde yer alan geçicilik hâli gibi şimdi, burada mecburen eksik kalmış onlarca, yüzlerce ve binlerce cümleye karşı dimdik ayakta duruyor. Tiz bir gıcırtıyla camları, belki de hayatlarımızın bir yüzünü parlatmaya çalıştığımız anlarda suratımıza çarpan soğukluk nasıl tüyler ürpertiyorsa; Costello, bir boşalma sonrası basitçe oksijen maskesini düzelttiği erkeğe, parasını alıp alaycı bir bakışla “yaşadığımız korkunç bir hayat ama bunu büyük bir onurla yapıyoruz” cümlesini savururken de öyle yerinize mıhlıyor Rain Dogs