The Rings of Power: 6. ve 7. bölüm değerlendirmesi

Yazı: Biçem Kaya

İlk bölümün ardından temponun bir hayli düştük seyrettiği ilk The Rings of Power sezonu, 6. bölüm Udûn ve 7. bölüm The Eye ile nihayet hareketleniyor. Fırtına öncesi sessizliğin son bulduğu bu iki bölümde, farklı kollardan seyreden olay örgülerinin kesiştiğine tanıklık ettik. Cevap bekleyen sorularımız ise değişmedi. 

6. bölüm Udûn, hem yüksek temposu/gerilimiyle hem de kimi konulara getirdiği açıklamalarla sezonun şimdiye kadar en dikkat çekici bölümüydü. Ostirith’teki gerginlik, Tirharad köyüne taşınırken, Númenor’daki karakterlerlerin de dâhil olmasıyla birlikte İkinci Çağ’da geçen bir savaşa ilk defa tanıklık etmiş olduk. Bölüm, Adar karakterinin ilk ork yani Uruklardan biri olduğunu nihayet doğrulaması, karakterinin Sauron olabileceği yönünde gönderdiği sinyaller ve bu dönemde Orodruin olarak bilinen, sonraları Hüküm Dağı (Mount Doom ya da Sindarin dilinde Amon Amarth) şeklinde anılacak olan volkanın aktif hâle geçmesi bakımından bir hayli önemli, kırılma noktası denilebilecek anları paylaştı.

Bölüme daha detaylı bakmak gerekirse… Öncelikle Númenor tarafından başlayalım. Pharazôn yerine vekil kraliçenin bizzat Orta Dünya çıkarmasına liderlik ettiği serüvende, bu evrendeki insan medeniyetleri arasında en güçlü orduya ve donanmaya sahip olduğunu bildiğimiz Númenor’da oldukça az sayıda asker görmemizin ve hatta kraliçenin eşlik ettiği böylesi bir görevde ordudan değil de halktan gönüllülerin seçilmiş olmasının bir hayli tuhaf olduğunun altını yeniden ve yeniden çizmek gerekiyor. Savaş sahnelerinde de kimi problemler var. Böylesi büyük bütçeye sahip olan bir yapımda, örneğin bu kadar az figüran görmek, savaş olarak aktarılan çarpışmanın boyutunu bir hayli daraltıyor ve seyirci üzerindeki etkisini de azaltıyor. Ayrıca her birinin 100 askere yetecek kadar erzak, mühimmat ve at taşıdığını bildiğimiz Númenor gemilerinde bir ölçek problemi olduğu da göz ardı edilecek gibi değil. Hatta geçtiğimiz haftalarda buna dair bir diyagram da internette bir hayli popüler olmuştu.

Tabii diziye dair notları aktarırken, aksayan yönlerini belirtirken, eleştiri yaparken şu önemli parantezi yeniden açmak gerekir. The Rings of Power, İkinci Dünya’ya dair Tolkien’in notları üzerinden inşa ediliyor, üçüncü çağda olduğu gibi halihazırda roman olarak hazırlanmış bir olay örgüsüne sahip değil. Bu nedenle diziyi Tolkien metinlerinin bir yorumu olarak ele alındığını akıllardan çıkarmamak gerekiyor. Nitekim dizideki The Song of the Roots of Hithaeglir / Hithaeglir’in Kökleri Şarkısı gibi eklemeleri, hikâyeye sadık kalmamakla eleştirmek pek insaflıca değil. Bu eklerin büyük problemler yarattığını da düşünmüyorum. Dizinin aksayan yönünün kurgusu ve pek de başarılı olmayan hikâye anlatımı olduğu kanısındayım. Bilmece çözmek türünden ipuçları yerleştirmek yerine kafa karıştırıcı, hiçbir yere ulaşmayan ve çelişkiler içeren anlatımının, inandırıcı olmaktan çok şey götürdüğünü düşünüyorum. Örneğin Númenor’dan kalkıp binlerce mil kat eden askerlerin, 50 kişiden oluşan bir köyü kurtarma motivasyonu, kimi sebepler öne sürülürse de seyirci perspektifinden bakıldığında karşılık bulmaktan çok uzakta. Üstelik temponun bir hayli yavaş tutulduğu önceki bölümlerde, böylesi bir motivasyonu açıklayabilmek için yeterli zamanı ayırabilme fırsatı da varken bu zaman başarılı bir şekilde değerlendirilmiyor. Dizi, kimi yeni karakterlerin arkını kurmakta da başarısız kalıyor. Bu konuda başı çeken ise Halbrand. Karakterin göze göründüğünden fazlası olduğu, devamlı seyirciye sezdiriliyor. Bölümlerdir, Sauron mu Cadı Kral mı yoksa İsildur’un lanetlediği ordunun kumandanı mı gibi birbirinden çok uzak noktalar arasında gidip gelmek anlamsız bir çabaya döndü. Halbrand’ın gerçek kimliğinin ne olduğuna karşı merak yerini bir kayıtsızlığa bırakmaya başladı. Örneğin, sadece üzerinde özel sembol olan deriden bir kese taşıdığı için bölümlerdir kral ilan edilip durmasının anlaşılır bir yanı kalmadı. The Rings of Power’ın Aragorn’u olarak görülen Halbrand, belirtmek gerekir ki bu benzetmenin çok çok uzağında. Aragorn’un Yolgezer olarak geçiridiği serüvenlerde, hatırlanacağı üzere karakterin işleniş şekli, bilgeliği ve gücü zaman içinde açık ediliyordu. Yanında taşıdığı Elendil’in kırılan kılıcı, zaten kudretli bir karakterin kral olduğuna dair kanıtlardan biriydi sadece; kral olduğunun tek kanıtı değil.

Gelelim savaşa… 50 kişilik, aralarında yaşlıların ve çocukların da olduğu köyün ne şekilde Ostirith kulesinden, Adar’ın ork ordusuna fark ettirmeden Tirharad köyüne yollandığını bilemiyoruz. Söz konusu ork saldırısında zaten galip gelmesinin mümkün olmadığını bildiğimiz bu grup, son anda Númenor askerleri tarafından kurtarılıyor. Ardından Arondir, Galadriel’e Adar’ın elindeki silahla kaçmaması gerektiğini söylüyor ancak burada silahın ne olduğunu belirtmeye gerek duymuyor. Adar yakalandıktan sonra da kılıcı kimse kontrol etmediği gibi orkların elde edebilmek amacıyla köyleri yok ettiği böylesi önemli bir silah, karanlık gücü karşısında dirençsiz bir çocuğun ellerine teslim ediliyor. Olayın çok saçma olduğunu düşünürken de tüm bunların zaten bir önemi olmadığını çünkü Adar’ın çoktan planını harekete geçirdiğini ve bir anahtar olan kılıç ile Orodruin’in aktif hâle gelmesine yol açacak zincirleme reaksiyonu başlatma planını aksatmadan tamamladığını izliyoruz.

Orkların yaratılışı konusunda Tolkien’in çeşitli konseptlerinden yola çıkıp; iyi-kötü ayrımında, sınırın çok net çizilmiş olduğu Tolkien evreninde güzel bir gri ton yakalayan Adar karakteri, diziyi izlemeye değer kılanlardan. Bu karakter sayesinde; hikâyeyi daha çok iyilerin perspektifinden anlatan Tolkien’den farklı olarak dizi, olaylara kötü karakterlerin perspektifinden detaylı bakabilme konusunda büyük bir potansiyel taşımakta. Tam da bu nedenle yedi haftanın ardından, Sauron hakkında olmasa da en azından Adar’ın geçmişine dair daha fazla açıklamanın yapılabileceğini düşünüyorum. 

7. bölüm yani The Eye ise volkan patlamasının ardından yaşananlara odaklanıyor. Gökyüzünün gaz bulutu ve külle kaplanması, güneş ışıklarının bloke edilmesine ve dolayısıyla orklara büyük bir avantaj sağlamasına yol açıyor. Númenor ordusundan sağ kalanların ve Tirharad köylülerinin bölgeyi terk etmek dışında bir seçeneği kalmıyor. Bu sırada Galadriel ve Theo’nun gruptan ayrı düştüğü sahnelere tanıklık ediyoruz. Fellowship of the Ring’deki ikonik ağaç kökleri altında saklanan hobbitler sahnesine bir gönderme var.

Burada Galadriel’in partneri Celeborn’un ölmüş olduğunu öğreniyoruz. Bilindiği üzere elfler ölürse, Valinor’da Mandos’un Salonları’nda bir süre geçirdikten sonra, tekrar Valar’ın yanında ölümsüz topraklarında yaşantılarına devam ediyorlar. (Bu bilginin, derin bir yas içinde gördüğümüz Galadriel karakterinin, yaşadığı acıyı ve ettiği intikam yeminini bir miktar anlamsız kıldığını belirtmek lazım) Yani bu bölüme göre Galadriel’in Orta Dünya üzerinde Celeborn ile yeniden bir araya gelmesi mümkün görünmüyor. Tabii, söz konusu durum, Lothlorien’i Galadriel ile birlikte koruyup kollayan ve Dördüncü Çağ’da, Galadriel’den çok sonra, Orta Dünya’dan ayrılan elflerden biri olduğunu bildiğimiz Celeborn’un olay örgüsüyle uyuşmadığını zaten biliyoruz. Buradan iki anlam çıkıyor; bir şekilde Celeborn hayatta ancak Galadriel bunu henüz bilmiyor ya da ölüp Valinor’a geri dönen Celeborn, ilerleyen sezonlarda bir şekilde Orta Dünya’ya yeniden gönderilecek. İkinci durum Tolkien evreninde sadece bir kere yaşanıyor ve söz konusu elf, Balrog ile savaşıp düşmanını alt eden ancak bu savaşta can veren, ardından Valar tarafından -tıpkı Gandalf gibi- yeniden Orta Dünya’ya  gönderilen Glorfindel. Peter Jackson, Fellowship of the Ring romanında Fırtınabaşı’nda yaralanan Frodo’yu Ayrık Vadi’ye taşıyan elf olarak Glorfindel yerine filmde Arwen’i tercih etmişti. Bu dizide de benzer bir şekilde Celeborn, batıdan yeniden Orta Dünya’ya gönderilen elf olarak Glorfindel’in hikâyesini ödünç alacak olabilir. Tabii bu olasılık, Glorfindel’in Balrog ile olan savaşından esinlenen The Song of the Roots of Hithaeglir / Hithaeglir’in Kökleri Şarkısı’nın ilerleyen sezonlarda, Celeborn’un başından geçmiş ve mitleşmiş bir anlatı olarak kurgulanmış olabileceğine dair bir kapıyı da aralıyor.

Hikâyenin bu kısmında ayrıca ağır yara alan Númenor ordusundaki hasara göz atıyoruz. Yine bu sahnelerde de kimi sorunlar var. Açıkçası Tar-Miriel’in kör kaldığını izlediğimiz sahneler, duygusal olmaktan çok uzakta. Üstüne, İsildur’u kaybettiğini düşünen Elendil’in, bir anda Galadriel gibi bir elfe düşman kesilmesi ve bir hayli başarısız çekildiğini belirtmeden geçemeyeceğim Elendil’in ağlama sahnesi de eklenince bölümdeki tüm inandırıcılık uçup gidiyor. Yaralılar arasında olduğunu öğrendiğimiz Halbrand’ın kalkamayacak kadar ağır yaralıyken bir anda yürüyüp atın üstüne binmesini ve kral olarak selamlanışını izlerken de sahne ile bağ kurmak zorlaşıyor.

Hobbitler… Bu bölümde de büyücüye dair pek bir şey paylaşılmıyor. Göç yolculuklarının onları, İkinci Çağ’da Greenwood the Great olarak bilinen, kötülüğün yayılmasıyla tekinsiz Mirkwood yani Kuyutorman’a dönüşen bölgeye taşıdığını öğreniyoruz. Volkan patlamasının bu bölgede dahi ağaçları küle dönüştürdüğü görülüyor. Sonra yeniden bölümlerdir olan oluyor, büyücü yanıp kül olmuş bir ağacı yeniden yeşertip iyilik yapmaya çalışırken Hobbitlere korku salıyor. Ardından Sadoc Burrows büyücüye aradığı yıldız haritasına dair bilgileri verip ormandaki bir yolu tarif ederek, kafileden ayrılmasını istiyor. Bu sırada büyücünün peşinde olduğunu bildiğimiz üç kadının arayı kapattığını görüyoruz. Hobbitlerin tüm erzağını yakıp kül eden bu üç karakterin kim olduğu, nereden geldiği, büyücüyü niçin aradığı hâlâ paylaşılmıyor. Fikir yürütebilmemiz için de hiçbir detay yok. Hayli tekinsiz bu grubun, yaşlı büyücü için bir tehdit olduğunu fark eden Nori ve peşine takılan 3 hobbit de, maceraya atılan dört hobbit fikrini bir şablon olarak kullanarak, büyücüyü kurtarmak için yola düşüyor.

Khazad-dûm’da yaşananlar ise, elf-cüce ilişkilerinde nadir kurulan dostça bağları ve güven problemlerini yeniden ekrana taşıyor. Durin IV’ün mithrili elflerle paylaşma konusunda babasını bir türlü ikna edemediğini görüyoruz. Ardından beklenmedik bir şeyler oluyor. Zaten dalından kopmuş ve ölmüş olan Lindon’daki ağaç yaprağı, mithrilin yakınına gelmesiyle birlikte nasıl olduysa birden bire iyileşiyor. Bunun üzerine Elrond ve Durin, Khazad-dûm’un derinliklerindeki mithril damarını gizliden gizliye kazmaya çalışırken kral tarafından durduruluyorlar. Madenin derinliklerinde, uyanmış, öfkeli bir balrog gördükten sonra, Khazad-dûm’un çöküşünün pek de uzaklarda olmadığını anlıyoruz. Mithrile Celebrimbor’un ne zaman ulaşacağı ise bir başka merak konusu.

The Rings of Power son iki bölümüyle, tempoyu artırıyor artırmasına ancak kurgudaki zayıflıklar ve boşluklarla seyirciyi kendinden uzaklaştırdığını düşünüyorum. Hikâye anlatımındaki problemler, karakterleri anlamayı, onlarla bağ kurmayı güçleştiriyor. İlk sezon nokta koyacağımız bir sonraki bölümün, izleyiciyi ne noktada bırakacağı, hangi sorularımıza cevaplar sunacağı, ne tür bağlantıları açığa çıkaracağını merak etsem de önceki yedi bölümün getirdiği şüpheler, bu bölüme dair beklentimi ister istemez düşürüyor.

The Rings of Power: 1. ve 2.  bölüm değerlendirmesi

The Rings of Power: 3. bölüm değerlendirmesi

The Rings of Power: 4. bölüm değerlendirmesi

The Rings of Power: 5. bölüm değerlendirmesi