The Rings of Power: 5. bölüm değerlendirmesi

Yazı: Biçem Kaya

The Lord of The Rings: The Rings of Power’ın 5. bölümüyle sezon finaline bir adım daha yaklaşırken cevap bekleyen sorularımız eksilmiyor, çoğalıyor.

Büyücünün güçlerinin keşfi ve peşindeki üç gizemli karaktere ilk bakış

Nori ve büyücü arasındaki konuşmayı izlediğimiz 5. bölümün açılış sahnesi, hobbitlerin göç yolu hakkında birkaç ipucuyla başlıyor ancak burada kimi belirsizlikler var. Mesela bu diyalogda “Old Forest / Yaşlı Orman” ifadesi geçiyor. Bu ifadeyle aklımıza ilk olarak Shire yakınlarındaki, Tom Bombadil’in ikâmet ettiği orman geliyor. Haritada çizilen rotaya baktığımızda ise konumun alakasız kaldığını fark ediyoruz. Fangorn Ormanı’ndan söz edilmiş olabileceği ihtimali daha olası. Norfield Glen ve Grove gibi yer isimlerinin ise tıpkı Ostirith gibi dizi dahilinde hikâyeye eklenmiş lokasyonlar olması muhtemel.

Hobbitlerin harita üzerinden takip edebildiğimiz yolculuk sahneleri, bizleri tanıdık noktalarla yeniden buluşturuyor. Anduin nehrinin açıldığı Nen Hithoel Gölü’nün (Argonath heykellerinin bulunduğu konum aynı zamanda) ve Emyn Muil dağlık bölgesinin (burada Frodo ve Sam’in Gollum ile yolları kesişmişti) kıyısından geçerek, -Son İttifak Savaşı’nın ardından adı Ölü Bataklıklar olarak anılacak olan- Gri Bataklıklar’dan ilerleyen ekibi izlerken, The Lord of the Rings nostaljisi yaşıyoruz. Yine Hobbit sahnelerinde Poppy Proudfellow’un, Bilbo Baggins’in Aragorn için yazdığı şiirdeki “Her gezgin yitirmemiştir yolunu” dizelerine yer veren yol şarkısı da bu nostaljiyi besleyen cinsten. 

Bu zorlu yolculukta kurtların saldırısı vesilesiyle, büyücüye yönelik kimi yeni bilgiler öğreniyoruz. Nori, Poppy ve Malva’ya saldıran kurtları, şok dalgasıyla geri püskürttükten sonra büyücünün kolunun yaralandığını görüyoruz. Bu sahne büyücünün büründüğü bedene yabancılaştığı bir an; kolundaki yara ona tuhaf geliyor. Ardından yaralanmış olan kolunu iyileştirmeye çalışırken, pek de kontrolde olmadığı bir an daha yaşıyor ve Nori’yi de korkutan bir büyü yapıyor.

Buraya kadar olan anlatıdan, henüz güçlerinin sınırlarını kestiremeyen ve kontrol etmekte de pek başarılı olmayan bir karakterle karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Ancak dizi hâlâ çoğu önemli detayı izleyiciden saklıyor. Örneğin bu bölümde, üç adet tuhaf giyimli insan (?) tarafından takip edildiğini gördük. Nerd of the Rings YouTube kanalının elf gözlü katılımcıları, bu üçlüden birinin elindeki çanak benzeri nesneye dikkat çekmiş. Bu nesnenin arkasında, büyücünün Nori’ye şeklini çizdiği takım yıldız sembolünün aynısı olduğu fark edilmiş. Göze hiç de tekin gelmeyen bu karakterlerin ne olduklarına dair başka hiçbir detay yok, görünüşlerinden kötü oldukları gibi belirsiz sonuçlar çıkarabiliyoruz sadece.

Adar’ın planı

Ardından bir orkun, tünelin tamamlandığı haberini Adar’a verdiğini izliyoruz. Güneşe doğru seyre dalmış olan Adar, güneşi kastederek yakında “biteceğini” ve böylece güneşin sıcaklığını bilen yarısının da gideceğini söylüyor. Burada yine tahminlerin ötesine geçemiyoruz. Güneşin, bir Maia olan Arien’in taşıdığı Laurelin’in son çiçeğinin parıltısı ve sıcaklığı olduğunu bildiğimizden, burada kastedilenin güneşi yok etmeye yönelik bir plan olup olmadığı da merak konusu.

Adar’ın sözlerinin bir şekilde güneş ışıklarının bloke edilerek yaklaşan savaşta kullanılacak bir plana yönelik olması yüksek bir ihtimal. Öte yandan elf – ork başkalaşımında ara bir yerlerde duran Adar’ın söz konusu durumda dönüşüm geçirip geçirmeyeceği de akıllara gelen sorulardan. Bölümün ilerleyen dakikalarında, Tar-Palantir’in (adının anlamı, gören taşlar panatiriden de çıkarabileceğimiz üzere, “uzakları gören”), kızı Tar-Míriel’e Orta Dünya’ya yolculuğa çıkmamasını çünkü orada bir karanlığın onu beklediği uyarısında bulunduğunu izliyoruz. Burada kralın söz ettiği karanlığın, Adar’ın planlarıyla bir bağlantısı olduğu aktarılıyor.

Gözümüzü Ostirith’teki gözcü kulesinde bulunan insanlara çevirdiğimizde ise bir kutuplaşma yaşandığı anlaşılıyor. Atalarının yollarıyla, yani karanlığa teslim olarak hayatta kalacağına inanan bir grup, kuleden ayrılıyor ve Adar’ın hükmü altına girmek üzere yola çıkıyor. Burada belirtmekte yarar var ki Ostirith, Ephel Dúath’ın doğusunda yer alıyor. Yani Arondir ve insanların sığındığı gözcü kulesi Mordor’un çok yakınında. Halbrand aracılığıyla, bu kuleye bir saldırı düzenleneceğini öğrenen Galadriel ve Númenor ordusu, buradaki bir avuç insanı kurtarabilecek mi zaman gösterecek. Arondir’den öğrendiğimize göre savaşa günler, belki de saatler kala; Theo, Arondir’e nihayet güvenerek elindeki kılıcı gösteriyor. Arondir, bu kılıcın, kuledeki rölyeflerle olan bağlatısını ortaya çıkararak bir tür anahtar olduğunu açıklıyor. Yine çok fazla tahmin yürütemediğimiz bir detay da böylelikle paylaşılıyor.

Öte yandan Adar’ın yanına ulaşan insan kafilesi, Sauron’un hizmetine girmek istediğini belirtiyor. Bu sahneyle birlikte Adar’ın Sauron olduğuna yönelik teorilerin doğru çıkma ihtimali azalıyor. Waldreg, Adar’a Sauron olarak hitap ettiği anda Adar’ın bir hayli sinirlendiğini izliyoruz. Böylelikle ister istemez Adar’ın, Sauron hizmetinde değil de kendi planlarını uygulayan başka bir karanlık lord olduğu şüphesi doğuyor.

Gil-galad yorumu, Adar’ı haklı çıkarır cinsten

Elrond ve Durin’in Gil-galad ile toplantısına gelirsek… Burada akıllar yine bir önceki bölüme gidiyor. Hatırlanacağı gibi Adar, Arondir’e elflerin pek çok yalanla kandırıldığından söz etmişti. Bu bölüm Adar’ın bu sözlerini doğrulayan sahneler içeriyor. 

İlk olarak Elrond’un Khazad-dûm yolculuğunun aslında, mithrilin bulunduğuna yönelik söylentilerin doğruluğunu kontrol etmek amacıyla Gil-galad ve Celebrimbor’un bir planı olduğu anlaşılıyor. Yani bu ikili Elrond’u, Durin ile olan yakın arkadaşlık ilişkileri nedeniyle kullanıyor. Burada, Noldor’un yüksek kralı Gil-galad karakterine yönelik rahatsız edici bir tablo var: Dizide çizilen profil, Tolkien’in tanımlarıyla pek de uyuşmuyor. Gil-galad sadece Noldor tarafından değil, Sindar tarafından da büyük bir saygı ile benimsenen, sevilen bir kral. Şimdiye kadar ise dizideki karakter Galadriel’i geri dönüşü mümkün olmayan bir yolculuğa zorla çıkardı, Elrond’u ise en yakın dostuna ihanet etmek üzere bir ajanlık görevine yolladı. Dolayısıyla Gil-galad’ı manipülatif bir karakter olarak izlemek tuhaf hissettiriyor.

İkinci nokta ise Hithaeglir’in Kökleri Şarkısı’na dayanıyor. (Hithaeglir, elf dilinde Dumanlı Dağlar’ın zirvelerini ifade ediyor.) Elrond hikâyeyi anlatırken bir tür söylenti olduğundan söz ediyor. Bu şarkı ve anlattığı hikâye Tolkien evreninde yer almıyor, hatta Silmarillerin olay örgüsüyle de çelişmekte. Bilindiği üzere, Fëanor’un tasarımı olan ve Valinor’un İki Ağacı’nın ışığıyla parıldayan sadece üç Silmaril var. Bunlardan biri Elrond’un babası fâni Eärendil’in alnında taşıdığı Silmaril. Eärendil, bu taşın ışığı ve partneri Elwing’in yardımlarıyla, Valinor’a ayak basan ilk ve tek insan oluyor. Bu sayede, Celebrimbor’un da dizide kısaca bahsettiği gibi, Valar’ı Melkor ile yapılan savaşlarında yardıma çağırıyor. Valar’ın zaferiyle sonuçlanan savaşın ardından Eärendil’in taşıdığı Silmaril gökyüzünde, Númenor’un üzerindeki en parlak yıldız olarak yerini alıyor. Diğer iki Silmaril ise Fëanor’un oğullarının sonunu getiriyor. Bilindiği gibi Melkor’un Silmarilleri çaldığı olay örgüsü, Noldor elflerinin hem diğer elf krallıklarıyla hem de Valar ile büyük acılara yol açacak türden bir anlaşmazlığa düşmesine sebep olmuştu. Bunda Fëanor’un yemini büyük rol oynamıştı ve Valar bu yemini bozduğunu söylese de yedi oğlunun isteseler de omuzlarından atamadığı bir yük hâline gelmişti. Bu da Fëanor’un iki oğlu Maglor ve Meadhros’un sonunu getiriyor. Maglor, Silmarillerden birini eline aldığı anda taş elini yakıyor. Maglor acıyla dayanamayıp kendini denizin derinliklerine atıyor, Maedhros ise benzer bir şekilde kendini yeryüzünü derinliklerdeki ateşin içine atarak yok oluyor. Yani dizideki gibi bu taşlardan herhangi birinin bir ağacın içine yerleştiği falan yok. Dolayısıyla Mithril’in parıltısı da Silmariller ile bir bağlantıya sahip değil. Yine de Glorfindel’in (The Lord of the Rings: The Fellowship of the Ring romanında Frodo’yu, Fırtınabaşı’nda Morgul bıçağıyla yaralandıktan sonra Ayrıkvadi’ye çok geç olmadan ulaştıran elf olarak tanımıştık.) Balrog’a karşı destansı savaşına referans veren bir hikâye ile yorumlanmış olması, keyifli bir anlatı oluşturmuş.

Peki mithril neden bu kadar önemli? Bu eşsiz cevher, sadece Frodo’nun zırhında gördüğümüz türden fiziksel darbelere karşı koruma sağlamıyor. Celebrimbor’un mithrili nasıl kullandığını incelemek, bu soruya kimi cevaplar veriyor. Mithrilin Moria’nın gizemli kapısına sağladığı korumayı  zaten biliyoruz.  Bunun haricinde üç elf yüzüğünün de yaratıcısı Celebrimbor; Galadriel’in taşıyıcısı olacağı, “Su Yüzüğü” Nenya’yı da mithrilden üretiyor. Galadriel, Nenya’nın gücüyle Lothlórien topraklarını koruyor, kolluyor. Dizide elflerin geleceğinin bu madene bağlı olduğu türünden yorumlar bu bilgilerle örtüşmekte. Hithaeglir’in Kökleri Şarkısı ile böylesi eşsiz bir materyalin, Silmarillerin ışığıyla bağlantısını kurup neden sıradan bir madene göre farklı bir gücü olduğu konusuna açıklık getirilmeye çalışılmış. Bir yandan da büyük bir kötülükle (balrog) olan bağlantısı kurulmuş. Böylece mithrilin Khazad-dûm’un derinliklerinden çıkarılma işleminin ileride ödeteceği bedele bir gönderme yapılmış.

Númenor’un Orta Dünya serüveni başlıyor

Númenor bölümünde ise savaş hazırlıklarına yönelik sahneler izliyoruz. İsildur, Kemen’i kurtararak bir şekilde Orta Dünya’ya doğru yelken açan ekipte yer edinmeyi başarıyor. Eärien babası ve erkek kardeşinin savaşa gitmesine engel olmaya çalışıyor. Galadriel bir şekilde Halbrand’ı güneydeki insanların yardımına koşmaya ikna ediyor. Anladığımız kadarıyla Númenor halkının çoğunluğu, vekil kraliçenin bir elf ile Orta Dünya’ya yelken açmasına tepkili. Pharazôn ise elflerin insanlara hizmet edeceği yönünden saçma planlarla çıkageliyor…

Bu sahnelerde kimi klişeler de mevcut. Galadriel’in kılıç eğitimi verdiği sahne sadece, benzerlerini defalarca görmemizin getirdiği bıkkınlık bakımından değil; büyük bir ordu gücüne sahip olduğunu bildiğimiz Númenor’da neden bu kadar az asker gördüğümüz, dolayısıyla vekil kraliçenin güvenliğinin söz konusu olduğu bir görev için Orta Dünya’ya yelken açacak ekibin neden ordudan değil de halk arasından, belli ki savaş deneyimi olmayan gönüllülerden seçildiği, savaşa gidenlerin sadece üç gemiyi doldurabildiğini gördükten sonra bu ekibin Adar’ın askerlerine ne kadar sorun yaratabileceği türünden sorular sordurması bakımından da ikna etmekten, sürükleyici olmaktan uzak kalıyor.

Dizinin bu bölümü, şimdiye kadar izlediğimiz Galadriel sahneleri arasında en iyilerinden birine sahip. Noldor leydisinin epik bir müzik eşliğinde gemiye binerken zırhın içinde ne kadar harika göründüğünü düşünürken, elf işçiliğiyle şekillendirilmiş bu zırhı nerden bulduğu sorusunu ise sormadan edemiyor insan.

Bir yandan da Númenor bölümünde merak edilen konular listesinde üst sıralarda yer alan, Halbrand’ın gerçekten kim olduğu konusunda minik adımlar atmaya devam ediyoruz. Hatırlanacağı gibi önceki bölüm değerlendirmesinde Halbrand’ın kılık değiştirme gücü olan ve bir dönem Númenor zindanlarında Phrazôn’un esiri olarak kalan Sauron olabileceğinden söz etmiştik. Bu bölüm bu ihtimali doğrulamıyor ya da çürütmüyor ama Halbrand’ın Cadı Kral olabileceği yönündeki teorilere biraz daha fazla ışık yakıyor. Kaçmak için büyük kötülükler yapmak durumunda kaldığını itiraf eden Halbrand’ın, geri dönerse -eğer gerçekten de kralsa- halkından kabul görmeyeceğini düşündüğünü öğreniyoruz. Galadriel’le diyaloğunda, geçmişiyle bir şekilde yüzleşmesi gerektiğine karar kıldığını anlıyoruz ve bölüm sonunda, Orta Dünya’ya yelken açan ekibin içinde yeni bir serüvene atılıyor. Kafası bir hayli karışmış olan bizlerse tüm bunlardan ne anlayacağımızdan emin olmayarak, gelecek bölümleri beklemeye devam ediyoruz. 

The Lord of the Rings: The Rings of Power, hikâyesini ağır bir tempoda anlatıyor. Bunu yaparken de ser verip sır vermeme konusunu sanki biraz fazla ciddiye alıyor. Seyirci olarak bölümlerdir Sauron, Halbrand, Adar, büyücü ve peşindeki üç kişiye yönelik karmaşık sinyaller alıyoruz mesela. Ancak bu sinyaller bir bilmeceyi çözmeye yönelik ipuçlarına dönüşmüyor, tersine içinden çıkılmaz bir yumak oluşturuyor. Sanki hikâyeye olan merakı taze tutmuyor, çoğaltmıyor da buharlaştırıp yok ediyor…