Asi ruhların görkemli kargaşası: The Tiger Lillies
Yazı: Burcu Teker
Londralı anarşik sokak operası triosu The Tiger Lillies 35 yılı aşkın süredir yaşamın karanlık taraflarına dair hikâyeler anlatıyor. Britanyalı aktör Ken Campbell’in “sabıkalı kastrato” olarak betimlediği Martyn Jacques’ın öncülüğünde opera ile punk’ı el ele tutuşturan, çingene müziğinden toplumsal sorunları mizahi bir dille hicveden vodvile uzanan kendilerine özgü kabare müziği repertuarları ve etkileyici sahne performansları ile 24 Nisan Perşembe akşamı İş Kuleleri Salonu’nda olacaklar. Biletler burada.
Soho’daki bir striptiz kulübünün üst katında olan biten türlü şeyin gerek şahidi gerek bizzat içinde olarak yıllarını geçiren Martyn Jacques, kendi özgün sound’unu bulup başarılı bir müzisyen olmanın hayali ile tutunuyor hayata. Akşam okulunda eğitim alarak yürek parçalayıcı güzellikteki sesiyle kendini bir opera sanatçısı olarak yetiştiriyor. 80’lerin başlarında God and the Supreme Beings adında bir oluşumun startını verse de işler istediği gibi gitmiyor. Fitili ateşleyen, 1989 yılında kendine aldığı akordeon oluyor. Yüksek sesle şarkı söyleyip enstrümanını çaldığı, şahsına münhasır bir grup kurma fikri böylece yeşermeye başlıyor.
Loot dergisine verdiği ilana yalnızca bir kişi dönüş yapıyor: David Byrne’ün “davul çalan James Joyce” sözleriyle tasvir ettiği Adrian Huge. İlk beş yıl devreye giren Phil Butcher’ın ardından basçı Adrian Stout’ın dâhil olmasıyla kendini bulan üçlü; insan ruhunun karanlık ve nahoş tarafını tasvir ettikleri cesur, hiddetli ve tutkulu bir repertuarın peşine düşüyor. Stout sonraları verdiği bir röportajda bu kararlarından “Bence Brecht, Weill, Brell, caz, Avrupa folku, sürrealizm ve komediyi bir araya getirmeye çalışmak bugün bile oldukça radikal. Başka hiç kimse bizim kadar çok şeyi bir gruba sığdırmaya çalışmadı.” cümleleriyle bahsediyor.
Başlangıçta küçük, yerel mekânlarda çalarak adım attıkları sahne hayatları, duyulabilmek ve müşterilerin dikkatini çekebilmek için daha yüksek sesli ve agresif bir tavra büründükleri gürültülü Londra barlarına; oradan sahne dekorlarına bulaştıkları ve oturup dinleyen izleyiciler için dramatik olduğu kadar dinamik şarkılar çalmak durumunda kaldıkları Alman tiyatro sahnelerine uzanıyor. Bu çeşitlilik uzun formlu anlatıları keşfetme imkânı tanıyor ve üçlünün ufku ve şöhreti gitgide genişliyor.
Tiyatro sahnesi ve beyazperdede varlığını kanıtlayan; In Praise of Nothing, The Quickie, Orlean, Plunkett & Macleane, Drunken Sailor gibi yapımların sonik üretimlerini sırtlanan; eşsiz müzik tarzlarıyla şaşırtmaktan ve eğlendirmekten asla vazgeçmeyen The Tiger Lillies’in tutkulu tavrının bir kanıtı da üretimlerinin sayısı kuşkusuz. 1994 yılında yalnızlık, umutsuzluk ve ölüm gibi ağır, kasvetli temalar etrafında şekillenen Births, Marriages and Deaths isimli ilk albüm ile başlayan tempolu ve her daim ileriye doğru bir yolculuk onlarınki. İki Olivier Ödülü’nü kucakladıkları kült müzikalleri Shockheaded Peter ve 2003’te Grammy’ye aday olan The Gorey End albümü ise başarılarının nişanelerinden.
Her biri farklı bir konsept veya anlatı etrafında şekillenen uzunçalarlarının “varoluşun anlamsızlığı ve saçmalığı”na odaklanan 50.si Lessons In Nihilism ise 2024’te piyasaya sürüldü. “Bizi tanımlamak için kullanılan güçlü kelimelerden biri her zaman ‘nihilistler’ olmuştur. Bir felsefe olarak kabul edilse de gerçekte ne olduğuna dair tanımlar farklılık gösteriyor. Bazılarına göre kötü, bazılarına göre iyi bir şey. Her neyse, yeni şarkı koleksiyonunu yaratırken iyi bir başlık gibi göründü ve 50 albümünüz olduğunda yeni bir albüm üretmek için bir bahane bulmanız gerekir.” ifadelerini kullanıyorlar son harikalarından bahsederken.
Akordeon, piyano, gitar ve mikrofonun başında kurucu, yaratıcı zihin Martyn Jaques; kontrabas, teremin, testere (namıdiğer şarkı söyleyen testere) ve vokallerde Adrian Stout; davulda 2021’de aralarına katılan Budi Butenop ile The Tiger Lillies, Jacques’ın deyişiyle “güzel sarışın kızlar ve çayırda koşan oğlanlar içermeyen her şey” hakkında şarkılar söyleyerek dünyayı turlarken yeniden İstanbul’a da uğrayacak. Janrları birbirinden, esaslı temaları diğerlerinden ayıran sınırların ortadan kalktığı unutulmaz bir deneyime tanıklık etmek isteyenler, 24 Nisan Perşembe akşamı İş Kuleleri Salonu’nda gerçekleşecek bu grotesk performansı kaçırmasın.