Görkemli pragmatizmin zirvesi: The Curse 7. bölüm

Yazı: Utkan Çınar

Emma Stone, Nathan Fielder ve Benny Safdie ortaklığı The Curse, yarattığı heyecan dalgasını boşa çıkarmıyor. Dizinin “The Fire Burns On” isimli 6. bölümüne burada göz atmıştık. Haftalık The Curse incelememiz, 7. bölüm “Self-Exclusion” ile devam ediyor.

*Bu yazı, henüz ilk yedi The Curse bölümünü izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.

Bölüm 7: “Self-Exclusion”

Bütün diziyi tek bir organizma olarak görmek gerek tabi ama sanırım en iyi bölümü izledik desem yanlış olmaz. Evet, yine eleştireceğim anlar da oldu ama karakterlerin motivasyonları yerine oturdukça ve gizem duvarları yıkıldıkça istediğimizi daha kolayca aldığımız, keyfimize baktığımız bir yapım oldu The Curse. İlk bölümden önceki heyecanımın aynen devam ettiğini söylemeliyim.

Whit ile Asher’ın eşit ağırlıkta olduğu bir bölüm olsa da Asher yine yıldız. Belki fazla tekrar ediyorum bunu ama Nathan Fielder beklediğimden çok daha derinlikli bir oyunculuk sunmaya devam ediyor. En güzel örnekleri de bu bölümdeydi. Asher’ı bu bölüm çok üzdüler, çok zorladılar. Bunu en azından kumarhanede çalıştığı zamanlarda kumar bağımlılarının suistimaline ortak olduğu ve hatta bununla eğlendiği için hak ediyor belki. Bölümün sonunda Whit ile tartışmalarının kaydını dinleyip not alırkenki hâli hayatımda gördüğüm en hüzünlü ve bir yandan da en cringe anlardan biri olabilir. Notlarının da “onun fikirlerine daha çok katıl”, “onayla ve gül”, “daha yumuşak bir sesle konuş” gibi şeyler olması da. Onun görkemli pragmatizminin zirvesi. Tabi böyle bir bitiriş, bölüm boyunca sınırları zorlanan Ash’i bize ters köşe yapar şekilde bırakmamız enteresan oldu. Orada bir saatli bomba var sonunun nereye gidebileceği bayağı bir heyecan yaratıyor insanda. Bir de kendisini Arsenal teknik direktörü Mikel Arteta’ya benzetmekteyim, hem tip hem tavır olarak; taraftarları kızmasın.

Asıl bomba sekans ise bir komedi dersiydi. Hatta o anların kendi başına harika bir dizi fikri olabileceğini de düşünüyorum. Bir hoca komedi tarihini ve yöntemlerini anlatır; öğrenciler de bunları denerler mesela… Asher’ın, nedense, penisinin boyuyla ilgili sırrı öğretmene vermesi, kendisi de muazzam bir pasif agresif ve af buyurun bir dangalak olan hocanın bunu derste açık etmesi, diğer öğrencilerin (harika bir figüran kadrosu olduğunu da söylemeliyim) bu konuya tepkisi, ders sonunda Asher’ın hocayı kalaylaması derken altı dakikalık bir süreçte bir sosyoloji, psikoloji ve mizah dersi izliyoruz. Yine de kendimle gurur duyuyorum, hoca Asher’ın sıkıntısını tüm sınıfa açık ettiğinde yan odaya kaçmamayı başarabildim.  

Geçen hafta bahsettiğim gibi “lanet” konusu ve Nala karakteri ayrıksı bir yan hikâye olarak dizinin üzerinde bir yük olmaya devam ediyor gibi. Aslında Nala’yı oynayan Hikmah Warsame gayet iyi iş çıkarsa da onun sekansları biraz fazla sıradan ve ileride olacak olaylara hizmet eden anlar. Bu da diziyi “varılacak nokta değil gidilen yol” şiarıyla izlerken aksamalar yaratabiliyor. Bu anlara yapılan vurgu bu konuyla ilgili beklentiyi de belki gereğinden fazla yükseltiyor. Bu işin çok iyi bir yere bağlanması lazım. Bağlandığı yerin de kesinlikle gerçeküstü bir nokta olmaması lazım. Korkuyorum. Yine de beden hocasıyla olan kısa diyaloğu çok iyi yazılmıştı. Birçok öğretmenin bullying mevzularında kullanabileceği bir metin. Öğretmeni oynayan karakterin bunu gayet umursamaz ve sıradan bir şekilde sunumu ise “iyi dizi, herkesi oynatıyor” noktasında güzel bir örnekti.

Whitney’in de bu bölüm dikkat çekici anları vardı. Cara Durand ile arkadaş olma konusunda muazzam biraz da “garip” gözüken ısrarını çok iyi yansıttığını düşünüyorum Emma Stone’un. Herkesin yanında farklı bir şekle bürünen faydacılığı çok tanıdık geliyor. Etrafımızda da böyle insanlar görürüz hep. Ama bu hesap-kitapçılığının yanı sıra kamera önünde evliliğiyle ilgili anlattıkları da dizinin diyalog yazımının ne kadar başarılı olduğunun en iyi örneklerinden biriydi. Uzun bir ilişki yaşamış ya da yaşayan herkesin çok tanıdık bulacağı ruh hâllerini gayet sade ve doğal bir şekilde dile getirdiklerini düşünüyorum.

Dizinin tüm o cringe vaziyetlerinin yanında çok gerçek anları da var. Nihilizm ve sinizmden uzak duran “meselesi” olan bir yapım olduğunu bu anlarda anlıyoruz. Bu da gözümde daha yüksek bir yerde konuşlanmasını sağlıyor. Ayrıca Whitney’in arabada babasından para istediği sahnenin hunharca bir şekilde yandaki arabadaki kamerayla çekilmesi ve yine Whitney’in Cara ile basket oynadığı kısım da iyi çekilmiş sahnelerdi.

Son turlara giriyoruz. İçimden bir ses tadı damağımızda kalacak diyor. Sanki 20 bölüm olsa da söyleyecek şeyleri olurdu. Neyse, kemerleri bağlamalı artık.