Kameraya bakarak veda etmek: Sven
Yazı: Utkan Çınar
Farklı ülkelerde kulüp takımlarıyla yaşadığı başarıların yanı sıra İngiltere, Meksika, Filipinler ve Fildişi Sahil milli takımlarını da çalıştırmış olan Sven-Göran Eriksson, 26 Ağustos günü 76 yaşında hayatını kaybetti. Claudia Corbisiero’nun yönetmenliğini üstlendiği, çalıştırdığı kimi futbolcuların da yorumlarıyla katkıda bulunduğu ve kanser teşhisinin hem öncesi hem sonrasında teknik direktörü takip eden Sven belgeseli de Eriksson’un vedasından yalnızca üç gün önce, 23 Ağustos’ta Prime’da yerini aldı.
*Bu yazı, henüz Sven belgeselini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.
Ne hakkında?
26 Ağustos günü kansere yenik düşerek aramızdan ayrılan; futbolda Portekiz, İtalya’da başarılar kazanmış ve İngiltere Milli Takımı’nın başında teknik direktörlük yapmış Sven-Göran Eriksson’un hastalığıyla yüzleşmesinin ve kariyerinin hikâyesi.
Zaman dilimi ve mekân
Eriksson’un kanser teşhisinden altı ay öncesinden başlayıp; teşhis sonrası dönem aylara ve mevsimlere bölünmüş olarak devam ediyor kendisiyle röportajlar. 1980’lerden itibaren kariyerine göz atılsa da 2000’lerdeki İngiltere dönemi en çok yeri kaplıyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Eriksson’un Torsby adında 5 bin kişilik bir kasabadan çıkıp, yavaş yavaş kendini kanıtlayarak İngiltere Milli Takımı’nın başına geçmeyi başaran kariyeri oldukça kendine özgü. Ayrıca geçen senenin başlarında konan kanser teşhisi ve ona biçilen bir yıllık yaşam süresi de onu ister istemez hüzünlü bir figür yapıyor. Claudia Corbisiero’nun da ilk yönetmenlik denemesi, gayet iyi iş çıkarmış.
Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor?
Eriksson’un evinde çocukları ile geçirdiği vakitler ve röportajlarının yanı sıra geçmişten bolca arşiv görüntüsü mevcut. Futbol dünyasından çok fazla konuk yok. Ama hayatına giren kadınlar, gazeteciler futbol dışı hayatıyla ilgili fikir sahibi olmamızı sağlıyor. İsveç’in masalvari doğal güzelliğine de şahit oluyoruz. Tabii hastalık bir kara bulut gibi dolaşıyor belgesel boyunca.
En çok neyi sevdin?
Kullanılan görsel malzemenin zenginliği ve montaj ritmi diyebilirim. O kara buluta rağmen belli bir mizah dozu da var. Eriksson’un kariyerinden olayları fazla dramatikleştirmeden, tadında veriyorlar. O dönem futbolunu takip etmişler olanlar için de keyifli nostaljik anlar mevcut. O zamanlar izlediğim Alistair McGowan’s Big Impression’dan klipler verilmesi güzel bir ayrıntıydı. Eriksson’un da sıradan diyebileceğimiz tipi ve içine dönük aurasına rağmen bu kadar magazin malzemesi vermiş olması da enteresan bir açı. Rupert Murdoch’un tabloid basınının çevirdiği dolaplar tanıklıklarla etkili yansıtılmış. Bir de asistanı Tord Grip’in kendisine artık ağır gelen akordiyonuna davranması da çok sevimli bir andı.
En az neyi sevdin?
En önemli işi olmasına rağmen İngiltere Milli Takımı ile olan döneminin çok fazla dominant olduğunu söylemeli. Kupalar kazandığı Lazio takımı da zamanı için çok önemliydi. Oradan Roberto Mancini iki kelam etse de biraz haksızlık olmuş sanki. Ayrıca kendisi kanımca İngiltere tarihinin en iyi kadrosuna sahipti. Bu kadrodan Sadece David Beckham’ın ve Wayne Rooney’nin konuşan kafa olarak bulunması yetersiz kanımca. Onlar da gayet politik konuşarak pek bir katkıda bulunmuyorlar. Sahada kullandığı taktiklere yönelik birkaç görüş dinleyebilirdik.
Modunu nasıl etkiledi?
Belgeseli hayatını kaybettiği gün izlemek ve kendisine bir sene ömür biçilmiş bir insanın duygu durumuna şahit olmak garip bir his tabi. Küllerinin nereye dökülmesini istediğinden bahsettiği anları ve sonunda kameraya bakarak veda etmesini de düşünürsek. Belgesel bu açıdan benzerlerinden ayrılıyor. Bazılarımız gibi “futbol aşkı” genleriyle doğan birisini bundan hiç pişman olmamış şekilde izlemek güzel. Son olarak kariyeri 25’inde sonra sönümlenen Michael Owen’ın da sağlıklı zamanlarında her kritik anda ortalıkta olduğunu hatırlattığını söylemeliyim.
Bunu seven şunları da sever
Buna en yakın olarak bir başka eksantrik teknik direktör olan ve ilk eşini kansere kaybetmiş, kendisi de kanserle savaşıp kazanmış Louis Van Gaal üzerine 2022 tarihli Louis’i önerebilirim. Misal bu belgesele çalıştırdığı oyuncuların katkısı çok daha fazlaydı. Bir başka efsane hoca Carlos Bilardo üzerine gene Prime’da bulunan ve yine 2022’den 4 bölümlük Bilardo, the Soccer Doctor da oldukça başarılı. Rupert Murdoch’un tabloid basın mantığı üzerine BBC’nin hazırladığı The Rise of the Murdoch Dynasty’i de ekleyelim.
Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar…
Öncelikle duayen futbol yazarı Henry Winter’ın da dediği gibi o oyuncu grubuyla, ne kadar bir takım şanssızlıklar yaşansa da Eriksson’un başarısız olduğunu söylemeliyiz. Belgesel başka bir tartışma yaratmıyor hâliyle ama hayata İskandinav bakışı konusunda birtakım doneler var. Eriksson’un ana dili olmayan İngilizcesiyle yaşadığı hastalıkla ve kariyerinin dönüm noktalarıyla ile ilgili verdiği basit ama net cevaplar insanların yaşadığı kaos içinde basitliği ve dolayısıyla kafa dinginliğini bulmasına yardımcı olabilir sanki.