RASTGELE: Vardal Caniş’in “kadın sanatçı” denmeden anılmasını istediği 10 sanatçı ve eserleri/anıları

İstanbullu sanatçı Vardal Caniş, resimlerinin yanı sıra video çalışmaları, buluntu nesnelerle yaptığı yerleştirmeler ve basılı yayını Arabesk Fanzin’le birçok farklı alanda üretimlerini sürdürüyor. İlk kişisel sergisi Yetiştiğim Yerler’de hayatının geçtiği evlerin bulunduğu sokakları boyayan Vardal Caniş, aynı zamanda Bant Mag. için de çizimler yapmakta.

RASTGELE köşemiz için bu hafta Vardal Caniş, “kadın sanatçı” denmeden anılmasını istediği 10 sanatçı ve eserleri/anılarını yazdı.

1- Artemisia Gentileschi – 1597-1652, Roma

“20 yaşında babasının arkadaşı, ressam Agostino Tassi’nin tecavüzüne maruz kalan Artemisa’nın gözünden 17. yüzyıl barok resmine baktığımızda resmettiği figürlerin, erkek ressamların tablolarında olandan farklı tepkiler verdiğini görürüz. Judith Beheading Holofernes tablosunda şehrini işgal eden Asur ordusunun komutanı Holofernes’in sarhoşluğundan faydalanan Judith, o gece yardımcısı ile Holofernes’in kafasını keser. Caravaggio’nun aynı konulu resminde gergin, endişeli resmedilen iki kadının aksine, Artemisia kendi portresini kullandığı resimdeki ifadesinde tereddütsüz ve öfkelidir. Kafasını kesmekte olduğu Holofernes’in portresi de Tassi’ye aittir. Bir diğer resmi Susanna and the Elders konusunu Tevrat’tan alır; eşi evde olmayan kadın bahçede duş aldığı sırada iki yaşlı adamın cinsel tacizine maruz kalır, yaşlılar kadını istediklerini yapmazsa zina ile suçlayacaklarına dair tehdit etmektedir. Mahkemece yargılanan Susanna ölümle cezalandırlacakken, Daniel peygamber olaya el atar ve yaşlılar hapı yutar. Artemisia bu resminde yaşlıları, babası ve Tassi olarak resimlemiş; kadının suratındaki ifadede, aynı konuyu işlemiş Tintoretto, Velazques ve Rubens’in resimlerinden farklı olarak mağduriyetini görüyoruz. Tintoretto’nun hâlinden memnun, aynada kendini seyretmekte olan Susanna’yı resmedişi bugünün medyasından, sanıkların sözde savunmalarından farksız; ‘Susanna’nın orda ne işi var’ demeye getiriyor lafı.”

2- Afgan Savaş Halıları

“Mülteci kamplarında üretildikleri bilgisi dışında, sanatçıların isimleri bilinmiyor. Modern zamanların halk şiiri, mağara resimleri gibi geliyor bana bu halılar. Halı, desenleri ve anlamları gizli bir lisandır. Afgan savaş halılarını yapanlarsa birinci yeniler gibi; desenlerde etrafa dağılmış kalaşnikoflar, el bombaları, bombardıman uçakları, tabancalar, mermiler, tanklar görüyoruz. Her şey çok net, ne gördülerse, yaşadılarsa onları dokumuşlar, bir nevi günlük. 10 yıl süren 1979 Sovyet işgali, Taliban’ın iktidara gelişi ve ABD işgali… çeşitli istilalar üzerine ilk örneklerini dokuyor savaş mağduru Afgan kadınlar ve çocuklar.”

3- Şakir Paşa Ailesi’nin hür doğmuş hür yaşamış kadınları

“Benden 10 madde istendi ama benim dalavereci olmam sebebiyle listemdeki 3. madde, 3 başlıktan oluşuyor: iki kardeş Aliye ve Fahrunnisa ve yeğenleri Füreya.”

Füreya Koral (1910-1997)

“Sanatın farklı dalları ile hep haşır neşir ama verem ile mücadele ettiği yıllarda, 37 yaşında tanışıyor seramikle ve ondan sonra ‘ben mi seramik mi’ sorusunu yönelten eşine cevabı da ‘seramik’ oluyor. Çok hastalandığı dönemlerde dahi seramik yapabilmek için yatağını seramik fırınının yanına taşıtıyor. Böyle tutkulu insanları görünce dişlerim kamaşıyor. Atatürk’ün defterine yazdığı ‘Füreya hanım görüyorum ki, siz çok çalışkan bir insansınız. Millet sizden çok şey bekliyor. Siz çalışmalı ve bir şeyler vermelisiniz memlekete’ notu kulağına küpe olmuş olacak, yapıtları işe yarasın, herkese dokunsun müzelere hapsolmasın isteğini gerçekleştiriyor. Çalışmaları Unkapanı’nın duvarlarını, Marmara Oteli ve Divan Oteli panolarını, Ankara Ulus Çarşısı’nı; çeşitli şehirlerde dört bir yanı süslüyor. Kurduğu, Türkiye’nin ilk seramik atölyesinde eserlerine taptığım Alev Ebuzziya gibi birçok seramik sanatçısı yetiştiriyor. Tanpınar ‘seramiği başka iklimlere taşıyor’ diyor Füreya için. Füreya da şöyle anlatıyor kendisini: ‘Ne keyif verdiyse bana yaptım hepsini de, sigarayı eksik ciğerime rağmen düşürmedim dudaklarımdan. Hediye vermeyi çok severdim, param olduğu sürece pahalı armağanlar verdim eşime dostuma. Erkekler konusunda da istediğimi yapmadım desem yalan olur. Kimini sevdim, kimini şan olsun diye…’

Fahrelnissa Zeid (1901-1991)

“İkinci eşi, Irak kralı l. Faysal’ın kardeşi Emir Zeid ile evlendikten sonra prenses unvanı alıyor. 2017 gibi çok yakın bir tarihte Tate Modern, Fahrelnissa’nın 20. yüzyılın en önemli kadın sanatçılarından biri olarak tanımladığı retrospektifi ile andı kendisini. İlk sergisini ise 1940’ların ortalarında Nişantaşı’ndaki Ralli Apartmanı’nda açıyor. İlk defa mutfağa girmek durumunda kaldığında ise pişirmek için aldığı tavuğun kemiklerinden bir heykel yapıyor ve asla prensesliğinden ödün vermiyor. İstanbul Modern kurulduğunda müzeye giren ilk eser olan, Zeid’in ailesi tarafından bağışlanmış Fahrelnissa’nın başyapıtı ‘Cehennemim’ tablosunu görmelisiniz. Hitler’in de sanatına hayran olduğu, tanışma davetinde ‘Führer, küçük bir çocuk gibi kakao mu içiyorsunuz’ diye kendisini tiye alan, 1947’deki Londra Sergisi açılışına Kraliçe Elizabeth’in geldiği Zeid’in 1991’deki vefatı sonrası ulusal yas ilan ediliyor ve naaşı Amman’daki kraliyet mezarlığına defnediliyor.”

Aliye Berger – 1903-1974

“Nam-ı diğer Alyoşa, 1954 senesinde Yapı Kredi Bankası’nın düzenlediği resim yarışmasına katılıp, ‘Güneşin Doğuşu’ isimli eseriyle aldığı birincilik üzerine adını geniş çevrelere duyuruyor. Oyma ve gravür baskı ağırlıklı ilk kişisel sergisini 1951’de açıyor; yıllarca beraber yaşadığı ve sadece 6 ay evli kalabildiği Karl Berger’in ölümünden 4 yıl sonra yani. Bu dramatik hikâyeden sonra ‘biraz delirdi’ gibi laflar dolanıyor ama tamah etmeyin. Alyoşa hep çılgın bir kadınmış, ilişkilerinin başlangıcına bakalım mesela: Aliye Berger’in kıskanç tavırlarından bunalan Karl Berger derslere son verir, manitalarından birinin Üsküdar’daki evinde kaldığı sırada, Aliye de bu evi bulup, aile büyüklerinden birinin tabancasını kaptığı gibi evi basar, kapıyı açan ilk kişiye de ateş eder! Silahla kadın yaralamadan 35 gün hapis cezası alıyor, hafifletici sebepler filan derken Karl Berger ile 23 yıl süren hayat arkadaşlığı başlıyor. 1947 Eylül’ünde Karl Berger’in vefatı ile bu aşk resme evrilir. 1974 senesinde ölümü üzerine tabutu Füreya’nın ısrarı ile pembe bir peluş ile örtülerek Büyük Ada mezarlığına defnedildi.”

4- Celile Uğuraldım (1880-1956)

“Nazım Hikmet’in annesi, Oktay Rifat’ın teyzesi. Saray ressamı Zonaro’dan alıyor ilk derslerini. Sonra Avrupa’da da eğitim alıyor. Nazım’ın çizdiği çok güzel portreleri var, muhakkak görmüşsünüzdür. Ressamının annesi Celile olduğunu bilmeseniz de aşinasınızdır. Osmanlı kadını deyince aklıma önce babaannem gelirdi, Celile de babaanneme benziyor. 12 yıllık mahkûmiyeti sonrası, Nazım’ın açlık grevine katılarak ve Galata Köprüsü üzerindeki protestosu ile imza kampanyası başlatarak oğlunun hayatını kurtarmaya çalışıyor. Bir elinde imza defteri, diğer elinde pankart tutuyor, kör olmaya başlamış gözlerinde kalın camlı gözlükler; pankartta şu yazıyor: ‘Haksız yere mahkûm edilen oğlum Nâzım Hikmet açlık grevindedir. Ben de ölmek istiyorum, gece gündüz oruçluyum. Bizi kurtarmak isteyenler bu deftere adreslerini yazarak imzalasınlar.’ Tesadüf, oradan geçmekte olan büyük aşkı Yahya Kemal yanına gitmez ya da gidemez Celile Hanım’ın. Zaten aşkının arkasında da durmamış ancak arkasından bakmıştır. Ölüm temalı zannettiğiniz Sessiz Gemi, Körfezdeki Dalgın Suya Bir Bak Göreceksin, Telakki… daha pek çok şiir yazıyor Ela Gözlü Pars diye seslendiği Celile Hanım’a. Ressamlığına dönüp, bana çok dokunan bir sözü ile bağlayayım; resimlerini, hediye etmeyi ve dağıtmayı sever Celile. Hamam temalı resimleri ise en çok talep edilen eserlerindendir, bu resimleri yeni sahiplerine verirken bir ricası olur: ‘Bunu yatak odasına değil salona asın.’”

5- Guerilla Girls / Gerilla Kızlar (1985)

“Birtakım insanların ‘sanat tarihinde niye hiç kadın yok yaa’ gibi laflar etmesi ve MoMa’da Uluslararası Resim ve Heykele Bakış sergisindeki 17 ülkeden 169 çalışmanın sadece 13 tanesinin kadın sanatçılara ait eserler olması üzerine bir grup aktivist tarafından protesto amacı ile 1985 yılında kuruluyor Guerilla Girls. 1989’da ise o efsanevi afiş hazırlanır; Ingres’e ait Grande Odalisque resmindeki nü figürün kafasına bir goril maskesi dekupe edilen posterin üzerinde ‘Kadınların Metropolitan müzesine girebilmeleri için çıplak olmaları mı gerekir?’ sorusunun altında şu istatistikleri yazarlar: Modern Sanat Bölümü’ndeki sanatçıların yüzde 5’i, çıplak figürlerin ise yüzde 85’i kadın.”

6- Tamara De lempicka (1898-1980)

“Varşova’da varlıklı bir ailenin kızı olarak dünyaya geliyor, yazlarını ninesinin yanında, İtalya ve Fransa’da geçirirken bir sokak ressamının kendisini çizdiği portresine bakıp, ‘Ben bundan daha iyi çizerim’ diyip yırtıyor resmi. Yırttığı resmi görmedim ama daha iyisini çizdiğine emin gibiyim, çünkü yeşil Bugatti içerisindeki meşhur otoportresinden daha iyi bulduğum çok az resim var. 1920 yılında dönemin en iyi arabalarından birini kullanan bir kadın resmi. Nereden baksan iddialı. Zaten diğer resimlerindeki figürler de çok güçlü, çok etkili, seyretmeyi en sevdiğim çalışmalar kendisine ait. Hayatının son yıllarını Meksika’da geçiriyor ve küllerini Popocatepetl yanardağının tepesinden savuruyorlar.”

7- Barış Gelinleri, Pippa Bacca & Silvia Moro 

“8 Mart 2008, Milano’dan otostopla yola çıktıktan kısa süre sonra Türkiye’de yaşanan vahşeti herkes biliyor. Amacına ulaşabilseydi; Milano, Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Bulgaristan, Türkiye’den sonra Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin ile devam edilecek rota Tel Aviv’de noktalanacaktı. Savaşın bir gerçeklik ya da yakın bir hatıra olduğu ülkelerin otostopla geçileceği özel bir seyahat planıydı bu. Sadece bir gün kullanmak için özenilmesini saçma buldukları ‘gelinlik’, aksi şekilde kullanılarak tüm yolculuk boyu giyilecekti. Projelerindeki esas ‘insana güven’di. Seyahati kaydettiği kamerası, katil Mustafa Karataş’ın eşyaları arasında bulundu. Kamerada katilin yakalanmasına kadar geçen sürede çektiği görüntüler de vardı. Bunlardan biri, bir mahalle düğünüydü. Pippa’nın ölümünün ardından ona ithafen yapılan birçok eylem, anma etkinliğinin yanında eser, belgesel üretildi; görüntüler de bunun bir parçası olarak yönetmen Joël Curtz’un Gelin (La Mariée/The Bride) adlı belgeselinde kullanıldı. 2012 yılında Mustafa Karataş’ın ağırlaştırılmış müebbet hapsi, Türk Ceza Kanununun indirim nedenlerinin yer aldığı 62. maddesi gereği uyarınca 36 yıldan 30 yıla düşürüldü.”

8- Mihri (1885-1954)

“Kadıköy, Moda’daki Rasim Paşa Konağı’nda doğan Mihri, Hale Asaf’ın teyzesi, portre ressamı, İnas(kız) Sanayi-i Nefise’nin kurucusu ve akademinin ilk kadın öğretim üyesidir. Yıldız Sarayı ziyaretinde yaptığı resmi hediye ettiği ll. Abdulhamit, Mihri’nin resmini beğenir ve saray ressamı Zonaro’nun öğrencisi yapar. Sanayi-i Nefise sadece erkeklere eğitim verdiği dönemde 17 yaşındayken, Fransa elçisi Barrer’in eşinin ayarladığı sahte Fransız pasaportu ile Galata’dan kalkan bir İtalyan gemisine binerek Roma’ya, ordan da Paris’e gidecek kadar gözü karadır Mihri. Ne yazık ki seneler sonra yeğeni Hale Asaf’a yazdığı bir mektupta şu ifadeleri kullanır: ‘Sanat karın doyurmuyor. Tablolarını mı yiyeceksin? Senelerce çalışmakla ben neye muvaffak oldum? Hiç. Bizim gibi -Avrupa’ya nazaran- geri kalmış bir memlekette sanatkârın yolu kadar güç bir yol yoktur. Bizimkisi fazla fedakarlık isteyen bir meslek. Bugün bana, gençliğimi hediye etseler, bu meslek uğrunda çektiklerimi çekmek korkusundan reddederdim! Her sanatkâr, karşısındaki sanatkârı daima kendisinden aptal görür! Onun on senede yaptığını, kendisinin bir senede yapacağını sanır. Bir iki yıl içinde, hayatını kurtaracağına, köşeyi döneceğine emindir! Heyhat ve yine heyhat! İşte sanatın esrarı burdadır. Sanatkarın yolu, yürüdükçe uzar gider. Bizim ailenin yegâne hususiyeti, inadındadır. Ben her şeyde olduğu gibi sanat hayatım boyunca inadımla yaşadım. Bugün, buna bin kere pişmanım.’

Hayatı boyu birçok ilke imza atan Mihri, 1928’de Amerika’da kişisel sergisini açan ilk ressam, Atatürk’ün portresini yapan ilk sanatçıdır. Papa XI Pius’un portresini yaparak eseri ile Vatikan’a giren ilk kadın ya da müslüman-kadın sanatçı olarak anılıyor. 

-bu kadar tefferruatlı tanıma ne gerek var bilmiyorum- Yakın arkadaşı Tevfik Fikret’in ölüm maskını ve bazı portrelerini Aşiyan’daki Tevfik Fkret’in evi olan müzede görmek mümkün. Yaptığı Papa XI. Pius, Atatürk portreleri ise bugün maalesef kayıp.”

9- Eren Eyüpoğlu ya da Ernestine Leibovici – (1907-1988)

“Bedri Rahmi’nin karadutuna, çatalkarasına katlanan, cefakâr, naif bir sanatçı olarak anılıyor. Ben bu naifliği çok güçlü, çok dirençli bulurum. Resimlerini de -özellikle bir otoportresi var ki-, karakterini de, oğluna söylediği ‘Ama şunu bilmeni istiyorum ki ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandıysam, bil ki, sadece senin hayatın kararmasın diyedir’ sözlerini de.”

10- Gülçin Aksoy (1965)

“Akademiden hocamdır kendisi. Resim bölümünün kendisiyle de efsaneleşen Halı Atölyesini devam ettirmektedir. Okulda benim bildiğim 24 saat açık tek atölye olma özelliğinin yanında, dokuma dışında, video-art üretiminden, resmi istediğiniz medyumla çalışabileceğiniz gerçek bir atölyedir. Vasıf Kortun’u Beral Madra’yı ve çeşitli sanatçıları konuşmacı olarak ağırladığı Halı Sohbetleri serisini başlatmış, akademik olarak öğrencilerinin ufkunu açan bir sanatçıdır. A’nın devamı olan Perşembe Pazarı’ndaki eş zamanlı Sevdiğim Aile Mezarlığı sergisinde ’Bizim Koltuk’ bir şekilde beni en etkileyen, en sevdiğim çalışması oldu hep. Eski, yeşil kadifeden bir koltuk bu, üzerinde tüylerini yolarak büyük harflerle yazılmış bir kelime yer alıyor: “AİLE”. Sergide ilk karşılaştığımda ve bu eseri her görüşümde ağlayasım geliyor, tesadüf ki ‘Bizim Koltuk’un da bulunduğu Galata Rum Okulu’ndaki Koro isimli başka bir sergisinde, ‘Yurttan ve Cihandan Sesler Korosu’ videosuna katkıda bulunmuşluğum bile var. Güzel anılarımızı bu şekilde kaydetmiş bir sanatçı olması dışında, desteklerini öğrencileri üzerinden çekmeyen bir akademisyen. Kendi adıma teşekkürü borç bilirim.”