Kapitalizmi sindirilebilir bir yaşam biçimine dönüştürüyoruz: Supermarket Lab

Röportaj: Metin Akdemir - Fotoğraf: Üzüm Derin Solak

Asena Hayal’i, farklı alanlarda çalışan sanatçılarla iş birlikleri yaptığı günlerden biliyorum. Ailesiyle Stuttgart-İstanbul arasında binlerce kilometre yolculuk yapmak zorunda kaldığı zamanlardan geliyor. Denis Leo Hegic ise büyük siyah gözlükleri ve saç kesimiyle başlangıçta sert biri gibi görünse de Bosna Hersek-Sırbistan kökenleri ile soğuk Avrupa sanat sahnesi için tutku ve mizahın dengeli bir karışımı. 

Asena ile Denis, sürdürülebilirliğin sanat ve pazarlama alanlarıyla buluştuğu yeni bir dönemi simgeliyor. Galerileri Monolog bir yıl içerisinde Sırbistan’ın yeni nesil güncel sanat mekânı hâline geldi; dijital izleyici kitlesiyse Sırbistan’ın başkentini aşan bir noktaya ulaştı. İkinci Monolog Gallery Atina’da kapılarını açmaya hazırlanıyor ve Berlin, Belgrad, İstanbul ve Atina ekipleri, Denis’in ifadesiyle, “her şeyi mükemmel bir fiyaskoda birleştirmek üzere çalışıyor”. İstanbul ile Berlin’i, Belgrad ile Atina’yı sanat üzerinden birbirine bağladıkları bir iletişim ağında köprü konumundalar.

Geçtiğimiz yıl Monolog Gallery Belgrad’daki bir sergi açılışında ben de ikiliyle zaman geçirdim, dans ettim. Planları, hayalleri, oluşumları Supermarket Lab ve yeni nesil sanat koleksiyonculuğuna dair kafamda yanan soruları onlara sordum.

Denis Leo Hegic ve Asena Hayal
Fotoğraf: Üzüm Derin Solak

Birbirinizi nasıl buldunuz? İki farklı yerden bir Koç (Denis) ve bir Başak’ın (Asena) uyumu zor olmadı mı? 

Asena Hayal: İkimiz de Gastarbeiter çocuklarıyız ve ikimiz de siyah dışında bir renk giyinmiyoruz. Tek ortak noktamız bunlar değil elbette! Enerjilerimizin tam olarak çarpışması bir sürece yayılıyor aslında. İlk karşılaşmamız 2019 yılı, Beşiktaş sokaklarında vinç operatörleri ve sanatçılar ile ürettiğimiz zaman. Denis’i Berlin’den İstanbul’a davet ettim ve tüm kaos ve düzensizliğiyle sokak sanatının iyi örneklerinden oluşan ve bizi oldukça tatmin eden bir proje ürettik.

Denis Leo Hegic: Asena, benim bir şekilde eve dönmeme vesile oldu diyebilirim. İstanbul’a ilk ziyaretim olmasına rağmen, tam bir aidiyet duygusu hissettim. Bu bir ziyaret değildi. Bir dönüştü. Balkanlı bir çocuk gibi, İstanbul’a her geldiğimde büyük Stambol’a geliyormuş gibi hissediyordum ve hâlâ da öyle hissediyorum. İstanbul beni yükseltiyor. İstanbul’a yazmak için geliyorum. Benim için gerçekler ve hayaller arasında sonsuz bir kaynak burası. 

Evet, Asena’nın bileğindeki otoban dövmesi gibi… 

D.LH.: Doğru söylüyorsun. O sürücü, ben ise bu bol engebeli yol filmine yolcu olarak katılıyorum. 

A.H.: Peki hâlâ bir ehliyetimin olmaması…

D.L.H.: “Engebeli” dedim o yüzden.

Bir saniye, dağılmayalım… Neden Supermarket Lab? Siz tam olarak ne iş yaparsınız?

A.H.: Kapitalizmi sindirilebilir bir yaşam biçimine dönüştürüyoruz. Ben işin süper tarafıyım Denis ise market.

D.L.H.: Sen neden süper oluyorsun?

A.H.: Sen Alman pazarını masaya getirdiğin için market olman lazım.

D.L.H.: Peki. Gördüğün üzere, her konuda anlaştığımız söylenemez. Genellikle aynı fikirde değiliz. Bu çatışma bizi üretmek konusunda destekliyor. Kesinlik ve bariz bir uyumdan pek iyi fikirler çıktığı söylenemez.

A.H.: Kargaşa içinde olan bir dünyada yaşıyoruz. Sanırım Balkanlar ve Türkiye deneyimlerimizden dolayı bir şeylerin üstesinden gelmek için nasıl mücadele edilir biliyoruz.

Yani Z kuşağının iş-yaşam dengesi trendini takip etmiyorsunuz?

A.H. Aşkım, iş-yaşam dengesini biz icat ettik. Yaptığımız işi yaşayarak.

Museum of Now
Sanatçı: Amoako Boafo – Fotoğraf: Nika Kramer
Museum of Now
Sanatçı: Susanne Rottenbacher – Fotoğraf: Nika Kramer

Tamam kızlar, gullümü bırakalım! Kimlerle çalışıyorsunuz? Galerileriniz veya küratörlüğünü yaptığınız sergiler için sanatçıları nasıl belirliyorsunuz?

D.L.H.: İşin özü monotonluktan kaçınmak. Tamamen dürüst olmam gerekirse, sanat piyasasının şişirilmiş balonu hiç dikkatimi çekmiyor; bende bıktırıcı bir can sıkıntısı hissi uyandırma eğiliminde. Beni gerçekten harekete geçiren şey, ilham arayışı; tutkumu besleyen esrarengiz ilham perileri. Sabahın ikisinde atölyelerde, beklenmedik bakış açılarında veya sohbetlerde buluyorum bunları. Olağanüstü bir yetenekle karşılaştığımda, bu içgüdüsel bir tepki, bana enerji veren bir canlılık dalgası. Ömrümüz kısıtlı olduğu için dokunaklı bir hatırlatma görevimiz var; ömrümüzü gelip geçici zenginliklerin peşinden koşmaya adamak beyhude bir egzersiz bana göre. Sanatı kucaklamak, kendini onunla çevrelemek, iyi yaşanmış bir hayatın özünü kapsıyor.

A.H.: Birlikte çalıştığımız sanatçılar, inandığımız, çalışmalarını ve sürecini kutladığımız, özenle seçilmiş bir avuç insan grubu. Bir şey gerçekten olağanüstü olduğunda, yeteneği iletmek ve temsil etmek kolay oluyor.

Söylemesi yapmaktan daha kolay sanki. Peki bir sanatçı nasıl zengin olur?

A.H. Abla, bu bir röportaj, bedava danışmanlık vermiyoruz!

D.L.H.: Bir sanatçı olarak her zaman zenginsin.

Peki, ben yine Ayşe Arman personamla zengince sorayım; nedir bu yeni nesil koleksiyonerlik?

A.H.: Basitçe söylemek gerekirse, yeni nesil koleksiyonerlerin geleneksel sanat formlarına karşı hâlâ güçlü bir takdir durumları var. Ancak önceki nesil koleksiyonerlerle karşılaştırıldığında yeni nesil, koleksiyonlarını daha açık ve erişilebilir tutma eğiliminde. Bu genellikle dijital koleksiyonlar şeklinde oluyor ve bazen sergi alanları oluşturmayı da içeriyor.

Bu senaryoda kendimizi her iki rolü de oynarken buluyoruz, duruma göre ve açıkçası canımız istediğinde bunlar arasında geçiş yapıyoruz. Bir yandan, özellikle yeni ortaya çıkan sanatçılarla bağlantı kurmaktan ve değerlerine uygun güncel sanat satın almaktan hoşlananlar için sanat koleksiyonu danışmanları olarak danışmanlık yapıyoruz. Öte yandan, yaratım dünyasında keşfe çıkarak bireysel olarak bağ kurabildiğimiz parçaları bulup topladığımız da oluyor.

D.L.H.: Koleksiyonun şeffaflığı boyutunun ötesinde, bir başka önemli değişim de sürdürülebilir finansman alanında yatıyor; bu, sanatçıların işlerine kalıcı yatırım yapılmasını kolaylaştıran çok önemli bir dönüşüm. Koleksiyonculuğun en büyüleyici kısmı olarak sürece inanıyoruz; eserler değerli taşlardır ama süreç hayattır. Bu da kişisel, finansal, entelektüel ve duygusal yatırım gerektirir ve sürdürülebilir olması gerekir.

Monolog Gallery
Sanatçı: Andrej Bjelic – Fotoğraf: Milos Sovilj
Monolog Gallery
Sanatçılar: Vera Klimentyeva & Jelena Micic – Fotoğraf Nikola Rudic

Galerinize “Monolog” adını verdiniz. Sanatın olayı diyalog değil midir?

D.H.: Aslında bu bir polilog. Ve evet, kesinlikle haklısın. Bununla birlikte, her şeye sürekli olarak aşırı uzlaşmacı bir şekilde yaklaşırsak, ne olursa olsun her görüşün aynı rezonansa sahip olması gereken bir alan yaratmayı amaçlarsak, bu pek mümkün bir şey olmaz ve her şeyden önce, tatsız bir aroma yaratır. Hiç iştah açıcı değil… Galerimizde sizin kendi düşüncelerinize, iç monoloğunuza yer var. Ve her yaratıcı edimden önce bir iç monolog gelir. Bizim için yaratım süreci kavramsal olarak, nihai sanat eseri kadar önemlidir.

A.H.: Monosuz stereo yoktur. Diyalog ancak kişi kendi iç mücadelesini kelimelerle veya diğer kişilerarası iletişim biçimleriyle dile getirmeyi başardığında hayat bulur. Havalı cümle oldu.

Dümdüz, tek kanallı bir soru sorayım. İstanbul’a dair planlarınız neler? Ne olacak yakın zamanda? Yoksa siz de mi Karaköy’de bir galeri mi açacaksınız?

D.L.H.: Şu anda biz de bu keşfin tam ortasındayız. Ancak geçtiğimiz yıllardaki gidişatımız istikrarlı bir şekilde doğu yönündeydi; Berlin’den başlayıp Belgrad ve Atina’daki alanlarla birlikte nihayet İstanbul’a ulaştık.

Asena: İstanbul planımızın kesin hatları henüz netleşmemiş olabilir ama kesin olan bir şey var: Uzun süredir buradayız.

Siz sanat koleksiyoncususunuz. Bundan geçimini sağlayacak şekilde sanat koleksiyoncusu nasıl olunur?

Denis: Risk ve alkolizm karışımı istisnai bir kolaylık yoluyla.

Asena: Şerefe!

Monumenta
Sanatçı Viktor Freso – Fotoğraf: Nika Kramer