Théodore Pellerin ile Becoming Karl Lagerfeld üzerine

Röportaj: Cansu Uras

Salt hedonizmi, New York’tan tüm dünyaya bir hava makinesiyle salar gibi yayan Studio 54’un müdavimleri, 1970’lerin Paris’inin gece hayatına ışınlansalar yüksek ihtimalle “hasetlik” kavramının Redhouse sözlük tanımını yeniden yazar ve inşa ederdi. Dönemin Paris’ini hayal edin; tabii ki çerçevemizin kenarlarını hazcılık, bohem, lüks, eğlence ve şatafat çiziyor. Böyle bir ortamda arkadaşlarınızla sosyalleştiğiniz elit kulüplerden birinde olduğunuzu düşleyin. Truman Capote’ninkilerden hâllice dedikodu seansınızı tek bir unsur bölebilir böyle bir ortamda: Uzun kırmızı deri çizmeler. 2005 yapımı Kinky Boots’taki çizmeleri bile unutturacak bir güce sahip. Çünkü bahsini geçirdiğimiz kişi, moda devi Chanel’in kreatif direktörü olarak tam 36 sene boyunca sayısız ikonik tasarıma imza atan Karl Lagerfeld. Ensesinde toplu gümüş saçları, “Ömrümde bir gün bile önemli biri olmayı hayal etmediğim olmadı.” felsefesi, Alman disiplinini mürebbiyesi ilan ettiği hayat tarzı ve etik anlayışı, duygularını sadece dört duvarın ardında dışa vuruşu ile bugün hâlâ ölümsüzlüğünü ilan etmeye devam ediyor. 

Fransa sinemasının Yves Saint Laurent otobiyografilerine baktığımızda ve de yakın zamandan Sabato de Sarno, John Galliano ile Cristóbal Balenciaga otobiyografik film, belgesel ve dizilerini göz önünde bulundurduğumuzda; çizgisiyle günümüzde bile moda dünyasına yön vermeye devam eden Lagerfeld’in hayat hikâyesinin de ekrana taşınması kaçınılmazdı. 7 Haziran itibarıyla Disney+’ta altı bölümü birden yayımlanan Becoming Karl Lagerfeld, izleyicileri 1970’ler Paris’ine ışınlayarak başta söz ettiğimiz büyülü dünyanın kapılarından sızmaya olanak sağlıyor. Tabii o dönemde karşımızda ihtişamıyla arzıendam eden bir Karl Lagerfeld söz konusu değil. Kendisi döneminin “atmaca” olarak nitelendirebilecek iş insanı Pierre Bergé’nin deyimiyle “sıradan bir hazır giyim üreticisi”. Öyle ki o yıllarda dostuyken, sonrasında dostu-düşmanı olduğu; “moda dünyasının altın dahi çocuğu” olarak nitelendirilen Yves Saint Laurent ile rekabeti göz önünde bulundurulunca önemli biri olmayı hayal etmeyi bırakmaması oldukça olağan duruyor. Bu rekabet ve hep bir gölge olarak kalışı, onu, Chloé için tasarlayan birinden kreatif direktöre dönüştürüyor.

Bu doğuş ânında hayatına giren Fransız jet sosyete üyesi Jacques de Bascher ise asıl Karl Lagerfeld’in Venüs’ün Doğuşu gibi doğmasına sonsuz bir zemin hazırlıyor. Bu yolda köprüaltı “yasak ilişkiler”, neon ışıklar, alkol, madde, David Bowie, Janis Joplin, Marlene Dietrich, Paloma Picasso, Anna Piaggi gibi faktörler eşlik ediyor; hem bu yolculuğu beslerken hem de bu yola çakıl taşları serpiyor. Jacques de Bascher’in muhafazakâr ailesine hapsettirmemesini sağladığı asi ruhu ve kararlılığı, Lagerfeld’le ikisini ömürlük hayat dostu kılarken; aynı zamanda Yves Saint Laurent’ın ikisi arasına girip Bascher’e duyduğu hislerle onu Lagerfeld’in hayatının en acıtıcı dikeni kılıyor. Ancak sonrasında Bascher, son ânına kadar Lagerfeld’in en derin hisler beslediği hayat arkadaşına dönüşüyor. Ve gazete küpürlerinde ünlü tasarımcının sayısız güzellemesiyle bugünlere de taşınarak unutulmaz bir figüre bürünüyor. 

Die fetten Jahre sind vorbei / The Edukators ve Good Bye Lenin! filmleriyle kalbimizin kaptan köşküne demir atan Daniel Brühl’ü başrolde izlediğimiz Becoming Karl Lagerfeld’de; hikâyenin çekirdeğine dönüşen ve izleyiciyi kendi rüzgârıyla savuran Bascher’i ise özellikle Never Rarely Sometimes Always filminden göz aşinalığına sahip olduğumuz Théodore Pellerin giyinip kuşanıyor. Gaspard Ulliel ve Pierre Niney’in ardından onlara özlem duyduran Saint Laurent portresiyle Arnaud Valois’yu da izlediğimiz dizide Alex Lutz ve Jeanne Damas da onlara eşlik ediyor. 

Döneminin ruhunu ilmek ilmek işleyişiyle, sakin ve güçlü oyunculuklarıyla bir “şova” dönüşen Becoming Karl Lagerfeld’in Paris’teki dünya prömiyerinin hemen öncesi, dünyanın dört bir yanındaki basın mensuplarıyla oyuncular bir araya geldi. Biz de Théodore Pellerin ile Jacques de Bascher’e bürünme sürecinde yaptığı çalışmalarını, Daniel Brühl ile setteki kimyalarını ve modayla ilişkisini konuştuk.

Röportajın ardından Le Grand Rex’teki prömiyerde  ekibin herkesi selamladığı anların öncesinde salonu; dizinin Studio 54’u kıskandıracak atmosfere sahip barının renkleri, ışığı ve müziği sarmalamıştı. Uzun lafın kısası, röportajla daldığımız Becoming Karl Lagerfeld dünyası prömiyer ortamıyla da o döneme götürdü ve altı bölümlük yolculuğuyla birlikte de uzun zaman sonra (MUBI’deki John Galliano içeriğini harici tutarsak) moda dünyası devlerinin abartısız, çarpıcı ve yalın bir dille anlatılabileceğini gösterdi.  

Şimdi söz Théodore Pellerin’de.


Gerçek bir kişiliği canlandırırken o role yaklaşımın nasıl oluyor?

Jacques de Bascher, tabii ki gerçek hayatta varlık göstermiş biriydi ancak herkesin tanıdığı ikonik bir figür değildi. Çok araştırdım ancak sesini duyabileceğim bir kayıt bulamadım mesela. Bu rolü canlandırmadan önce onu duyabilmeyi çok isterdim. Yani elimde Jacques gibi tanınmış birine karşılık gelen bir imaj yoktu. Ancak aynı zamanda onunla ilgili tüm referanslar, görseller ve onun hakkında anlatılan hikâyeler bana Jacques’a dair fazlasıyla perspektif sağladı. Onun hakkında, yaşadığı dönem ve de aynı çevrede olduğu diğer insanlarla ilgili yazılanları okudum. Ancak bu role girmeden önce benim için en büyük hediye onun okuduğu metinleri okumak oldu. İyi bir yazar olmak isteyen harika bir okuyucuydu. Edebiyat onun dünyasıydı aynı zamanda. Thomas Mann, Montesquieu, Charles Perrault’nun yarattığı Gilles de Rais, bana onun hakkında bilgi akışı sağladı. 

Böylece Jacques de Bascher oldun. 

Kesinlikle böyle bir şey iddia edemem. Çünkü onunla ilgili kaynak bir yandan da azdı. Şanslıyım ki onu o dönem tanıyan bazı isimlerle de konuştum. Philippe Heurtault, bunlardan biriydi ve Jacques’ın çok iyi arkadaşıydı. Konuştuğum kişilerin onun hakkında çok farklı bakış açılarından bilgiler aktarması da böyle bir iddiamın olmamasına neden oluyor. Farklı hikâyeler dinledim ve her seferinde farklı bir Jacques gördüm. Bu nedenle onların diziyi izledikten sonra bende biraz da olsa Jacques de Bascher’i görmüş olmalarını diledim ya da Jacques’ın kalbini doğru yerden yakaladığımı anlamalarını istedim. 

Karl Lagerfeld’i canlandıran Daniel Brühl’le nasıl bir bağ kurdunuz? Çünkü bu röportaja girmeden önce ufak bir tüyo aldım, çekimlere başlamadan önce galiba kendisine bir buket gül göndermişsin. 

Bazen tanımadığın biriyle aranda zaten bir kimya vardır, oluşur. Birlikte çektiğimiz ilk sahne dizide gerçekten ilk kez tanıştıkları ve oturup sohbet ettikleri sahneydi. Harikaydı çünkü ânında doğru hissettiğimi ve ona âşık birini canlandırabileceğimi anladım. Daniel bir aktör olarak da beni ciddi anlamda besledi. İstisnai bir oyuncu ve de çok cömert, öyle ki onunla çalışınca kendinin daha iyi bir aktöre dönüştüğüne tanık oluyorsun. O sana inanıyor, sen kendine ve ona inanıyorsun; bu da bir alışverişe, dansa dönüşüyor. Ve evet, yanlış hatırlamıyorsam ben sette yokken, onun ilk set gününde Daniel’e gül gönderdim. Karl ile Jacques’ın baştan çıkarmaya ve romantizme dayanan dünyalarına bu şekilde girmek istedim. 

Galiba bunu sormazsam içimdeki meraklı çocuk bana fena hâlde öfkelenir. İkinci bölümde Jacques’ın, Yves’in evinden ayrıldığı sahnedeki gaz çıkardığı kısım senin karakteri tanıdığın bir noktadan yaptığın doğaçlama mıydı, yoksa senaryoda yazılı mıydı? 

Kesinlikle doğaçlama değildi ve metinde vardı! Hatta sette o sahneyle ilgili bazı çekişmeler söz konusuydu ve hayır, osurmadım. Bunu yapabilecek cesarete de sahip değilim galiba. 

Gerçek hayatta yaşamış ya da hayatını kaybetmiş ünlü birinin Jacques de Bascher’i olacak olsan bu kim olurdu ve neden? 

Aman tanrım, kiminle bu kadar çok vakit geçirmek isterdim ki? Aristoteles derdim herhalde, tüm zamanların gelmiş geçmiş en harika aklı olduğundan ötürü. 

Bir karakteri yaratma açısından moda ve de kıyafetlerin senin için nasıl bir önemi var?

Kesinlikle oldukça büyük bir önemi var. Hatta moda ve kıyafetlerin, karakter yaratma konusunda merkezimde olduğunu söyleyebilirim. Bazı fiziksel özellikler var ki bunları inşa edip yaratamazsın. Bunları yaratabilmen için kendi bedeninin içinde nasıl hissediyorsun veya başkaları sana bakıp seni nasıl yorumluyor gibi sorulara bakman gerekiyor. Bu faktörler Jacques’ın hayatının önemli bir parçasıydı. Çünkü Jacques, başkalarının gözünde fazlasıyla var olan biriydi. Tabii özellikle bu dizi özelinde de çok önemli bir yer teşkil ediyordu kıyafetler. Nasıl hareket ettiği, nasıl ve nerede durduğu, kendini nasıl temsil ettiği, nasıl görünmek istediği gibi faktörleri anlamak açısından da önemliydi. Kostüm tasarımcımız Pascaline Chavanne, alanında tam bir usta. Canlandırdığınız karakteri daha iyi hissetmek, anlamak konusunda da kesinlikle bir lütuftu bizim için. 

Becoming Karl Lagerfeld dünyasında Jacques de Bascher’i bir tat / lezzet, koku / parfüm olarak tanımlayacak olsan bunlar ne olurdu? 

Daha çok düşünme şansım olsa farklı cevaplar verebilirim ama kesinlikle kalın odunsu ve biraz da şekerli bir koku olurdu. Tat olarak da kırmızı et olurdu; karanlık, kanlı ama tattığında senin için tehlikeli olabilecek kadar da lezzetli bir et. 

Üçüncü bölümde Yves ile yakalanmanızdan sonra Karl karakola geldiğinde polis, hetero olmayan ilişkileri şu cümleyle özetliyor; “Bu tür şeyler doğaya ve yasalara aykırı.” Yıl 2024 ve Türkiye’de yaşayan biri olarak ülkemde LGBTİ+ yürüyüşleri ciddi bir polis saldırısıyla karşı karşıya kalıyor. Manzara böyleyken, elbette temsiliyet konusu çok değerli. Artık dijital platformlardaki çoğu dizide kuir çiftler görüyoruz ama bazı LGBTİ+ arkadaşlarım bundan da rahatsızlık duyabiliyor. Çünkü bunu da bir çeşit ötekileştirme / ticaretleştirme olarak yorumluyorlar ve birçoğunu derinleştirilmemiş, meta hâline getirilmiş temsiller olarak görüyorlar. Senin tüm bunlara yorumun, yaklaşımın ne olur?

Büyük soru! Ve ilginç de… Açıkçası bu konuda farklı düşünüyorum çünkü temsiliyetimiz açısından son 10 yılda dizi ve filmlere çok daha fazla dâhil olduğumuzu görüyorum. Ergenliğimde popüler kültür ve kurgusal metinler açısından çok bambaşka bir dünya söz konusuydu. Pek de tek boyutlu karakterlerin sunulduğunu düşünmüyorum. Kuir hikâyelerine baktığımızda politik ve de sosyal hayattaki yerlerini azımsamayan ya da daha küçük bir yerden görmeyen projeler söz konusu. Kurgusal metinlerde LGBTİ+ temsili hususunda işin özü umutluyum. Yeni bir yoldan ilerliyor gibi hissediyorum. Daha derinlikli ve de kompleks sunulduğunu düşünüyorum.