Yakın dönemde radarımıza giren 19 tasarımcı ve üretici

Hazırlayan: İlayda Güler

Yapanı, üreteni ve toplayanıyla tasarım rengârenk, uçsuz bucaksız bir dünya. Geçtiğimiz sene yola çıkan ya da yenice takibe aldığımız kimi tasarım oluşumları ve markalarla konuştuk.

Ağaca uzun ömürlü ikinci bir hayat sunuyoruz: ANANAS

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz? 

ANANAS, iki endüstriyel tasarımcı ortak tarafından kuruldu. Ortaklarımızdan Çağdaş Cantürk, mezun olduktan hemen sonra Estonya’da Ahşap Malzemesi ve Ahşap Üretim Teknolojileri üzerine yüksek lisansa başladı, tez aşamasını İtalya’da Politecnico di Milano’da tamamladı. Altuğ Toprak ise Ürün Tasarımı üzerine yüksek lisansını İtalya’da Domus Academy’de tamamladı. Başlangıç noktamız; herhangi bir tasarım düşüncesinin metalaştırıldıktan sonra son kullanıcı tarafından deneyimlenebilmesiydi. Bunu mobilya sektöründe denemeye karar verdik ve 2015 yılında ortaya ANANAS çıktı. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

ANANAS markası altında yapmakta olduğumuz üretimlerde nesilden nesile aktarılabilen bir malzeme olan masif ahşabı kullanıyoruz. “Tasarlanmış ahşap mobilya” açığını; niteliği yüksek, tasarım değeri taşıyan, kullanışlı, minimal, felsefesi, hikâyesi olan mobilyalar, aksesuarlar ve ahşap ürünler üreterek doldurmaya çalışıyoruz. Erişilebilir bir alan olarak ahşabın mobilya hâline gelmeden önceki tüm proseslerini görebileceğiniz, aynı zamanda bir showroom olarak kurguladığımız mini fabrikamızda, son kullanıcılarla birlikte tasarımcılar için de üretim yapıyoruz. Teknik bilgiye hâkim, görsel zevkleri yüksek, malzeme kalitesinden anlayan, bilinçli, kullanıcı ve çevre sağlığına duyarlı, işçilikte hassas, trendleri takip eden, minimalizmi felsefe edinen genç, dinamik ve yepyeni bir tasarımcı ve üretici profili çizmeyi amaçlıyoruz. Aslında bu hassasiyetlere önem veren müşteri kitlesine hitap etmek için kuruldu ANANAS.

Bünyemizde bulunan zanaatkârlarımız ve tasarım ekibimizle tasarımı el işçiliği, yenilikçi imalat teknolojileri ve yerel üretim imkânları ile birleştiriyoruz. Ayrıca ikinci markamız olan ANANAS Woodworking adı altında mimarlar ve tasarımcılar için mobilya odaklı üretim desteği veriyoruz. Ev, ofis, ortak çalışma alanları, restoran ve kafe, otel, dış mekân gibi alanlar için mobilya ve aksesuar üretimleri yapıyoruz. Avrupa ve Amerika’da yaygın olan tasarımcılar arasındaki paydaş çalışma mantığını kullanıyoruz. Örneğin, Almanya’da bulunan bir alan için tasarım yapan bir iç mimara mobilya odaklı üretim desteği verirken; malzeme, dayanıklılık ve kullanım ergonomisi gibi konulardaki iyileştirme süreçlerinde de paydaşlarımızla dirsek temasında çalışıyoruz. Bu da proje tasarımcısına zaman, çizim – nihai ürün uyumluluğu, üretim ve montaj termini gibi konularda avantajlar sağlıyor.

Felsefemize paralellik gösteren malzeme olan ahşaba saygı duyuyoruz. Ahşap malzemeyi en yüksek verim ile kullanıp, kullanıcı – ürün etkileşimini ön plana çıkarmak istiyoruz. Doğal bir malzeme olan ahşabın nesillerce kullanılabilecek sağlamlıkta fonksiyonel bir ürüne dönüşmesi fikri son 50 yılın yaygın mobilya tüketimi alışkanlıklarına ters. Ağaca uzun ömürlü ikinci bir hayat sunuyoruz. Bu, malzemeye nazik davranmamızı zorunlu kılıyor. Aynı seri dahi olsa tüm ANANAS ürünlerini farklı kılan da bu.

Endüstriyelleşmenin mobilyaya en büyük etkisi olan panel malzemeler de özünde ağaçtan üretilen mamullerin kimyasallarla işlenmesi sonucunda üretilir. ANANAS’ta biz, ahşabı olduğu gibi kullanıyoruz. Kimyasalların karıştığı panel malzemelerden kaçınıyoruz. Malzemede standartlaşmaya gidildikçe, ham maddenin tek tip olması gibi son ürünler de birbirinin tekrarına düşen ürünlere dönüşüyor. Bu bizim ilke olarak kaçtığımız durumların başında geliyor. Burada malzemenin tamamıyla insan eliyle şekillendirildiğinin unutulmaması gerekiyor. ANANAS’ta üretilen her yeni tasarım, zanaatkâr ve tasarımcı arasında yeni bir etkileşim. Mobilyaları üretirken, marangozluk eğitimlerini geleneksel olarak edinmiş ve sırasıyla çırak, kalfa, usta olmuş yetenekli imalatçılarımızın marangozluk tecrübelerinden faydalanıyoruz. Yoğun el işçiliğiyle üretilen TV üniteleri, medya konsolları, dresuarlar, çok amaçlı sehpalar, masalar, yatak, kesme ve sunum tahtaları, tepsiler, aynalar… El işçiliğiyle ve doğal malzeme olan ahşapla üretim yapmamızın sonucu olarak da hiçbir ANANAS ürünü, bir diğerinin aynısı olmuyor. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Uyguladığımız fire ve atık yönetimleriyle fireleri kullanılabilir ürünlere çevirmeye çalışıyoruz. Bu bilinçle yaklaşan mobilya üreticisi sayısının artmasını çok isteriz. Bu, doğaya karşı bir sorumluluktur. Sürdürülebilirliği genel tüketim alışkanlıklarına paralel bir kavram olarak görmüyoruz. Daha çok çevre ve insana saygı, dayanıklılık ve ikinci yaşam kavramları üzerinde şekillendiriyoruz. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Ürünlerimizi tüm Türkiye’ye göndermekteyiz. 2019 senesiyle beraber başladığımız ihracat serüveni ile birlikte Avrupa ve Amerika marketlerine de ürün sağlamaktayız

Ürünlerimizi satın alan müşterilerimiz; işçiliğe, malzeme kalitesine, tasarıma önem veren kişiler. Genelde bu kişilerle, alışverişlerinin sonrasında da uzun yılları kapsayan, eskimeyen ilişkiler kuruyoruz. Buradan anlıyoruz ki ürünlerimiz insanlara dokunuyor ve sonrasında bir mobilya ve aksesuar ihtiyaçları olduğu zaman tekrar akıllarına ilk olarak biz geliyoruz. Bu bizi mutlu ediyor.


Seramik, bir performans işidir: atorie bu

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Buket Kınalıkaya. atorie bu ise bir lokasyon ve buradan çıkan bütün işlerin altına vurulan bir seramik mührü. Sanatçı kimliğim üzerinde çalışmaya devam ederken hayallerimden ödün vermemek ve sevdiğim işi yapmaya devam etmek için kurdum atorie bu’yu. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Kendimi bildim bileli güzel sanatlar ve tasarım büyük bir ilgi kaynağıydı. Eğitimimi de güzel sanatlar üzerine yaptım. Seramik, bir performans işidir; sadece insan bedeni değil, ham maddesi nedeniyle kendi de bir sürü farklı fiziksel ve kimyasal süreçten geçer. Odak ister, beden farkındalığı gerektirir, insanı alçak gönüllü, sabırlı kılar. Arzu edene de tarih, coğrafya, kimya, matematik, geometri, biyoloji hatta insan psikolojisine dair çok şey öğretir. Ben yukarıda tasvir ettiğim ve edemediğim bir sürü faktörün çok kıymetli olduğuna inanıyorum. 

Tasarımlarınızı /ürünlerinizi kimler alıyor?

atorie bu’da yılın belirli bir dönemi aldığımız projeler / iş birliklerimizle geçiyor.

Ben ve çalışma arkadaşlarım özgün dekoratif objelerden sipariş üzerine butik imalata, markalara özel ürün geliştirme servisinden alana özel enstalasyon tasarımına kadar büyük bir yelpazede çalışıyoruz. Yılın geri kalanında da atorie bu’nun Instagram hesabı üzerinden tanıtımını yaptığımız, benim kişisel serilerime yoğunlaşıyoruz. Seramiğe ilgi duyan, ihtiyacı olan, sanatı ve bizim yolculuğumuzu desteklemek isteyen, özgün işlerle yaşamak isteyen herkes bizi ziyaret edebilir. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Sürekli kendini iyileştirmek için çalışan bir atölye burası. Senelerdir geliştirdiğimiz doku, sır ve uygulama teknikleri arşivimizi de dilenirse tek başına sergilenebilecek, dilenirse günlük kullanım için tercih edilebilecek form ve tasarımlara aktarıyoruz. Seramik sanatında keşiften keyif aldıkları, bize inandıkları ve işlerimizden memnun kaldıkları için diyebilir miyim?


Kafa için gurme kıyafet: be.nee

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Eren Gündeş. 26 yaşında, İstanbul doğumlu bir müzisyenim. Hollanda’da bulunan Utrecht Konservatuvarı’nda caz davul performansı üstüne eğitimimi tamamladım ve orada geçen beş yılın ardından 2021 kışında Türkiye’ye geri dönüş yaptım. Şu aralar özel bir müzik akademisinde davul eğitmenliği yapıyorum. 2022 yılının Ekim ayında uzun süre önce temellerini attığım ve aklımın bir köşesinde gelişmeye devam eden be.nee projesini hayata geçirdim.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Yaklaşık on sene önce Amsterdam’a yaptığım bir seyahatte kendime kulak üzerinde biten “mikro-bere” almıştım. O zamanlar pek popüler değildi ama benim inanılmaz hoşuma gitmişti. Senelerce o bereyi kullandım ve iki sene önce o bereyi kaybettim. Bakabileceğim her yere bakmama rağmen istediğim şekilde üretilmiş bir mikro-bere bulamadım. be.nee de aslında bu yaşadığım probleme bir çare olabilmek için kuruldu. Tam olarak hayal ettiğim şekilde ve materyal ile üretilen mikro-bereyi tasarlama sürecine girdim ve sonuçta şu anda ilk modelimiz olarak satışta olan “BN0001” mikro-bere modeline ulaştım.

Bizce bere; kafa bandı, bandana ve benzeri ürünler bir kafa aksesuarından çok daha fazlası. Aksesuarlar aslında bir eşlikçi gibi görülür fakat tercih edilen bir tişört gibi takılan bir berenin de rengi, örgüsünde kullanılan teknik, boyutu veya takılış biçimi bile bir kişinin tarzı ve karakteri hakkında etrafa belli ipuçları verebilir.  Biz be.nee olarak “kafa için gurme kıyafet” üretiyoruz ve bunu da tamamen el işçiliği kullanarak yapıyoruz. Öncelik olarak, işe ihtiyacı olan ve yeterince keşfedilmediğini düşündüğümüz el örgüsü sanatını mükemmel şekilde icra eden emekçi kadınlar ile çalışmayı tercih ettik. Bu sayede hem bu insanlara bir iş imkânı sağlamış oluyoruz hem de arzuladığımız tasarımı en özgün ve saf şekilde üretip müşterilerimize sunuyoruz.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimizi genel olarak bere kullanmaya meraklı olan ve el işçiliğinin değerini takdir eden insanlar alıyor ama hedefimiz yeniliği, değişimi ve kafasına eseni yapmayı seven herkesin bere almasını sağlamak.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyor?

İnsanların çaresiz bir şekilde aradığı basit, minimal ve amaca hizmet edecek şekilde tasarlanmış kıyafetler var fakat bunları kolayca bulmak çok zor. Bunlardan biri de bere. Günümüz tekstil endüstrisinde tüketime olan talep ve hazır giyim furyasının etkisiyle ürün özgünlüğüne verilen değer azaldı. Bizim berelerimizin kendine has bir hikâyesi ve bu hikâyeyi besleyen bir kullanım amacı var. Kendi üzerinde bu hikayeden bir parça taşımak isteyen herkes berelerimizi alıyor. 


Bir Japon sanatının ismi aslında: Cocodema

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Sibel Gürcüoğlu ben. Yaklaşık altı yıl önce bitki odağında tasarımlar, bitki düzenleme ve bitkisel içeriklerden ev objeleri üretmek için yola çıktım. Türkiye’de bitki dediğinizde eğitim anlamında ilk akla gelen ziraat mühendislikleri ya da botanik bilim oluyor ancak bitki tasarımı bu konulardan çok daha ayrı, tamamen estetik duyusuna dayanan ama bilimsel açıdan bitkileri de iyi tanımanız gereken bir dal. Bitki tasarımcılığı için hem şehre hem de doğaya yakın olmanız gerekiyor diyebilirim sanırım.

Bu konuda daha yeterli hissetmek için 2018 yılında The Horticultural Society of New York’ta bir süre eğitim aldım. Cocodema, tam olarak bundan sonra resmî olarak bir iş olabildi benim için.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Cocodema bir Japon sanatının ismi aslında. Koke(yosun)-dama(top) kelimelerinden geliyor. Çok derin bir felsefe olan wabi-sabi’ye dayanan kokedamanın ideolojisi bugün hâlâ üretmek istediklerimle aynı çizgide. Bitki tasarımında çıkış noktası benim için kokedama oldu.

Aslında reklamcı olarak devam eden iş hayatıma sağlık sorunlarım nedeniyle bir süre ara verince, hobi olarak başlayan kokedama sanatı, Cocodema isimli bir markaya ve gerçek bir işe dönüştü zamanla.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler, neden alıyor?

Kendine ya da bir başkasına Cocodema tasarımlarını satın alanların ortak noktası, uzun süre vakit geçirebilecekleri kalıcı bir tasarım görmek. Yeni iş tebriği için arkadaşınızın masasına bir haftada solacak bir çiçek buketi yerine, hep canlı kalacak gerçek bitki çerçevesi göndermek, sizin verdiğiniz değeri de bence daha kalıcı kılıyor.

Aynı şekilde eviniz için bir bitki alışverişi yaparken de amaç, ortamın havasını değiştirmek ancak iyi bakamayacağınız bir bitkiyi satın almak ya da vazodaki ölmüş çiçek buketiyle evin içinde bakışmak, bu enerjiyi tam tersine çevirebiliyor. O nedenle bitkilere bakabiliyorsanız (eviniz bunun için uygunsa) doğru bitki, bitki bakımında iyi değilseniz de bitki odağında bakımı kolay bir tasarım, istediğiniz etkiyi çok çok uzun yıllar yaşam alanınıza sağlayabiliyor.

Cocodema’dan aldığı ilk tasarıma altı yıldır sağlıkla bakan o kadar çok müşterimiz var ki… Bunların hepsi yeniden üretme motivasyonu oluyor benim için.


Neden bitki özlerinden pigmentler elde etmiyoruz?: Colorz

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Benim ismim Zilhicce Tanrıseven. Doktoralı bir kimyagerim. Profesyonel hayatımda, bitkilerden elde ettiğimiz özütlerde bulunan aktif malzemeleri kullanma üzerine çalışmalar yapmaktaydım. Bitkilerden pigment elde etme ve doğal malzemelerle boya yapma fikri bu temele dayanıyor aslında.

Annemin tasarımcı olması sebebiyle çocukluktan gelen sanata olan ilgimi kimya bilgimle harmanlayınca da ortaya Colorz çıktı. Bir çalışan olarak iş yaşamına devam ederken pandemi başladı ve Colorz projeme daha fazla vakit ayırmaya fırsat buldum. Çevreden gelen talepleri de dikkate alınca, formülasyonların bugünkü hâline gelmesini sağladım.

Colorz’da çocuklar ve yetişkinler için doğal içerikli çeşitli renk ve yapılarda pastel boyalar, balmumu oyun hamurları gibi sanat malzemeleri üretiyorum. Bunların yanında bitkilerden ve doğal taşlardan elde edilen pigmentlerle tamamen doğal sulu boyalar da üretiyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Aslında pandemi öncesinde kimya bilgimi doğal içerikli çeşitli ürünlerin üretimi ve denemeleri için kullanmıştım. Eşimle beyaz yakalı çalışma hayatımızda, sınırlarımızın zorlandığı günlerde, doğadan elde edebileceğimiz malzemeleri insanlara sunabileceğimiz işlere kafa yoruyorduk. Bir gün, pandeminin ilk yazında balkondan içeri giren sardunya petaline bastım ve beyaz fayans birden fuşya bir leke ile boyandı. Bu olay eşimin ve benim aklıma “Neden bitki özlerinden pigmentler elde etmiyoruz?” fikrini getirdi. Çevremde bulunan ressamlar da bu haberi aldıklarında kendileri için toz pastel boyalar üretmemi istediler, Colorz’ın yolculuğu böyle başladı.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimizi, doğal ve sürdürülebilir ürünleri hayatının her alanında görmek ve kullanmak isteyen sanatçılar, ince ruhlu, eğitimli kimseler ve bilinçli ebeveynler satın alıyor. Sanat ürünlerinin ve özellikle boyaların doğal içerikli olma fikrinin bizim gibi bir çok insanı etkilediğine şahit oluyoruz.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Bizce Colorz gibi lokal üreticilerin, yüksek kaliteli ve üzerine düşünülmüş tasarım ve ürünleri sunma gibi bir fırsatı var. Biz de bu noktada butik üretimin vermiş olduğu avantajları kullanarak normalde ithal olarak yüksek maliyetle temin edilebilecek ürünleri çevremizdeki insanlarla buluşturuyoruz. Bizi tercih etmelerinin temelinde yüksek kaliteli ürünleri mümkün olduğunca doğal içerikli olarak sunma politikamız olduğuna inanıyoruz.


Kadın bedeni üzerindeki toplumsal dayatmalara karşı: Forty Winks Ceramics

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz? 

Ben Duygu Azman. Forty Winks Ceramics’in kurucusuyum. Tamamen el yapımı seramik ürünler tasarlıyorum. Hikâye, kendi yolumu ararken kız kardeşimin bana ışık tutmasıyla başlıyor ve çamur ile tanışıyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Farklı iş deneyimlerinden sonra kendimi bulduğum, sabırla beklemeyi öğrendiğim, ruhuma iyi gelen, “İşte bu!” dediğim seramik, tutkum hâline dönüştü. 2018’de başlayan bu yolculuğum, hep hayalini kurduğum atölyemi kurarak devam etmeye başladı.

Varlığımızı ve bedenimizi sevgiyle, kalıplaşmış güzellik anlayışı dışında kalan her bedenin özel ve güzel olduğunu kabul ederek, kadın bedeni üzerindeki toplumsal norm ve dayatmalara karşı çıkarak farkındalığı artırmak üzere “Nudie” serisini tasarlamaya başladım. Her birimizin rengârenk olduğu düşüncesi ile içimizdeki renkleri tasarımlarıma yansıtmaya çalıştım. Ayrıca meme kanseri ve birçok cilt hastalığı için de farkındalık ve bilinçlendirme mücadelesi içinde kalarak devam ettim. Dokunduğum, duygumu, hikâyemi anlattığım çamurun başka bir elde hayat bulması ve ona dokunması işimin en hisli ve mutlu eden tarafı. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tasarımlarımı; minik kusurların aslında onları benzersiz kılan özellikler olduğunun farkında olan, el işçiliğine önem veren, kendine ve sevdiklerine iyi gelmek isteyen ve kullandığı üründen gerçekten  keyif almak isteyen kişiler ediniyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Duygularını, güçlerini yansıtmak, iyi hissetmek ve sevdikleriyle bir bağ kurabilmenin asıl neden olduğunu  düşünüyorum. Sadece bir adet ve her birinin farklı olması da bir neden.


Renkli giyinmekten korkmayan, desenlerin dilinden anlayanlara: HANTHIS

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

HANTHIS; renklerin, desenlerin ve dokuların tasarıma dönüştüğü bir marka. Stil algısını kendi içindeki ahenkten yakalayan, trendlere göre şekillenmeyen bir radarı var. En temeldeyse keyif aldığımız ve kendimizi özgürce ifade edebildiğimiz konfor alanımız.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Moda bizim için ticari bir sektörden çok, kendimizi ifade edebilme yöntemimiz. HANTHIS bu yolda kendimizi renkler, desenler ve dokularla ifade etmek ve sevdiğimiz her şeyi işe dönüştürme isteğini karşılamak adına doğdu. Bizim için biricik olan tasarımlarımızı çok sevdiğimiz insanların üzerinde görmek ise bu yolda yürümemizin en büyük motivasyonu.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Aslında çok geniş bir satın alma ağına sahibiz. Son zamanlarda Çin, Danimarka gibi ülkelere çok fazla satış yapıyoruz ve bu ilgi bizi çok mutlu ediyor. Günümüzün en büyük nimetlerinden biri olan sosyal medya gücünün bu ilgide etkisi çok büyük. Farklı kültürlerden insanlarla ortak bir dilde buluşuyor olmak bizim için çok tatmin edici.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Bizce kitlemizin en büyük motivasyonu HANTHIS giydiğinde özel, farklı ama tam da kendi gibi hissediyor olması. Bunu sosyal medyamız üzerinden de yansıtmaya çalışıyoruz; ürünleri almıyor bile olsanız ilham verecek bir şeyler ortaya koymak bizim için önemli. Renkli giyinmekten korkmayan, desenlerin dilinden anlayan herkese ulaşmak en büyük hayalimiz!


Yapımı meditatif, hissi eğlenceli ve zarif: Juno Rugs

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Dilara Şebnem Esendemir. İstanbul’da yaşayan bir sanatçı ve tasarımcıyım. Grafik tasarım mezunuyum ve hâlihazırda kurucu ortağı olduğum Sömestr Studio’nun beş senedir yaratıcı yönetmenliğini yapıyorum. Kendi mesleğimde çalışırken edindiğim birikimin, sürekli yeni şeyler yaratma ve keşfetme çabamın sonucu olarak el yapımı halı markam olan Juno’yu kurma kararı aldım. Renk ve doku uyumunu keskin bir gözle hem eğlenceli hem de zarif hissettiren, her biri kendine özgü ve bir tane olan halılar üzerine odaklanıyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Mesleğimden yola çıkarsam senelerdir birçok markaya danışmanlık ve marka tasarımı yaptım ve hâlâ yapıyorum. Bir ürüne veya markaya yeni bir hayat vermek, görsel bir dünya yaratmak beni hep heyecanlandırır. Çok uzun süredir de aklımın bir köşesinde duran “Ben ne yapabilirim, ne üretebilirim?” sorusu dünyada başlayan pandemi salgını ve durgunluğuyla daha çok kafamı meşgul etmeye başladı ve yaklaşık üç yıl önce ilgimi çeken tufting işine girdim. Önceleri kendimi eğlendirmek ve işimden kalan zamanlarımda meditasyon aracı gibi kullandığım tufting, çevremden aldığım güzel yorumlar ve destekler sayesinde onu başka insanlarla buluşturma isteği uyandırdı bende. Böylece Juno’lar birer birer insanların evlerine yerleşmeye başladı.:)

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Juno, daha çok eşsiz bir tasarım parçasını alıp, koleksiyoner edasıyla senelerce onu kullanacak ya da sergileyecek insanların ilgisini çekiyor. Çünkü her bir halı bir tane ve size özel! Bu sebeple tasarıma, zanaata ve el emeğine ilgi duyan kişiler tarafından tercih ediliyor. En büyük motivasyonlarımdan biri bu tarz insanların varlığı ve arayışları.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Juno, renklerden ve dokulardan asla korkmayan ve geri çekilmeyen son derece bold yaklaşımı olan bir tasarım algısına sahip. El yapımı olmasına rağmen son derece sağlam ve uzun yıllar kullanmaya elverişliler. Sonuç olarak bir Juno’ya sahip olduğunuzda başkasında bulunamayacak bir tasarım objesi almış oluyorsunuz.


Malzeme ve üretim tekniklerine duyulan merakla: Karp Tasarım

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Alican Eriç. Avustralya’da, Monash Üniversitesi’nde Endüstriyel Tasarım Bölümü, taşıt tasarımı dalını bitirdim. Üniversite hayatım boyunca boş zamanlarımda çiftliklerde, köpek barınaklarında çalışıyor, evsiz insanlarla vakit geçiriyor, bisikletle şehirler arası kamplı, çadırlı seyahatlere çıkıyordum. Üniversitemin son yıllarında ufaktan başka bir arayışa girmiştim. Hayatım boyunca bilgisayar başında oturup tasarım yapma fikri beni inanılmaz korkutuyordu. O zaman bir dersimi baskı atölyesine ayırmıştım ve marangozhaneye benzeyen atölyemizde uzun uzun vakit geçiriyordum. İmkânlar sınırsız denebilecek kadar genişti. Çeşitli malzemeleri kullanarak, el yapımı üretim tekniklerine merakım artmıştı. Türkiye’ye döndükten sonra çeşitli işlerde çalıştım. Merakım olan malzemeleri ve üretim tekniklerini de öğrenebilmek için ustalar ve eğitimcilerden dersler aldım ve sonunda kendime ait bir seramik atölyesi açtım. Artık bu işle uğraşıyorum.

Pazarlama ve satış stratejimi zaman zaman motivasyonumu yüksek tutabilmek için değiştirerek ilerliyorum. Mesela, atölyemi açtıktan sonra uzun bir süre bildiğim konularda kendimi geliştirebilmek için üç boyutlu yazıcıda hazırladığım tasarımların kalıplarından çıkardığım fincan, sabunluk ve o zaman öğrenmeye yeni başladığım çömlekçi tornasında yaptığım ufak vazolar üzerinden ilerledim. Tornaya çok meraklıydım ama bu konuda başlarda oldukça kötüydüm. “Alican tornada çok beceriklidir.” dedirtmek istiyordum kendime ve torna becerimi geliştirmek için inatla çalıştım. Şimdilerde tornada fincanlar, kapaklı kavanozlar, büyük vazolar ve lavabolar çalışıyorum.

Artık uzun zamandır ertelediğim ve zamanının geldiğine inandığım heykel çalışmalarına girişin hazırlıklarına başladım. Amacım sonbaharda kişisel bir sergi hazırlayıp kendimi yeni stilimle tanıtmak. Daha sonra bar, restoran ve otel lobilerine, ortamın karakteristik özelliklerine yeni bir boyut kazandıracak heykeller ve rölyefler hazırlamak.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’a döndüm. Çok fazla iş arayarak zaman kaybetmek istemiyordum. Bir süre Cam Ocağı Vakfı’nda üfleme cam ve cam gravür eğitimleri aldım. Cam kalıbı üreten bir fabrikadaki kaynak ustasından ve onun tanıştırdığı başka ustalardan kaynak eğitimi aldım. Sonunda İstanbul’dan İzmir’e kaçtım.

İzmir’de o zaman Atatürk Kültür Merkezi’nin eski müdürü, bizim de çok sevdiğimiz aile dostumuz Serpil Utku, Ege Üniversitesi’nin düzenlediği, yerli ve yabancı 350’ye yakın sanatçının katılacağı EgeArt Sanat Günleri’nden söz etti. Sanatçılarla iletişim ve yazışmalar konusunda tercüman olarak yardımcı olmamı rica etti. Zaten sanat dünyasına bir şekilde dâhil olmak, kendime uygun bir malzeme ve üretim tekniği bulmak istiyordum. Bu çağrı çok cezbetti beni. Sanat günleri süresince heykel, baskı, fotoğraf, seramik, cam ve resim bölümünde eserler sergilenecekti. Birkaç haftalık yazı işleri, Atatürk Kültür Merkezi’nde ve Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde sergi salonlarının hazırlığı vardı. Sonunda beklenen 17 kişilik yabancı sanatçılar da geldi. Meğer farklı ülkelerden gelip burada buluşan bu 17 kişinin hepsi seramik sanatçısıymış.

Beraber İzmir ve çevresinde tarihî ve turistik yerleri gezdik ve sonunda tanınmış seramik sanatçısı Mehmet Tüzüm Kızılcan’ın atölyesine geldik. Asıl hikâye burada başlıyor. O günden başlayarak bir buçuk sene boyunca her gün o atölyeye gittim. O zaman Tüzüm Hoca 75. yaşını kutlamak üzere İzmir Alsancak’taki Galeri A’da kişisel sergisini hazırlıyordu. Bu kadar güzel zamanlama olabilir. Atölye yoğun, her yerde iş var, çeşit çeşit tekniklerle üretim yapılıyor; şahane fırsat yani… Kendisi de çok titiz bir sanatçı. Hayattan korkmamayı ve aradığım disiplinin temelini orada öğrendim. 

İstanbul’a döndükten sonra, 2020’de Karp Tasarım adında ufak bir atölye açtım. Seramik objeler üretiyordum. Kendi kalıbımı üretip, sadece döküm yaptım uzun bir süre. Daha sonra öğrencilerim oldu, çömlekçi tornasını öğrendim. Her geçen gün yeni şeyler öğrenerek bunları üretimime yansıtıyorum.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünlerimin satışlarını her zaman zaten tanıdığım insanlar, o insanların çevreleri ve atölyenin doğuşundan beri tanıştığım insanlar üzerinden yaptım. Yalnız çalıştığım için ve e-postalarımı sık sık kontrol etmek gibi bir adet edinemediğim için satışları internet ortamına taşımaktan hep korktum. Geçtiğimiz aylarda kurumsal firmalara hediyelik eşya olarak 10’arlı, 15’erli üzeri logolu bardak siparişleri oldu. Ayrıca hâlâ üretimi devam eden, anlaşmalı olduğum karavan firmasına seramik lavabolar yapmaktayım. Kısacası, ürünlerimi satabileceğim geniş bir kitle var zaten. Heykel çalışmalarını geliştirip sergiler açarak, yeni kitleler de yaratabileceğime inanıyorum.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Son dönemde firmalarla yaptığım çalışmalara bakacak olursak, atölyemi ziyaret eden müşteri potansiyelindeki insanlar, raflarda duran ürünlerle kafalarındaki tasarımları rahatlıkla eşleştirebiliyor. Sahip olduğum ürün bilgisi, farklı malzemelerden de üretim tekniklerine aşinalığım ve dijital ortamda hazırladığım tasarımları ürünlerime yansıtabiliyor oluşum belli ki cazip geliyor. Özel tasarım istendiği zaman önce ayaküstü bir beyin fırtınası yapıyoruz. Ondan sonra bir prototip sürecim oluyor. Prototipler üzerinden, beğenilen ve beğenilmeyen noktalar model üzerinde işaretleniyor ve asıl istenen model o zaman kesinleşmiş oluyor. Kısacası, ürünlerimi müşterinin beğenisi ve tercihleri yönünde geliştirerek onlar için cazip hâle getiriyorum.


Sanat, taşınabilir bir hâle geliyor: Laika

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Işıl Kurt. Hayatım boyunca boyanın, fırçanın, doğanın ve sanatın hayatıma yön vermesine izin verdim. Bunun doğal sonucu olarak da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde öğrenim gördüm. Mezuniyetin ardından, yaklaşık 12 yıl kurumsal firmalarda tasarımcı olarak çalıştım ve bunun bana öyle kıymetli getirileri oldu ki her birinin hikâyeme ayrı birer dokunuşu olduğunu belirtmeden geçemem. Bu deneyimi arkama alarak, sonunda kendi küçük evrenimi yaratmaya karar verdim ve 2019’da Laika’yı kurdum. 30’lu yaşlarımın başında nihayet hayallerime kavuşmanın heyecanını yaşadığımı söyleyebilirim.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Çalışma hayatımda sürekli trend radarında olmak zorundaydım ve bir noktada artık bunu istemediğime karar verdim. Tasarımlarımda mevsime özel koleksiyonlar yerine, kendimden hikâyeler olmasını istediğimi fark ettim. Uzun yıllardır, yaptığım resimler ile tasarımlarım ve dolayısıyla da tekstil ile nasıl bir bağ kurabileceğim üzerine kafa yoruyordum. Çıkış noktam sanat olduğu için desen, tasarımlarımın başrolü oldu. Tablolarım tasarımlarıma ilham kaynağı oluyor ve kıymetli kumaşlarla buluşuyor. Bugün, yıllardır hayalini kurduğum Laika, bu ikili yolumun ortaklığının sonucu ortaya çıktı diyebilirim. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Koleksiyon; giysi, fular, kilim ve her biri özgün tablolar ile birlikte Laika’yı yaşamın birçok alanına taşıyor. Bu denge oluşurken de sanat, taşınabilir bir hâle geliyor. Bu yolculuk renk, desen ya da illüstrasyona ilgisi ve sevgisi olan herkesin hayatına dokunuyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Laika öncelikli olarak dünyanın son dönemde iyice farkına vardığı bir ihtiyaca değiniyor. Bu farkındalığın ışığında hızlı tüketim odaklı değil, paylaşım odaklı doğru tüketimi desteklemeye çalışıyor. Bir başka deyişle, yüzde yüz doğal lif ile üretilen kumaşlarla her bir ürünün gelecek kuşaklara miras kalacak nitelikte olmasını hedefliyoruz. Bir parçayı uzun süre kullanabilmek dolayısıyla daha az tüketmek, çevre için yapabileceğimiz en iyi şeylerden biri. O yüzden Laika parçalarının seneler sonra bile kalitesini koruyabilmesi için oldukça çabalıyoruz. Başka bir açıdan bakacak olursak, farklılaşabildiğimiz diğer bir nokta ise bazı ürünlerimizin çerçeve hâline getirilip sanat eseri olarak sergilenmesi. Açıkçası en keyif aldığımız etkileşimlerden biri bu olabilir.


Metalin kendi kıvrımlarına saygı göstererek: Mihanikî Design

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Boğaziçi Üniversitesi politika bölümünden 2010 yılında mezun oldum. Mezuniyetten sonra farklı sektörleri aynı anda deneyimlememe izin veren reklam sektörüne girdim. Birkaç sene sonra Seattle’a gittim ve orada yeni şeyler denemeye, kendimi dinlemeye fırsatım oldu. Takı tasarım atölyelerinde takı eğitimi alınca da bu alana olan ilgi ve yeteneğimi keşfettim.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Öğrendiğim andan itibaren metalle uğraşmak bir tutku hâline geldi ama reklam sektörüne de bir kere girdikten sonra çıkmak kolay değil! Yine de kendi ellerimle üretme arzusu o kadar ağır bastı ki 2016’da tam zamanlı işimden ayrılıp kendi takı markamı kurdum. Takılarımı başta sadece kendim takmak için yapıyorum. Takmadığım bir takıyı satmayı düşünmedim bile şimdiye kadar. O yüzden bilinçli bir stratejiden daha çok, bazı içgüdüsel kararlar, kendi dönüşen zevklerim, ruh hâlim, yeni deneyimlerim markanın izlediği yönü belirledi. “İlhamını antik dönemin yalınlığından alan tasarımlar” sloganı Mihanikî’nin genel repertuarını oldukça iyi biçimde özetlemeye devam ediyor, ilham aldığım şeylerin başında geçmişin estetiği geliyor. Ama markanın altı senelik yolculuğunda bunun dışına çıkan, kalıplara sokmaya çalışmadığım çok farklı tasarımlar da var elbette. Hepsini birbirine bağlayan bir estetik gözün, metalin kendi kıvrımlarına, taşların doğal biçimlerine saygı gösteren bir tasarım anlayışının olduğunu düşünüyorum.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Farklı yaşlardan, mesleklerden, gelir gruplarından müşterilerimiz var. Ama genel olarak çoğunun şehir hayatında kendi ayakları üzerinde durma mücadelesi veren kadınlar olduğunu tahmin ediyorum. Yaratıcı sektörlerden, mimarlıktan, akademiden çok fazla talep oluyor Mihanikî’ye. Tasarım ve fikir üreten alanlardan kadınların Mihanikî’yi sahiplenmesi özellikle hoşuma gidiyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Müşterilerimizin Mihanikî parçalarını tercih etmelerinin sebebi ürünlerin hikâyesi, ilham aldığı güçlü bir evren tahayyülü olması, tasarımların gücü ve farklılığı. Müşterilerimle çoğu zaman birebir ilgileniyor olmamın da insanların hoşuna gittiğini düşünüyorum; aile boyu Mihanikî takanlar, her yeni ürün çıktığında özel mesaj atıp tebrik edenler, Mihanikî koleksiyonlarına yeni bir parça katmaktan duyacakları heyecanı paylaşanlar benim de Mihanikî dünyasıyla kurduğum ilişkiden ekstra tatmin olmamı sağlıyor.


“Ne çizeceğim?” diye düşünmeden: Naz Saner Draws

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Naz Saner. Sulu boya illüstrasyonlar yapıyorum. Çizimlerimi kartpostallar, art printler ve sulu boya boyama kitaplarıyla kırtasiye meraklılarıyla buluşturuyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Çocukluğumdan beri resim, bale, tiyatro gibi sanatın farklı formlarıyla ilgilendim. Resme uzun yıllar ara verdikten sonra, aileden gelen görsel sanatlar tutkusundan çok da uzak kalamadım ve kendime vakit ayırma, zihnimi dinginleştirme arayışıyla 2017 yılında sulu boyaya başladım. Başlangıçta hobi olarak ilgilendiklerim, hayallerimin peşinde hızla gelişti. Önce kartpostallar ve art printlerle farklı evlerde güzel anlara eşlik etmeye başladım. Şimdi de sulu boya boyama kitaplarıyla illüstrasyonlarımın farklı ellerde renklenmesi beni çok mutlu ediyor.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tasarımlarımı genellikle kırtasiye meraklıları ve sulu boya severler alıyor. Sulu boya boyama kitaplarımı özellikle sulu boyaya yeni başlayanlar, denemek isteyip nereden başlayacağını bilemeyenler, yeni bir hobi arayışında olanlar tercih ediyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Burada özellikle en beğenilen ürünüm sulu boya boyama kitaplarından bahsedebilirim. Şu anda Botanik, Floral, Meyve, Seyahat, Güz ve Yılbaşı olmak üzere altı farklı kitabım bulunuyor. 12 sayfa 300 gram sulu boya kağıdı üzerine basılmış, kurşun kalem gibi ince çizimli illüstrasyonlardan oluşan boyama kitapları, sulu boya uygulamalarında kolaylık sağlıyor. Satın alanlara “Ne çizeceğim?” diye düşünmeden suluboyanın keyfini çıkarmak kalıyor. Genellikle bir kitabı satın alanlar, yeni çıkan çeşitleri de almaya devam ediyorlar. Seriye yeni gelecek projelerin müjdesini de şimdiden verebilirim.


Nadir bulunan, özgün objelerin peşinde: Niché

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Kendimizi tam “vintage lover” olarak tanımlayabiliriz. Hikâyesi olan her şeye karşı duyduğumuz tutku bizim için uzun zamandır karşı konulmaz bir dünya. 

İki vintage meraklısı Can Gördoğa ve Alican Tankoş olarak Niché markasının köklerini; sanat tasarımı, moda ve dijital medya alanlarında edindiğimiz kreatif birikimler ile birleştirip, bağımsız bir ileri dönüşüm hareketi olarak kurduk.  Şu an ise Niché ile geçmişi bugünün ilham kaynağına dönüştürmenin peşindeyiz. 

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

‘’Vintage gelecek’’ mottosuyla yola çıkan Niché, geçmişte tozlu raflarda saklı kalmış / görmezden gelinmiş vintage parçaları keşfederek, daha sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlamayı önemsiyor. 

Bu yolculukta; kitlesel üretimin ve hızla tüketilen trendlerin yerine, geri dönüşümün güzelliğine dikkat çekerek, tasarıma ve kaliteye odaklanıp, nadir bulunan özgün objeleri seçiyoruz. Ürünleri bulmak için yapılan yolculuk ve verilen emeğin de bütün süreci daha değerli kıldığına inanıyoruz.

Bu vintage objelerin tasarım ve kalite performans dengesine odaklandığımızda çıkan tabloyu ise seri üretim olan birçok üründen daha heyecan verici buluyoruz.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Çoğunlukla, sürdürülebilir dünyanın farkında olan ve bunun bir parçası olmak için heyecan duyan vintage meraklılarının uzun zamandır radarlarında olduğumuzu biliyoruz. 

Kendi stiline özgün dokunuşlarda bulunan kişilerin ev dekorasyonunda da arağı farklılık, genelde vintage parçalarda bulunuyor. Bu sebeple Niché, takipçilerine alışveriş deneyimi açısından hem benzersiz hem de modern çözümler sunuyor. 

Keşfettiğimiz ürün seçkimizde; Memphis, Space Age, Pop Art, Retro Modern gibi ağırlıklı olarak 20. yüzyılın ikinci yarısının akımlarına ait parçaları bulabilirsiniz. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Hızlı tüketimden ziyade yeniden kullanımı destekleyen bir kültürün yayılmasında rol oynama ve buna katkı sağlama amacıyla Niché’ten alışveriş yaptıklarını biliyoruz. 

Kitlesel üretimin, kalite performansının tatmin edici yönünü eleştiren kıymetli vintage parçalar, hem tasarım hem de materyal kalitesi anlamında çok daha çekici bulunuyor diğer yandan.

Daha duygusal olan bir yanı ise başka hayatların parçası olmuş, nice güzel anlara tanık olmuş eşyaların yaşamaya, var olmaya devam etmesi de diyebiliriz. Bu sebeple gelecek planımızda, ürün yelpazemizi genişleterek daha çok insana ulaşmayı hedefliyoruz. Tüm vintage severlere ve Niché’e ilgi gösteren takipçilerimize sevgilerimizi gönderiyoruz!


Sürdürülebilirliği kılavuz edinmek: oldNew

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Damla Şenli. İstanbul Aydın Üniversitesi Uluslararası Lojistik mezunuyum. Yaklaşık 11 sene kurumsal firmalarda, sonuncusu Danone – Sırma  olmak üzere lojistik yöneticiliği yaptım; sonrasında ikiz hamilelikle çok sevdiğim işimden bir günde doktor kararı ile ayrılmak zorunda kaldım. Fakat ikizler sağlıkla doğdu, hiçbir sorun kalmamışken pandemi ile tanıştık. Eşimin hâlihazırda olan işletmelerine destek verirken, ailemizde fırça işini yapan büyüğümüzle etkileşimde kalarak oldNew’ün temelini atmış bulunduk.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Farm house ve country yaşam tarzına sahip bir birey ve küçük bir aileyiz. Eşim aşçı ve işletmeci. Çocukları da bu şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. Fırça grubu bizim evimizde sekiz yıla yakındır kullanılan ürünler. Kurulduğumuz aşamadan bugüne, yalnızca oldNew için değil, yüzlerce girişimci insana no-name ya da kendi markaları ile bilinen, bilinmeyen ürün ürettik ve hâlihazırda 10 ‘a yakın girişimci ile çalışmaktayız. Kimi oldNew için seramik üretir, kimi atık kumaşlardan meyve sebze kurulama bezi yapar. Bence başarımızın temeli bu paylaşımcı değerden gelmekte. oldNew, çocuklarıma (Uzay ve Ayaz ‘a) adadığım bir marka yani sürdürülebilirliği baştan hedef olarak koyuldu.

Ben ve eşim, girişimci olarak kurduğumuz markalarla  ve kendi çabamızla yarattığımız bu değerlerde en yakınlarımızdan dahi destek almadık ama ben istiyorum ki değişen dünya düzeninde gençlere, aynı zamanda girişimci ruha sahip bireylere örnek bir marka da olsun oldNew.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Özellikle sanırım bu hayat biçimine sahip ya da sahip olmaya yeni başlayan, başlamış ama devam ettirememiş kişiler alıyor; sürdürülebilirliği kendine kılavuz edinmiş bireyler.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

İyi yaşamı hayatının odak noktasına koymuş herkes. Ürünlerimiz dekoratif anlamda gözü yormayan (kullanım sonrasında oldukça şık ve doğal duran), aynı zamana işlevi sırasında insana mutluluk veren bir kullanım alışkanlığı yaratıyor. Kim mutfağını, banyosunu ya da bitkilerini toprağa gömebileceği bir fırça ile temizlemek istemez ki?


Evinde küçük bir orman yaratmak isteyenler için: Plant in da House

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Ceren. Moda tasarımcısıyım ve mesleğimi faal olarak sürdürüyorum. Bunun yanında hep hayatımda olan bitkiler ve seramik konusunda, geçtiğimiz yıllarda daha yetkin olmayı başararak Plant in da House’u kurdum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Günün sonunda, iş hayatı rutine oturduğunda bazı durumlar karakterimizle ve dünyaya bakış açımızla çelişebiliyor. Ben kendimi gitgide daha plastik ve yüzeysel bir dünyaya doğru giderken buldum. Her şeyin çok hızlı geliştiği ve tüm donelerin israf edilmeye çok müsait olduğu; emeğin, zamanın ve materyalin fütursuzca tüketildiği bir alandan uzaklaşmam gerektiğine karar verdim.

Bahsettiğim bu alandan çıkıp evime geldiğimde, yetiştirdiğim onca bitkiye bakınca kendime alternatif bir dünya yarattığımı fark ettim. Gelen her yeni sürgünle, köklenen her çelikle dünyanın ve doğanın bir parçası olduğumu bu kadar kolay hissedebilmek bana çok iyi geldi. Ardından seramikle tanıştım. Bir ürün yaratabilmenin, yavaş ve etik üretimin ve ortaya çıkan ürünün biricik olmasının yanı sıra toprağın her türlüsü ile temas ediyor olmak dünyadaki varlığımı anlamlandırdı. Açıkçası iyilerin tarafına geçmiş gibi hissettim kendimi.  Bu hissin paylaşılabilir ve sürdürülebilir olması adına Plant in da House hayat buldu. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Bitkilerimi ve tasarım saksılarımı, evinde küçük bir orman yaratmak isteyen insanlar alıyor. Sunduğum bitkiler, benimle birlikte uzun bir süre geçiriyor. Bu süre zarfında gerekli tüm bakımları yapılmış ve sağlıklı olduğundan da emin olunmuş oluyor. Saksılarım ise genelde doğal form ve renklere sahip olduğundan bu ormana estetik bir taban oluşturuyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Benim gibi kendine güvenli bir alan yaratmak isteyen insanlar, sanırım ihtiyaçları olan tüm donelere tek yerden ulaşabildikleri için kendilerini Plant in da House’a yakın görüyorlar. Bir bitki edinildikten sonra da bakım konusunda destek verebiliyor olmam bu yakınlığı pekiştiriyor. Özellikle tasarım saksıların biricik ve estetik olması onları çekici kılıyor. 


Moda endüstrisinin materyal seçimlerine meydan okuyoruz: Prev

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Elif Taştekne ve ortağım Osman Koçak, uzun zamandır her anlamda şeffaf, etik, dünyaya değer katan ve değişim sağlayan bir iş için çalışmayı hayal ediyorduk. İkimiz de İTÜ’den mezun olduktan sonra ben ABD’de işletme ve tasarım eğitimleri aldım; o ise özel bir firmada proje yöneticiliği yapıyordu. Birbirimizle tanışmamız ve ideallerimizin çakışması iki buçuk sene önceye dayanıyor.

İki sene öncesinden başlayan araştırma ve deneme süreci sonunda 2021 Aralık ayında kurduğumuz ve ilk koleksiyonunun satışa çıkması üzerinden sadece bir yıl geçen Prev ise Türkiye’de bitkisel deriden ayakkabı üreten ilk, tamamen vegan ve deneysiz oluşu ile de tek marka olma unvanını taşıyor. Artık günümüzde moda uğruna hiçbir hayvansal materyali kullanmaya ihtiyacımızın olmadığını kanıtlayarak, moda endüstrisinin materyal seçimlerine meydan okuyoruz. Henüz ilk koleksiyonunun satışa çıkması üzerinden bir sene geçmesine rağmen, beş farklı koleksiyon çıkararak binlerce kişiye ulaşma imkânı sağlayan Prev; tasarım, kullanılabilirlik ve inovasyonu bir arada şekillendirmesiyle öne çıkıyor.

Üretimde kullanılan bitkisel deriler hayvansal derilerle aynı testlerden geçmiş, dayanıklılık sertifikalarına sahip materyaller. Üretiminde çok daha az su kullanımı gerektirdiği, doğadaki atık maddelerden yapıldığı, hayvansal derinin aksine toksik kimyasallar içeren işlemlerden geçmediği için teknolojisi yolun çok başında olmasına rağmen hayvansal deriyle rekabetinin şimdiden çok güçlü olması, gelecekte kullanacağımız materyallerin ne kadar değişeceğine dair etkileyici bir örnek. Ayakkabı koleksiyonlarımızın yanı sıra büyük bir heyecanla; defter, ajanda, çanta, kemer, cüzdan gibi günlük kullanıma uygun ürünler de yeni koleksiyonlarda yerini alacak.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Ben üç senedir veganım ve hayvanları eşya, kumaş, eğlence ya da gıda olarak görmeye karşı olan bir etik duruş gösteriyorum fakat tanıştığımızda, Osman bu konularla henüz karşılaşmamıştı. Zaman içinde benimle beraber hayvan hakları üzerine bilinci gelişti ve süreç içerisinde de vegan oldu. Bu yola çıkarken yapacağımız işin, bu konuda bir problemi çözmesi üzerine yoğunlaştık. Özellikle hayvansal deri kullanmak istemeyen ama suni derinin de kalitesizliğinden yakınan insanlar için ciddi bir sorun olan, hayvansal deriye muadil bulma konusunu araştırırken bitkisel deri alternatifini öğrendim. Bir yolculuğumuzda heyecanla ona bahsetmem üzerine, hemen araştırmalara başladık. Elbette önce kendimiz ikna olup, sonrasında da Türkiye’de ilk bitkisel deriden ayakkabıları yapmak üzere uzun ve heyecanlı bir yolculuğa çıktık.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tamamen vegan ve hayvan deneylerine karşı bir marka olmamıza rağmen müşterilerimizin büyük çoğunluğu vegan değil. Sürdürülebilirliğe önem veren, seçimlerini değiştirmeye çalışan insanlar bizden alışveriş yapsa da tasarımlarımızla da güçlü bir şekilde ön plana çıkarak, daha geniş kitleleri bitkisel deriyle tanıştırma şansı yakalıyoruz. Potansiyel müşterilerimizin vegan ürünlerle ilgili kalıplaşmış fikirlerini çizgi dışı tasarımlarla ve görsel iletişimle kırarak, onlara aynı zamanda bir deneyim yaşatmayı hedefliyoruz. Böylece, adımızın açılımındaki Plant Revolution, yani Bitki Devrimi çok daha geniş bir çeşitlilikle büyüyen bir topluluk hareketine dönüşebiliyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Yukarıda da bahsettiğim üzere, Prev sadece bir marka değil. Aynı zamanda bir devrim ve değişimin öncüsü. Kalitesi, klasik fakat özgün tasarımları, hayvanlara ve çevreye saygılı oluşuyla öne çıksa da insanlarda ters giden bir şeyleri değiştirme güdüsünü tetikleyerek, kişilerin bu deneyimin ve değişimin bir parçası olmasını sağlıyor. Üstelik bu değişimi başlatan ülkemizde ilk, dünyada ise ilklerden biri olduğumuz için tüketicilerimizi bu hareketin öncüsü olarak kabul edebiliriz. Ürünleri gururla taşıyan ve bitkisel deriyi sosyal ortamlarında en az bizim kadar ateşli bir şekilde savunan yüzlerce müşterimiz, bitki devriminin bir parçası oluyorlar. En kısa tabirle, bu değişim hareketini ve en az kürkler kadar gereksiz olan hayvansal deriyle beraber, tüm hayvansal materyallerin bitkisel alternatiflerini tek bir çatı altında topluyor olmaktan dolayı çok mutluyuz. Size de bu yazıyı okuyarak, bitki devriminin bir parçası olduğunuz için teşekkürler!


Kişisel bakım alışkanlıklarında dönüşüme teşvik: RHANEVA
Fotoğraf: Aylin Güngör

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Pandeminin başında yaşanan çeşitli değişiklikler sonrası, 1996’dan bu yana otel kozmetiği alanında çalışan aile şirketinde ben de yarı zamanlı olarak çalışmaya başladım. Şirketi büyük zorluklarla bugüne getiren ve yakın zamanda emekliye ayrılan annemize ithafen bir marka yaratma fikrimiz vardı. Bu projeye benim de dâhil olmamla birlikte organik, vegan ve temiz içerikli bir kişisel bakım markası yaratma heyecanı da başladı ve RHANEVA ortaya çıktı. RHANEVA’nın tüm ürünleri Cosmos organik ve vegan sertifikasına sahip. Ürün yelpazesinde tamamen doğal ve sertifikalı organik botanik bileşenlerle formüle ettiğimiz 16 banyo ve cilt bakım ürünü bulunuyor. Her birini farklı formüller arasında gezinerek ve içimize sinene kadar tekrar tekrar deneyerek ürettiriyoruz.  

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Ekolojik yıkım ve sürdürülebilirlik konularının hiç olmadığı kadar dünya gündemini sıkıştırdığı bir zamanda kişisel bakım alışkanlıklarımızdaki dönüşümü teşvik etme fikriyle yola çıktık. Sade bir ürün yelpazesi içinde, tamamen doğal ve organik, etkin bitkisel içeriklerle geliştirdiğimiz ürünlerle kişisel bakımda da daha az ama iyi ürün kullanımını teşvik etmek istedik.

Fotoğraf: Aylin Güngör
Fotoğraf: Aylin Güngör

Ürünlerinizi kimler alıyor?

Ürünler hem organik hem de vegan sertifikalı olduğu için daha çok ne tükettiğine önem veren, kozmetik endüstrisindeki sentetik kimyasallar, koruyucular ve yapay kokuların hem insan sağlığı hem de çevre için zararlarının bilincinde olan, hayvan haklarını gözeten bir kesim tarafından tercih ediliyor.

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Çünkü kozmetik ve kişisel bakım alanı -pek çok başka alan gibi- markaların “doğal”, “organik” gibi iddialarının sıkı bir şekilde denetlenmediği, tüketiciler için güvenilirliğin düşük olduğu bir alan. Cosmos Organic ve IFC Global Vegan sertifikaları kullanıcılar için bu güveni sağlıyor. Kullanıcılar RHANEVA ürünlerinde çoğu ticari kozmetik ürününde bulunan; köpürme, yumuşatma, raf ömrünü uzatma, yoğunlaştırma, akışkanlık sağlama, renk ve koku verme gibi amaçlarla kullanılan ve hem kullanana hem de doğaya zararlı hiçbir yapay kimyasalın kullanılmadığından böylece emin oluyorlar. 


Bitkisel bazlı bio-polimer, 3D baskı teknolojisi: Soli Workshop

Siz kimsiniz? Hikâyenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Soli Workshop olarak dijital üretim yöntemlerini kullanan yeni nesil bir tasarım üreticisiyiz. İç mekânlar için özgün aydınlatma ürünleri ve dekoratif objeler tasarlayıp üretiyoruz. 

2022 yılında kurulduk. Ekibimiz mimarlar ve tasarımcılardan oluşuyor. Ürünlerimizi önce web sitemiz ve diğer online satış platformları üzerinden yurt dışı pazarına açtık. Tasarımlarımız müşterilerden olumlu geri dönüşler alınca yurt içinde ve yurt dışında mağazalarla da iş birliği yapmaya başladık. Bugüne dek 15 farklı ülkeden kullanıcıyla ürünlerimizi buluşturduk. 

Sunduğumuz ürünlerin her biri “doğa dostu dekorasyon” koleksiyonumuzun bir parçası. Ham madde olarak doğa dostu, bitkisel bazlı bio-polimer malzeme kullanıyoruz. Siparişe özel üretim yapıyoruz. Bu şekilde stok fazlasının önüne geçerek atık oluşumunu minimize etmeye özen gösteriyoruz.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız? 

Bir ürünü tasarlayıp geleneksel üretim yöntemleriyle hayata geçirmek uzun bir üretim süreci ve yüksek maliyet gerektiriyor. Bu da bize göre tasarımcıların tasarımlarını hayata geçirebilmesinin önündeki en büyük engel. Biz bu engeli yeni nesil bir üretim yöntemi olan 3D baskı teknolojisini kullanarak aşabileceğimizi düşündük.

3D yazıcılar günümüzde birçok sektörde profesyonel olarak kullanılıyor. Biz de kendi üretim süreçlerimizi geliştirdik ve bu makinelerle yüksek kalitede mimari objeler üretiyoruz. Tasarımları hızlı bir şekilde son kullanıcıyla buluşturabiliyoruz. Her bir ürün, kullanıcısına özel üretiliyor.  Bu sayede rahatlıkla kişiselleştirilmiş ya da projeye özel çözümler sunabiliyoruz. 

Soli olarak tasarımcılarla iş birliği yaparak, onların tasarımlarını müşterilerle buluşturuyoruz. Aynı zamanda iç mimari projelere özel aydınlatma ve dekoratif objeler de üretiyoruz. Kendimizi yeni nesil tasarım üreticisi olarak tanımlamamızın sebebi bu.

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler, neden alıyor?

Özgün aydınlatma ve ev dekorasyon ürünleriyle ilgilenen ve yaşam alanlarına kişisel bir dokunuş katmak isteyenler ürünlerimizi tercih ediyor. Hediye olarak alanlar da sayıca fazla.

Biz aydınlatmayı farklı bir bakış açısıyla ele almaya çalışıyoruz. Alışılagelmişin dışında yeni formlar ve dokular deniyoruz. Aynı zamanda kullanım pratikleri de üzerinde çokça düşündüğümüz konulardan biri. Masa lambalarımızın çeperi, yarı geçirgen yapısı sayesinde ışığı yumuşak bir şekilde ortama dağıtıyor. Bu da ortamın atmosferini keyifli bir hâle getiriyor.

Masa üstü aydınlatmalarımız hem çalışma alanlarında masa lambası, hem de yatak odalarında gece lambası olarak kullanabiliyor. Sarkıt lambalarımızı mutfak adalarını ve yemek masalarını aydınlatma için tercih ediyorlar. Evlerinin giriş holünde, salonunda, konsol ya da TV ünitesi üzerinde kullanan müşterilerimiz de var. Renk çeşitliliğimizden dolayı çocukları için satın alanlar da oluyor. 

Vazolarımız ise hafif ve dayanıklı yapısı ile öne çıkıyor. Özellikle evcil hayvanları ya da küçük çocukları olanlar için ürünün düşmelere karşı dayanıklı olması tercih sebebi oluyor. 


Anneanne kilimlerinin açtığı yolda: Tabae

Siz kimsiniz? Hikayenizi kısaca anlatabilir misiniz?

Ben Reyhan Güneş. ODTÜ Sosyoloji Bölümü mezunuyum. Üniversiteden sonra çeşitli moda dergilerinde editörlük yaptım. Şu an hazır giyim sektöründe kurumsal hayatıma devam etmekle birlikte Tabae Living için çalışmalarımı sürdürüyorum.

Nasıl ve neden bu yola çıktınız?

Aslında kilim dokumacılığı, ailemde benden birkaç kuşak öncesine dayanıyor. Anneannem Denizli’de çocuk yaşlarında kilim dokumayı öğrenmiş ve biz yıllarca evlerimizde onun dokuduğu kilimlerle yaşadık. Manevi değeri bizim için oldukça yüksek olan bu kilimleri saklamaya karar verdiğimizde, ev dekorasyonumuz için yeni kilimler aramaya başladık. Bu esnada hem Denizli’deki hem de farklı illerdeki zanaatkârlarla tanışma ve çalışmalarını yakından görme fırsatım oldu. Geleneksel kilim motiflerinin yanı sıra farklı motiflerin de dokunabildiğini fark ettiğimde Tabae Living için ilk adımları atmaya karar verdim. Sanatçı arkadaşlarımın da desteğiyle uzun süren bir tasarım, deneme ve numune üretimi sonunda markamızı hayata geçirebildik ve ardından, başta sofra tekstili olmak üzere farklı ürün grupları için çalışmalarımızı başlattık. 

Tasarımlarınızı / ürünlerinizi kimler alıyor?

Tabae Living markasını hayata geçirirken seri üretimden ziyade her biri kendine has tasarım ve üretim sürecinden geçen ürünlere yer vermeyi hayal ettik. Bu nedenle Türkiye’nin dört bir yanındaki farklı atölye ve tezgahlarla çalışarak, yerel üretimi desteklemeyi hedefliyoruz. Tasarımlarımızın da bu ortak paydada buluşabildiğimiz herkese hitap ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kısa süre önce başlayan yolculuğumuzda aynı amaç ve değerleri paylaştığımız güzel bir kitlemiz oluştu. 

Ürünlerinizi alanlar, neden alıyorlar?

Markamız çatısı altında ürettiğimiz her bir ürün hem tasarım hem de el emeği anlamında uzun süren bir çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle yaşam alanlarında özgün parçalara yer vermek isteyen, geleneksel üretim yöntemlerine değer veren ve uzun yıllar kullanabilecekleri ürünleri tercih edenler tüm bunların sonucu olarak Tabae Living’e yöneliyor.