The Rings of Power: 4. bölüm değerlendirmesi

Yazı: Biçem Kaya

4. bölümle birlikte ilk The Lord of The Rings: The Rings of Power sezonunda yolu yarılamış bulunuyoruz.

Bu bölümdeki Númenor sahneleri, gelecekteki olay örgüsüne yönelik önemli gelişmeleri içeriyordu. Tempo şimdiye kadar biraz ağır kalsa da 4. bölümün ardından hızlanacağına yönelik sinyaller de verilmeye başlandı.

Númenor’un Çöküşü’ne yönelik önemli işaretler

Míriel’in, Númenor’un sular altında kalarak çöküşüne dair bir rüyası – görüsü ile başlayan bölüm, halkın içinde elflere yönelik ayrımı ortaya koyan bir sahne ile devam ediyor. Burada Tamar isimli karakterin halkı Míriel’e karşı kışkırttığını görüyoruz. Söylemini Míriel’in elf-dostu olması üzerinden kuruyor ancak kulağa absürt gelen kimi ifadeler var burada. Tamar, insanların aksine uyuma ve dinlenme ihtiyacı pek fazla yaşamayan elflerin işlerini ellerinden alabileceğine dair halka korku salmaya çalışıyor. Tuhaf olan şey ise elflerin Númenor’u bir geçim kapısı olarak görme ihtimallerinin hiç olmaması. Batı’nın elfleri buradaki halka tüm bilgilerini ve maharetlerini aktararak gelişmelerine olanak tanıyorlar. Zaten Tolkien evreninde elflerin her anlamda insanlardan çok daha üstün varlıklar olduğu tartışma götürmeyen bir konu. Númenor elfler için arada sırada ziyaret edip dostluklar kurdukları bir ülke olarak geçiyor, göç edip yerleştikleri bir yer değil. Tamar’ın bu saçma sözlerine kulak veren bir halk sahnesi bu anlamda pek inandırıcı gelmiyor. 

Bu sahnede Pharazôn’un oğlu Kemen ile diyaloğunu da izliyoruz aynı zamanda. Kemen dizi kapsamında evrene eklenmiş yeni bir karakter. Babasının zeki olmak yerine bilge olmanın önemi üzerine sözlerini dinliyor.  Tolkien evreninden bilindiğimiz üzere Pharazôn, güce ulaşma hırsıyla dolu ve kral Tar-Palantir’in ölümü üzerine kuzeni Tar-Míriel ile zorla evlenerek tahta geçiyor; Númenor’un çöküşünde oynadığı büyük rol de böylelikle başlamış oluyor. Dizide bu karaktere dair çok az şey biliyoruz. Henüz Chancellor / Danışman sıfatıyla geçiyor. Tar-Míriel ile olan iletişimlerine dair bildiklerimiz de hâlâ çok sınırlı. Sahneden anladığımız üzere, Númenor halkı Pharazôn’un sözlerini dinliyor; ona karşı bir güven besliyor.

Pharazôn’un konuşmasında Armenelos’dan da ilk defa söz edilmiş oluyor. Burası Númenor’un -Gökyüzü Sütunu anlamına gelen- en yüksek dağı Meneltarma eteklerinde Elrond’un ikiz kardeşi Elros tarafından kurulmuş olan, Númenor’un başkenti.

Vekil Kraliçe Tar-Míriel, Elendil ve Galadriel arasında geçen sahneler ise bu sezonun geri kalanında hikâyelerin ne şekilde birleşebileceğine ve ilerleyeceğine yönelik merak edilenleri cevaplıyor. Galadriel’in Sauron’un büyüyen kötülüğüne karşı Númenor ile birlikte savaşma çağrısına, Vekil Kraliçe başlarda kayıtsız kalsa da ilerleyen sahnelerde fikrini değiştirdiğini görüyoruz. 

Taht odasındaki sahneye minik bir detaydan dolayı dikkat çekmek lazım. Burada Galadriel, Halbrand’ın güney topraklarının kralı olduğu inancını paylaşırken buna pek de inanmayan Tar-Míriel alaycı bir ifadeyle Elendil’in -Orta Dünya’nın doğusundaki toprakları ifade eden kelime olan- Rhûn’un imparatoru olduğunu söylüyor. (Rhûn insanlarını, The Lord of the Rings üçlemesinde Sauron’un yanında savaşan insanlar olarak görmüştük. Hatırlanacağı gibi devasa füller ile savaşa katılmışlardı.) Söz konusu bir ada ülkesi olunca, buradaki soyağaçlarında sık çakışmalar yaşandığını belirtmek gerek. Dolayısıyla Elendil’in soyu da -tıpkı Tar-Míriel gibi- Elros’a dayanıyor.  Yani ikisi uzaktan da olsa birbirlerinin akrabası. Elendil’in soyağacını buradan takip edebilirsiniz. (Aragorn, Elrond’un uzaktan akrabası ve Númenor krallarının soyundan oluyor.) 

Sahne Tar-Míriel’i ikna edemeyen Galadriel’in, Tar-Palantir ile görüşme isteğinin de geri çevrilmesi üzerine yine -pek de karakteristik olmayan bir şekilde-  sinirlerine hâkim olamayıp Númenor’un zindanlarına atılmasıyla son buluyor.

Bölümün ilerleyen kısmında zindanlardan kaçan Galadriel,  farklı bir esaret içinde olduğunu bildiğimiz Tar-Palantir ile nihayet karşılaşıyor ve burada kralın son derece hasta olduğunu öğreniyoruz.

Ardından Tar-Míriel’in, Galadriel ile daha farklı bir tonda konuşmaya başladığını izlemeye başlıyoruz. Böylelikle tıpkı babası gibi elflere bağlı kalanlardan biri olduğu da kanıtlanmış oluyor. Nitekim devamında Galadriel’i, yedi adet olduğunu bildiğimiz gören taşlardan (palantíriden) birinin yanına götürdüğü sahneye geçiyoruz.

Fëanor’un maharetinin bir ürünü olan gören taşlar, elflerin Númenor insanlarına getirdiği sayısız hediyeden. (Dizide sadece bir tanesi bize gösterilmiş olsa da Númenor’un çöküşünde bu taşlardan en az ikisinin kurtarıldığı biliniyor. Nitekim ilerleyen yıllarda bu taşlardan biri Minas İthil’e, diğeri Minas Anor’a götürülüyor; İsildur ve kardeşi Anárion arasındaki haberleşmeyi sağlayan taşlar hâline geliyor. The Lord of the Rings üçlemesinde, Sauron’un Minas İthili’i ele geçirmesinin ardından, düşmanın elindeki bir haberleşme aracı olarak nasıl kullanıldığını izlemiştik.) Sahnede Tar-Míriel, palantír aracılığıyla, bölümün başlangıcındaki geleceğe ilişkin görüyü Galadriel ile paylaşıyor. Bu sahnenin Lothlórien’de Galadriel’in aynasından geleceğin olasılıklarına bakan Frodo sahnesi ile taşıdığı paralellikler var. Yine de belirtmek lazım ki palantírin geleceği göstermek gibi bir gücü olduğunu şimdiye kadar görmüş, duymuş değildik. 

Palantírdeki görü hakkında Galadriel’in yaptığı konuşma -kadim bir Ñoldor elfi olarak kişiliğindeki bilgelikten izler taşıyan, karakterin derinliğini nispeten verebilen nadir konuşmalardan da biriydi aynı zamanda- Tar-Míriel’in fikrini değiştirmesine önayak oluyor. Nimloth’un döktüğü yaprakların getirdiği uyarı işareti üzerine de Vekil Kraliçe, Galadriel’in Orta Dünya’ya yolculuğuna bizzat eşlik edeceğini açıklıyor. Söz konusu görev için, önemli bir ordu gücüne sahip olduğunu bildiğimiz Númenor’da neden sokaktaki insanlar arasından gönüllü arandığı ise merak konusu.

Adar karakteri ile Tolkien dünyasına eklenen farklı bir ton

Her ne kadar geçtiğimiz bölüm adını taşısa da bir türlü tanışamadığımız Adar karakteri ile bu bölüm nihayet tanışıyoruz. Esir düşen Arondir ile konuşmasından, Beleriand’ı bilen bir elf olduğunu anladığımız Adar’ın, zamanla Sauron’un saflarına ne gibi bir motivasyonla katıldığını öğrenemiyoruz. Ancak bu elfin, Arondir gibi türdeşlerinin büyük bir yanılgı içinde olduklarına dair düşünceleri olduğu belirtilmiş.

Bilindiği üzere, Valinor’un İki Ağacı’nın ışıldadığı yıllarda Orta Dünya’daki alacakaranlıkta uyanan elfler, Melkor / Morgoth’un kurnazlığıyla ve yalanlarıyla karanlığa gömülüp dönüşüm geçiriyorlar ve ork haline geliyorlar. Adar figürü ise farklı bir hibrit doğaya sahip. Vücudunda kötülüğün yarattığı deformasyonlar var ancak dönüşümü daha farklı. (Koyu) gri tondan ilerleyen Adar’ın, Tolkien evrenine farklı bir dokunuş olduğunu belirtmek lazım. Orklar arasında “Baba” olarak kabul görmesi; bu topluluktan hiç beklenmeyecek şekilde güven, şefkat gibi duyguları yansıtıyor olması hem bu çağın orklarına hem de Adar’a yönelik soru işaretleri yaratıyor.

Adar karakterine dair detaylarda gizli birkaç nokta daha var. Örneğin Arondir ile diyaloğunda Beleriand hakkında konuşurken bir nehirden söz ediyor. Bu nehir büyük olasılıkla Sirion nehri. Nitekim Adar’ın üzerindeki zırhta da bir nehir işlemesi olduğunu görüyoruz. Tüm bunlar, bir zamanlar Beleriand’da yaşamış olan bir elf olabileceğine işaret ediyor. Burada Adar’ın kim olduğuna yönelik internette dolanan teorilerden birine de hızla göz atalım.

Teori, Adar’ın Sindarin dilinde “Baba” anlamına gelmesine dayanıyor. Buna göre Adar, Melkor’un kaçırıp kara büyü ile orklara dönüştürmeyi başardığı yeni türün ilk üyesi. Adar olarak geçmesinin de sebebi bu. Türün geri kalanı, bu ilk üye üzerinden çoğaldığı için yaşam döngüleri onun kadar uzun olmuyor. Teori biraz uzaktan uçuyor olsa da kayda değer noktalara değiniyor. Örneğin orkların ne şekilde çoğaldığı bilinen bir bilgi değil, sadece Melkor’un kara büyüsünden söz ediliyor. Dizi hakkında kulağa çalınanlar arasında dişi orkların yer alacağı haberini de hatırlarsak, Adar karakteri üzerinden orklara dair de daha detaylı bir dünyanın kurulmaya çalışıldığını açıkça görmüş oluyoruz.

Güneydeki insanların akıbeti

Tirharad’daki ork saldırısından kaçan insanların Ostirith’deki gözcü kulesine sığınışını  izlediğimiz sahnelerde, Theo ve gizemli kılıcına yönelik yeni bilgiler ediniyoruz. Kılıcın üzerine işlenmiş işaret sebebiyle, bunun Sauron’un kılıcı olduğunu az çok biliyorduk. Bu bölümde Tirharad’daki tavernanın sahibi olan Waldreg’in de bir süre bu kılıcın taşıyıcısı olduğunu öğreniyoruz. Tıpkı güç yüzüğü gibi taşıyıcısıyla arasında kurduğu hastalıklı bağ üzerinden, kılıcın Sauron’un kötülüğünün bir enstrümanı olduğu fikri güzelce vurgulanmış. Bölümde tünel kazan orkların da bu kılıcı aradığını  öğrenmiş olduk.

Orkların Adar liderliğinde ilerleyişi, kılıcın varlığı ve meteorun yeryüzüne çakılışı gibi konuların Sauron destekçisi insanlar için karanlık lordun geri dönüşüne yönelik işaretler olarak yorumlandığını görüyoruz. Tüm bu gelişmeler Galadriel’in Númenor ordusuyla bu bölgedeki büyüyen kötülüğe karşı savaşma planını daha da önemli hâle getiriyor. Güneydeki insanlar açısından yeniden bir seçim yapma vaktinin yaklaştığını anlıyoruz.

Eregion ve Khazad-dûm ilişkileri üzerinden cüce – elf dostluğuna dair daha fazla detay

Celembrimbor – Elrond konuşmasını içeren sahnelerde, önceki bölümlerde sözünü edilen kule yapımına çoktan başlanmış olduğunu görüyoruz. Elf – cüce hünerinin birleşimiyle müthiş bir hızda ilerleyen kulenin formuyla Babil Kulesi’ne ne kadar benzediğini ister istemez fark ediyoruz. Dizideki üsluba ilişkin de genel bir not aslında bu. Babil gibi mezopotamya medeniyetlerinin üslubuna dair farklı özellikler, Númenor’un mimarisinde de gördüğümüz üzere, geçmiş çağlardaki insan ve cüce uygarlıklarının estetiğine ilişkin hâkim bir dil olarak karşımıza çıkıyor. Renk kullanımı ve kütlesel ilişkilerin Mezopotamya medeniyetlerinden ilhamla yaratıldığı göze çarpıyor.

Daha ziyade Elrond ve 4. Durin’in iletişimi üzerinden ilerleyen elf – cüce dostluğuna yönelik anlatıda, Celebrimbor’un biraz devre dışı kaldığını belirtmek gerekli. Nitekim Tolkien metinlerinde Khazad-dûm ile ilişkileri başlatan aslında Celebrimbor ve zamanla Elrond da cücelerle iletişimini bu sayede geliştiriyor. Khazad-dûm mimarisinde önemli izler bırakan Celebrimbor’un (Ay ışığı ile parıldayan Durin Kapısı’nı cüce Narvi ile inşa ediyor) cücelerle daha fazla sahnesinin olması isabetli olurdu.

Hikâye elfler ve cüceler arasındaki iletişimin altın döneminde geçse de yaklaşmakta olan karanlığın gölgesi ile birlikte elfler ve cüceler arasındaki gerilimin de yavaş yavaş tırmandığını hissediyoruz. Durin ve Elrond dostluğu kuvvetli olsa da Elrond’un, mithirlin varlığını öğrenebilmek için biraz ajanlık yapması gerekiyor; elf gözlerinin neler görebildiğini de görüyoruz bu sahnede. (Burada, mithrilin çıkarılma işleminin ne kadar tehlikli olduğu da aktarılıyor. Yaşanan kaza sonucu mahsur kalan cücelerin kurtulması için Disa’nın yönettiği ayin sahnesi, elflere ve insanlara oranla daha az bildiğimiz cüce dünyasını keşfetmeye yönelik zenginleştirici bir detay olmuş.)

Baba – oğul Durin’in diyoluğundan, Elrond haricindeki elflere güvenmediklerini ve ters giden bir şeyleri sezdiklerini anlıyoruz. Gil-galad’ın meteor ve Lindon’daki ağaçların, Nimloth’a paralel bir şekilde hastalanıp yaprak döküyor olmasıyla aldığı tehlike sinyalleri üzerine, Durin’in de olduğu bir ekibi toplanmaya çağırmasıyla, Galadriel haricinde Orta Dünya elf ve cücelerinin de yaklaşan tehlikenin farkına vardıklarını anlıyoruz.