The Rings of Power: 3. bölüm değerlendirmesi

Amazon Prime dizisi The Lord of The Rings: The Rings of Power bölümlerinin ardından olan bitenleri incelediğimiz serimize devam ediyoruz. İlk iki bölümün değerlendirmesine buradan ulaşabilirsiniz.

Bu yazı, The Lord of the Rings: The Rings of Power’ı henüz izlememişler için kimi sürprizleri bozabilir.

Númenor’a ilk bakış

“Adar” başlığını taşıyan üçüncü bölüm, Númenor’un kapılarını açması anlamında önemliydi. Dizideki detaylara geçmeden önce söz konusu ada ülkenin kuruluşuna dair kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var.

İlk Çağ’ın sonunda, insan Eärendil’in Valinor’a yaptığı tekrarı mümkün olmayan yolculuk sayesinde Valar, savaşa yeniden dâhil olmuş ve Melkor’u Gazap Savaşı olarak geçen ve Orta Dünya’yı yeniden şekillendiren muharebe sonucunda hiçliğe hapsederek sonsuza dek ortadan kaldırmıştı. Bu olaylar sırasında insanlar arasında Melkor’un kötülüğünün hizmetinde kalanlar ve Valar’ın tarafını seçip, Númenor ada ülkesiyle ödüllendirilenler olarak bir ayrım yaşanmıştı. Denizin derinliklerinden Vala Ulmo’nun çıkarıp yerleştirdiği  ada ülkeyi Atlantis mitinin yeniden yorumu olarak görebiliriz. Valar’ın yanında yer alan ve Númenórean ya da Dúnedain olarak bilinen insanlara aynı zamanda uzun bir ömür de bahşediliyor. Elflerin sık ziyaretleri sayesinde zamanla oldukça gelişmiş bir topluluk hâline geliyorlar. Dizinin odaklandığı tarihlerde ise Númenor halkını Valar’a ve elflere sırtını dönmüş, ölümlü olmanın getirdiği keder, Batı’nın halkına ve efendilerine besledikleri kin, zamanla oluşan kibir gibi duygulara yenilerek ihtişamlı günlerini geride bırakmış bir toplum olarak izlemekteyiz. Artık elfler ve Valar’a yönelik inançlar hoş karşılanmamakta, hatta cezalandırılmakta.

Böylesi bir ortamda, Galadriel ve Halbrand Büyük Deniz’deki tehlikeli yolculukları sırasında, kendilerini bir şekilde Elendil’in (Aragorn’un atası) komutasındaki gemide buluyorlar. Bu sayede de Númenor’a ulaşmış oluyoruz. Elendil komutasındaki yolculuk sırasında, ada ülkeye girerken görkemli heykellerin arasından geçiyoruz. Söz konusu heykeller arasında, ada ülkeyi denizin derinliklerinden çıkaran Vala, Ulmo’nun temsili de unutulmamış.

Númenor’a ayak bastıkları liman şehrinin adı dizide geçmese de buranın adanın doğusunda yer alan Rómenna olma ihtimali yüksek. Devasa büyüklüğe sahip bir kent olarak karşımıza çıkan liman kentinin mimarisinin, Minas Tirith ile kimi benzerlikler taşıdığı da hemen göze çarpıyor.

Kentin ihtişamı karşısında şaşkına dönen Halbrand’ı Númenor insanlarının geçmişi konusunda bilgilendiren Galadriel oluyor ve ardından ikili, Elendil’in üstleri olarak ilk defa sözünü ettiği, Númenor’un yönetici sınıfının yanına götürülüyor. Böylelikle kral Tar-Palantir’in kızı Tar-Míriel ve kuzeni Tar- Pharazôn ile nihayet tanışıyoruz. Bu sahne, Númenoreanların elfler ve Valar ile yaşadıkları problem sebebiyle Galadriel gibi bir elfi dahi ne kadar soğuk karşıladığını gösterip, durumun ciddiyetine dair bir tablo da çiziyor.

Bu bölüm boyunca belki Tar-Palantir’i görmüyoruz ancak Elendil aracılığıyla, hâlâ elflere sadık kaldığını ve bu nedenle kendi ülkesinde sürgün hayatı yaşadığını öğreniyoruz. İlerleyen dakikalarda Tar-Míriel’in babasının yanına gittiği sahnede Galadriel’in gelişini haberlediğini seyretmekteyiz. Bu sahnede Tar-Míriel’in de tıpkı babası gibi elflerin saflarını aslında terk etmemiş olduğuna yorulabilecek türden bir işaret verilmiş.

Henüz dizide görmemiş olsak da, Tar-Míriel ve Tar- Pharazôn, aslında Númenor içindeki iç karmaşanın iki farklı tarafını temsil ediyor. Nitekim –Tolkien’in notları farklı versiyonlar sunsa da– Tar- Pharazôn, kuzeni olan Tar-Míriel ile zorla evleniyor ve zamanla Sauron’un manipülasyonlarıyla kötülüğe teslim oluyor. Dizide bu hikâyenin nasıl ilerleyeceği ise merak konusu. Şu ana kadar ikili bir uzlaşma içindeymiş gibi gösteriliyor.

Númenoreanlar ile ilgili bu bölümde detaylı işlenmiş bir konu daha var. Bu halk, her ne kadar Valar’a ve doğal olarak Valar’dan biri olan Ulmo’ya sırt çevirmiş olursa olsun, denizcilik bilindiği kadarıyla en ileri gittikleri uğraş. Bu anlamda deniz gücü, itaat ettikleri, sözünü dinledikleri türden bir güç olarak geçiyor. “Deniz her zaman haklıdır” gibi sıklıkla tekrarlanan mottonun da sebebi bu.

Galadriel yorumunda pürüzler

Burada izlemekte olduğumuz Galadriel yorumu hakkında bir parantez açmak da gerekli. Dizide karşılaştığımız elf karakterler arasındaki en yaşlı ve en güçlüsü olan Galadriel’in ele alınışında kimi pürüzlerle karşılaşıyoruz. Fëanor-vari bir karakter olarak yorumlanıyor oluşu, sıklıkla, âdeta bir çocukmuş gibi nasihatler dinlemek durumunda bırakılması (Gil-galad ve Elrond’un ısrarlı iknasıyla Valinor’a yollanması, Halbrand ile olan diyalogları, Númenor meclisindeki sahnede belirli detaylar, Elendil’in kendi çocuklarına benzeterek yaptığı konuşma gibi…) dizide karşılaşmış olduğumuz elfin Galadriel olduğuna kendimizi ikna etmemizi zorlaştırır cinsten. İkinci Çağ’daki amacı ne olursa olsun Galadriel, Güneş ve Ay’dan daha yaşlı, Valinor’un İki Ağacı’nın ışığıyla büyümüş -hatta Tolkien saçlarının bu iki ağacın parıltısını taşıdığını ve Fëanor’un Silmarilleri yaratmasına ilham kaynağı olduğunu belirtiyor- Noldor hanedanlığının önemli bir üyesi olması bakımından en azından daha bilge bir karakter olarak görmek sanıyorum daha isabetli olurdu. Tabii Galadriel kadar güçlü bir elfin kötülükle savaşma araçlarının kılıç kalkanın ötesine ulaştığını bilmemiz de dizideki yorumu benimsememizde pek yardımcı olmuyor.

Elendil ve ailesi

Aragorn bilindiği üzere Elendil’in soyundan geliyor. Lloyd Owen tarafından canlandırılan karakterin, hem Jackson üçlemesinde bu karakteri canlandıran Peter McKenzie ile hem de Aragorn ile olan benzerliğinin son derece başarılı bir dokunuş olduğunu belirtmek gerek. Elendil, bildiğimiz üzere ilerleyen dönemde Arnor ve Gondor’u kapsayan topraklarda, Dúnedain’in ilk büyük kralı olacak ancak dizide onunla tanıştığımızda henüz bir kaptan. Adının anlamı üzerine Tar-Míriel ile konuşmasında verilen ilk sinyallerden anlaşıldığı üzere Númenor’daki elflere hâlâ sadık olanların lideri olarak geçiyor. 

Hatırlanacağı gibi The Lord of the Rings: Fellowship of the Ring’in Galadriel’in sesinden dinlediğimiz açılış monoloğunda elfler ve insanların birlikte harp ettiği Son İttifak Savaşı’nda Elendil ve oğlu İsildur, Sauron’un yenilgisinde önemli bir role sahipti. 

Oğlu İsildur ile henüz genç bir denizciyken tanışıyoruz. Bu sahne güzel bir detaya da sahip.

Uzaklarda görünen Númenor profili, Gökyüzü Sütunu anlamına gelen, Meneltarma dağını da içeriyor. Bu dağın zirvesi, Tolkien evrenindeki en büyük güç, tanrı Eru Ilúvatar’a adanmış bir tapınağa ev sahipliği yapıyor. Bu dağın eteklerinde ise Elrond’un ikiz kardeşi Elros tarafından inşa edilmiş Númenor’un başkenti, Armenelos yer almakta. Ada ülkenin etkileyici görüntüsüne doğru bakarken İsildur’a bir sesin kendi adıyla seslendiğini duyuyoruz. İsildur’un Batı’yı ve geçmişi unutmaya niyeti olmadığına dair ilk işaret de böylelikle verilmiş oluyor.

Babası Elendil ile tartışmalarını izlediğimiz gece sahnesinde ise ilk defa Anárion’un adı geçiyor. Elendil’in diğer oğlu olan Anárion’un bu tartışmanın gidişatından anladığımız kadarıyla, Númenor’un batısında ailenin önceki yerleşim yeri olan Andúnië’ye gittiğini anlıyoruz. İsildur ve Anárion kardeşlerine yönelik kısa bir hatırlatma yapmak da yerinde olacaktır. Númenor’un çöküşünün ardından Elendil’in iki oğlu, Orta Dünya’nın güneyine ilerleyerek, Gondor olarak bildiğimiz ülkenin başkentleri olan Minas Anor (Güneş Kulesi anlamına geliyor, Anárion’un yönetiminde) ve Minas İthil (Ay Kulesi anlamına geliyor, İsildur’un yönetiminde) isimli iki kardeş şehri kuruyorlar. Ne var ki Sauron’un hizmetkârı Witch-king / Cadı Kral ilerleyen dönemde, Minas İthil’i ele geçiriyor ve bundan sonra burası Minas Morgul olarak anılıyor. Minas Anor ise Minas Tirith (Muhafız Kulesi – Kolcu Kule) adıyla anılmaya başlıyor.

Elendil’in iki oğlu haricinde, diziye eklenen yeni bir karakter olan Eärien ile karşılaşıyoruz. Elendil’in kızı olan Eärien hakkında çok fazla bir bilgi edinemesek de Númenor İnşaat Loncası’nda çalışmaya hak kazandığı detayına hakimiz.

Halbrand’a yönelik teoriler

Halbrand özelindeki parantez ise teorilerden oluşuyor. Bunlar arasında en kayda değer olanı, Halbrand’ın Sauron’un ta kendisi olduğu. Tıpkı efendisi Melkor gibi Sauron’un kılık değiştirerek insanlar ve elfler arasında dolandığı bilinen bir gerçek. Zaten Sauron’un bir dönem Ar-Pharazôn’un esiri olarak Númenor’da yaşadığını ve burada Ar-Pharazôn’u kendi karanlığına çektiğini bildiğimizden bu teori daha da olası görünmeye başlıyor. Halbrand ile ilgili öğrendiğimiz bir diğer önemli bilgi ise çok iyi bir demirci ustası olduğu. Zanaatkâr Vala Aule’nin yardımcı Maia’larından biri olduğunu bildiğimiz Sauron (o zamanki adıyla Mairon) zamanla Melkor’un hizmetkârına dönüşüyor. Tabii bu teori Galadriel’in doğasınının iyi ya da kötü oluşuna dair açıkça şüphe ettiğimiz bu insan karaktere bu kadar kolay güvenmesi, eğer Halbrand Sauron ise çok daha problemli bir yorum olarak değerlendirilebilir.

Diğer teori ise Galadriel’in, Hall of Lore’a (İrfan Salonu) yaptığı ziyarette Halbrand’ın boynundaki kesenin üzerindeki görselin ne anlama geldiğine dair edindiği bilgilere temelleniyor. Buna göre, Halbrand’ın güneydeki insanların kralı olabileceğini öğreniyoruz. Eğer bu doğruysa; Halbrand’ın, Melkor’un hizmetine girmiş kral soyundan geldiği kanıtlanmış oluyor. (Bu sahnede Galadriel’in kendi ailesinin savaşı başlattığını söylemesi biraz yersizdi.) Bu da bize Halbrand’ın Witch-king olabileceğine işaret ediyor.

Adar, Sauron mu?

Dizide Arondir üzerinden ilerleyen hikâyede ise ork çukurları meselesine geri dönüyoruz. Neden orkların bu çukurları, binbir zorlukla kazarak ilerlediği ve nereye yol aldıklarına dair net bir bilgiye ulaşamasak da gün ışığıyla verdikleri sınav üzerinden detaylı sahneler barındırıyor. Kısa not etmek gerekirse, orkların gün ışığına çıkamamalarının sebebi ise Tolkien’in Güneş konseptinde yatıyor. Bir Maia olan Arien’in, Valinor’un İki Ağacı’ndan altın renkte parıldayan Laurelin’in son altın meyvesinin koruyucusu olarak gökyüzüne yükseldiğinden ve tıpkı kendisi gibi bir diğer Maia olan Tilion’un da gümüş ağaç Telperion’un son gümüş çiçeğinin koruyucusu olarak Ay’ı oluşturduğundan ve bu ikilinin devamlı bir döngü şeklinde birbirlerini takip ettiğinden, böylelikle Orta Dünya’yı karanlığa boğan Melkor’un kötülüklerinin yayılmasına engel olduğundan söz ediyor. Dolayısıyla orklar, en parlak ve yakıcı güce sahip olan, Güneş’ın ışıklarından kaçmak durumunda kalıyorlar. Orklar, Jackson dünyasından alışkın olduklarımızla neredeyse tamamen aynı dilde bir tasarıma sahipler ve bu, dizinin de açık ara en güçlü taraflarından biri. 

Arondir’in doğudaki insanları gözleyen elf birliğindeki diğer elflerle birlikte esir olarak getirildiği bu tünelde, görsel efekt kalitesi ve tasarımı hayal kırıklığına uğratan warg (kurt) sahnesinin ardından, bölüme adını veren karakter ile kısmen de olsa tanışıyoruz. Elf dilinde “Baba” anlamına gelen Adar gibi bir kelimenin neden orklar tarafından kullanıldığı sorusu dizide sorulsa da cevaplanmıyor. Adar’ın kim olduğu da sanıyoruz bir sonraki bölümde açıklanacak.

Nori’nin karşılaştığı gizemli yabancı

Henüz yerleşik yaşama geçmemiş olan İkinci Çağ hobbitlerinin devamlı göçlerine tanıklık ederken, Nori sayesinde bir göktaşı gibi yeryüzüne çakılan gizemli bir karakterle tanışmıştık. Bu karakterin doğasına ve ismine yönelik soru işaretlerimiz üçüncü bölümün ardından da yanıtsız kalıyor. Bilindiği üzere bu karakterin büyücü olma ihtimali çok yüksek. İlk defa tanışacağımız bir mavi büyücü mü yoksa Gandalf mı, bilemesek de “Friend” / “dost” sahnesi yine Gandalf çağrışımlarına sahip. Tabii Gandalf’ın Orta Dünya’ya ayak basma yolculuğunun, bir meteor içinde yeryüzüne çakılmak şeklinde gerçekleşmediğini eklemek gerek. Valinor’dan yola çıkarak, Gil-galad’ın Krallığı’ndaki Mithlond adındaki limana ulaşan Gandalf’a burada Sindar elflerinden olan Círdan tarafından üç elf yüzüğünden biri olan Narya (Ateş Yüzüğü) teslim ediliyor ve böylelikle güç yüzüğü taşıyıcısı oluyor. Yani bu varlık bir büyücüyse, bunun Gandalf olması, henüz güç yüzüklerinin yapılmadığını düşünürsek pek isabetli olmuyor. Öte yandan Gandalf’ın Orta Dünya’ya gönderilen ikinci büyücü olduğunu biliyoruz. Bu durumda bu varlığın bir mavi büyücü olması gerekli. Bitmemiş Öyküler’de bu iki mavi büyücünün isimlerini Alatar ve Pallando olarak geçiyor. Ancak bu iki karakterin Orta Dünya’daki görevleri her ne ise, başarıya ulaşmadığı biliniyor.

Yazı: Biçem Kaya